Televizyon açıp izlenecek bir şeyler var mı acaba diye baktığım bir günse eğer, muhakkak MGM kanalına bir bakıyorum. Genelde vaktiyle izleyip pek sevdiğim, ya da izlemediğim ama izlemek istediğim filmlere denk geliyorum kanalın varoluşu itibarıyla. Bu gün de varlığından haberimin bile olmadığı bir belgesele denk geldim ki, hazine bulmuş kadar sevindim. Bir bakıma Cycles South, bir hazine zaten.
Cycles South, nefasetli bir yol filmi. Üç Amerikalı, motorlarına atlıyorlar ve kısıtlı bir bütçe ile karayolunu takip ederek Orta Amerika‘daki meşhur Panama Kanalı‘na kadar seyahat etmeyi planlıyorlar. Belgesel de bu üçlünün yolculuğunu konu alıyor. Kamera önünde bozuk paraları hesaplayıp sokak yemeği yenilen, ama arka planda beş yıldızlı otellerde kalınıp kokteyllerin yudumlandığı son dönem seyahat belgesellerinden değil bu. Belgeselin bütçesi de üç Amerikalının bütçesi kadar. Üstelik benim gibi Latin Amerika kültürüne ve tarihine meraklı iseniz, bu kayıt gerçekten de bir hazine.
Şöyle bir düşünün; sene 1971, üç Amerikalı’nın elinde bir kamera var ve Orta Amerika sokaklarındaki, karayollarındaki günlük hayatı, olanca doğallığıyla yakalıyorlar. Önce birkaç Amerika eyaletini geçtikten sonra Meksika’ya geçiyorlar ve asıl macera başlıyor. Yeri geliyor okyanus kıyısında motor sürüyorlar, yeri geliyor akşam yemeği için dalıp okyanustan bir şeyler çıkarıyorlar. Meksika’da boğa güreşine iştirak ediyor, yerel motor yarışlarına katılıyorlar. Bilmedikleri yollara dalıyor, bazen genç kadınların peşinden gidiyor, komünlere giriyor, Orta Amerika’nın enfes doğasını seyreylerken ot tüttürüyor, bazen de geçtikleri bölgelerdeki bir nehrin kıyısında konaklıyorlar. Çıplaklık da var, az buçuk seks de. Başka bir değişle, hippilik müessesenin tüm gereklerini yerine getiriyorlar; yolculuk, arayış, keşif ve deneyimleme…
[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]
Fonda Latin ezgileri, yol şarkıları ve ekranda Orta Amerika doğası ve sokakları var. Ancak 70’lerin başlarında en karışık dönemlerinden birini yaşamakta olan Orta Amerika’nın politik gerginliklerine dair en ufak bir ayrıntı yok…
Karşımızda daha çok idealize edilmiş bir yer ve bol bol macera var. Kaldı ki bu maceraların bir kısmı da son derece gerçek dışı duruyor. Ama her şeye rağmen izleniyor, çünkü her şey, nasıl derler, çok “vintage”![/box]
Filmi izlerken fark ediyorsunuz ki, ortada bir kurgu yok gibi. Her şey seyahatin akışına bırakılmış. Bir nevi belgeselin kurgusu ve konusu da dahil her şey, bizzat yolda yazılmış. Ancak bu bazı sahnelerin birer “kurgu” olduğunu adeta haykırdığı gerçeğini gölgeleyemiyor. Kaynaklarda ve IMDb‘de belgesel diye geçen bu film, aslında ne tam bir belgesel, ne tam bir film; bir tür mecara kaydı. “Mockumentary” diyenler de var, lakin öyle de değil… Belki mockumentary ile belgesel arasında bir macera desek daha doğru olur.
Cycles South ile ilgili bir diğer önemli nokta da açık Easy Rider (1969) etkisi. Easy Rider’ın (1969) o “rahat” havası, kendinden sonra gelen her türlü yol filmine sirayet ettiği gibi, bu belgesele de sirayet etmiş. Cycles South, Easy Rider’dan ilham aldığını hiç gizlemiyor. Doğrusu tüm o “karizmatik” motor sürme sahnelerini falan görünce insan, bir yerlerden Peter Fonda ya da Dennis Hopper çıkacakmış gibi hissediyor. Ancak yanlış anlaşılmasın, bu kaydın derinlik ve anlayış olarak Easy Rider’la pek alakası yok.
Filmin yönetmeni Don Marhall. Marshall kariyerine A-Takımı da dahil olmak üzere, çeşitli televizyon dizilerinde elektrikçi ve set elemanı olarak devam etmiş. Cycles South’da yönetmenlik yaptığı gibi, yolculuk yapan üç Amerikalıdan biri de kendisi. Marshall, aynı zamanda belgeselin anlatıcısı. Ancak bu anlatıcılık kısmında bir problem var. Başından sonuna kadar anlatıcı, neler olup bittiğini, olaylar olmakta iken açıklıyor. Yani günümüz için son derece komik kaçan bu durum, sanki aradan 40 yıl geçtikten sonra bu belgeseli izleyenler tam bir “vintage” hazzı yaşasınlar diye özellikle o şekilde yapılmış gibi.
Cycles South, biraz amatörce, hatta acemice kotarılmış bir iş. Ancak haddinden fazla doğal ve bu kaydı bugün için bu kadar özel kılan da bu doğallığı zaten. Çünkü “zamanın ruhu”nu mükemmel bir şekilde yakalamış, daha doğrusu bizzat zamanın ruhu olmuş bir yapım. Böyle