Cüneyt Cebenoyan’ı Özleyeceğim…

5 Ağustos 2019

Bu benim için zor bir yazı. Hüzünlü bir hayata hüzünlü bir şekilde veda etti Cüneyt Cebenoyan abimiz. Hem de görece genç bir yaşta. Cüneyt abi, bana film eleştirmenliğine başladığım ilk yıllardan beri her zaman sıcak ve samimi davranan az sayıda sinema yazarından biridir. Hemen her gün basın gösterimlerine iştirak ettiğim 2003-2006 yıllarında her fırsatta iki lafın belini kırmışızdır. Sonra her görüştüğümüzde mutlaka sohbet ettik. Dürüst olacağım, film zevklerimiz hiç uyuşmazdı, siyasi görüşlerimiz de. O sinemaya daha çok ideolojik bir perspektiften bakar, beni de yazılarımda politik damarı zayıf tuttuğum için eleştirirdi. Arada hasbelkader politik nitelikli bir yazı yazdığımda, mesaj atıp tebrik ederdi. Sohbetlerimizi ve tatlı-sert tartışmalarımızı özleyeceğim.

Bugün-yarın onunla ilgili çıkan yazılarda, haberlerde, sosyal medya paylaşımlarında yaşadığı derin trajediye dair az-çok bilgi sahibi olacaksınız. Ablası Yasemin Cebenoyan’ı (sinema yazarı Onat Kutlar’ın da hayatını kaybetmesini yol açan) bir bombalı saldırıda kaybetti. Oğlunu, annesini ve babasını da 1999 Depremi’nde. Bu trajediler anlık trajediler değildi, zamanla süreklilik arz eden bir işkence biçimine dönüşmüşlerdi.

blank

The Marmara Oteli’nin kafesine bombayı koyanın terör örgütü PKK olduğu ortaya çıktığında, sol tandansın bir bölümü bunu kabullenmek istemedi ya da yok saydı, ideolojik menfaatler uğruna görmezden gelmeyi tercih etti. Cüneyt abi de solcuydu ve bunu yüksek sesle dile getirerek bir tartışma cephesi açtı. Yazılarıyla, röportajlarıyla bu olayı deşti ve bazılarının ikiyüzlülüğünü afişe etti. Bu menfur olayda örgütün adının geçmesini istemeyecek kadar (ideolojik anlamda) kör olanlar vardı. Bana kendi söyledi, “artık Onat Kutlar’ı Anma Günleri’ne davet edilmiyorum” diye (“inadına seyirci olarak gidiyordum” ama diye de ekleyerek). Yani kaçınılmaz olarak ablasından da bahsedilecek anma törenlerine, üstelik kendi arkadaşları, tanıdıkları tarafından davet edilmediği olmuştu. Birileri konuşmasından korkuyordu, saldırının faillerinden bahsetmesinden/hatırlatmasından çekiniyordu. Ama o hiç yılmadı ve yalnızlaştırılmayı da göze alarak bunu yüksek sesle dile getirmekten hiç vazgeçmedi. Tam ona göre bir davranış. Her zaman imrendiğim bu dobralığını ve kararlılığını özleyeceğim.

Oğlunu ve ebeveynlerini (kendi deyimiyle “geleceğini ve geçmişini”) yitirmesine yol açan depremin etkisi hiç geçmedi. Sene 2004 olmalı. Maçka’daki sinemada basın gösteriminden çıktık, Cüneyt abiyi biraz kötü gördüm, yanına gidip: “Hayırdır abi, nasılsın? Hiç iyi görünmüyorsun.” dedim. Elindeki içi evrak dolu dosyayı gösterip: “Nasıl olayım Ertan?” dedi, “Devlet, babamın otomobili yüzünden borç çıkarmış, tebligat göndermiş.” Sonra olayı anlattı, 99 Depremi’nde hayatını kaybeden babasının bir otomobili varmış, yıllar sonra ondan bir vergi borcu bulup çıkarmışlar. Halbuki ailesinin ikamet ettiği site yıkılıp onlarca insanın hayatına mal olduğunda, araç da yıkıntıların altında kalmış. Cüneyt abinin asıl sinirlendiği şey, devlet bürokrasisiyle uğraşmak değildi, o zaten kimi zaman onun hobisi bile sayılabilirdi, onu üzen şey, acısının mütemadiyen deşilmesi ve tıpkı bir eve dadanan hayalet gibi sürekli kendini hatırlatmasıydı. Atlatmaya çalıştığı bir şeyi atlatmasına müsaade etmiyorlardı, en sevdiği insanları depremde kaybettiğini ispatlayan bir belgeyle gezmek durumunda kalmıştı, ona koyan buydu. O sorunu da hemen halledip yoluna devam etti. Mücadeleci kişiliğini özleyeceğim.

[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]

blankCüneyt abinin, kısa aralıklarla peş peşe gelen dramatik olaylar neticesinde zor günler geçirdiği malum. Bunun onun hayatına belirgin etkileri oldu. Yüzüne sert bir mizaç çökmüştü. Maalesef sigara kullanımı artmıştı, bir ara aşırı sigara içiyordu, çevresindeki herkes sigarayı bırakmasını istiyordu, çok denedi, sayısız defa başarısız oldu.

Etkilerden bir tanesi çok güzel bir şeydi. Cüneyt abinin hayvan sevgisi şaşırtıcı boyutlara ulaştı. Aktivistti. Zamanla bu özelliği ön plana çıktı. Sokak hayvanlarıyla ilgili faaliyetlere çok emek verdi. Hayvanları çok severdi. Benim de kedilerim olduğu için her gördüğünde mutlaka onları sorardı, yakın tarihli resimlerini görmek isterdi. O nazik davranışını çok özleyeceğim.[/box]

Uzun yıllar Gümüşsuyu’nda Park Otel’in orada yaşadığım için Taksim’deki İstanbul Kitaplığı bir ara evim gibi olmuştu. Orada Türkiye’de sinemayla ilgili yayımlanmış ne varsa okuyordum, arşivde Cüneyt abinin Çölde Çay (The Sheltering Sky) hakkında yazdığı eski bir yazıyı buldum, çok beğenmiştim, gidip ona söyledim, acayip güzel bir Bernardo Bertolucci ve Pier Paolo Pasolini sohbetine vesile olmuştu. Bertolucci’yi siyasi çizgisinden uzaklaştığı için eleştirirdi. Cüneyt abi 12 Eylül yıllarında darbecilere darbeci dediği için cezaevine girmişti. Hapisten çıktığında ilk seyrettiği filmin Bir Zamanlar Amerika (Once Upon a Time in America) olduğunu bir yazısından öğrendik, filmin onda özel bir anısı vardı. O yazıyı okur okumaz ona mesaj attım çünkü yazıya vesile olan gelişme, yurt dışındaki bir festivalde Bir Zamanlar Amerika’nın ekstra görüntüyle gösterime girmesiydi. Cüneyt abi o festivale katılıp filmin uzun versiyonunu görmüştü. Güzel bir Sergio Leone yazışmamız olmuştu. Yazışmalarımızı özleyeceğim.

İstanbul Teknik Üniversitesi’nde ekonomi yüksek lisansı yaparken Türk Sineması’nın ekonomik yapısı hakkında bir tez yazmaya karar verdiğimde bana zaman ayırdı, iki defa uzun uzadıya sohbet ettik. 2005 yılı olmalı. O da benim gibi hem sinema yazarı hem de ekonomi bölümü mezunu olduğu için kullanmayı düşündüğüm metodoloji ve onun olası sonuçları hakkında fikir sahibiydi. Ama iş, tez için film eleştirmenlerinin yakın tarihli ve bol gişeli 30 Türk filmini puanlayacağı ankete geldiğinde çok ayak diredi, “Ben filmlere puan vermek istemiyorum.” dedi. Prensip icabı, film puanlamak istemiyordu. İnatçı biriydi. Onu ikna edene kadar akla karayı seçtim. Huysuzdu da. Puanlamayı kabul ettikten sonra bazı filmlere sıfır puan vermek istedi ama yöntem gereği puanlamanın 1 ila 10 arasında olması gerekiyordu. “Abi, 1 zaten en kötü puan, 1 puan ver” dedim, “Olmaz, o zaman gerçekten 1 puan vereceklerime ayıp olur.” dedi. Öyle tuhaf bir adalet anlayışı vardı. Neyse, bir türlü Cüneyt abiyi ikna edemedim. O da aslında filmlerin hepsini seyretmiş olmasına rağmen 30 filmin 16’sına puan vermeyi reddetti, boş bıraktı. Tezden yola çıkarak yazdığım kitaba koymadık ama YÖK’ün Ulusal Tez Merkezi’nden teze ulaşırsanız, puan vermediği (boş bıraktığı) filmler onlardır. Hem 1 puanı hak ettiğini düşündüğü filmleri de görebilirsiniz. Sonuçta onun dediği oldu. Huysuzluğunu ve inatçılığını özleyeceğim.

Ankette Cüneyt abinin en yüksek puan verdiği Türk filmini merak edenler olabilir, söyleyelim. Trajik bir baba-oğul hikâyesini merkeze, 12 Eylül’ü de arka fona alan Çağan Irmak şaheseri Babam ve Oğlum. Şaşırtıcı değil. Gördüğümü hatırlamıyorum ama filmin Sinepop Sineması’ndaki basın gösteriminde hüngür hüngür ağlayan sinema yazarlarından birinin de o olduğuna eminim. Nur içinde yat Cüneyt abi. Bak, hiç yazmadığım kadar politik bir yazı yazdırdın bana. Dilerim, artık babana ve oğluna kavuşmuşsundur. O hâlde yazıyı Babam ve Oğlum’dan bir replikle bitiriyorum, sen de böyle isterdin:

“…Hayat devam edecek. Birileri yeni kitaplar yazacak, okuyamayacaksın. Yeni filmler çekilecek, izleyemeyeceksin. Sevdiğin bir şarkıyı bir daha dinlemek isterken… dinleyemeyeceksin.”

blank

Ertan Tunc

Sevdiği filmleri defalarca izlemekten, sinemayla ilgili bir şeyler okumaktan asla bıkmaz. Sürekli film izler, sürekli sinema kitabı okur. Ve sinema hakkında sürekli yazar. En sevdiği yönetmen Sergio Leone’dir. En sevdiği oyuncular ise Kemal Sunal ve Şener Şen.

“Türk Sinemasının Ekonomik Yapısı 1896-2005” adlı ilk kitabı; 2012 yılında Doruk Yayımcılık tarafından yayınlanmıştır. Kara filmler, gangster filmleri, İtalyan usulü westernler, giallolar ile suç sineması konularında kitap çalışmaları yürütmektedir. İletişim: ertantunc@gmail.com

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Akira Kurosawa

“Sinemayı seviyorum, iyi filmler yapıyorum, bu da bana yetiyor. Şüphesiz
blank

Humphrey Bogart ve Kara Filmleri

Humphrey Bogart, öldüğünde sadece 57 yaşındaydı. 1936-1956 yılları arasına en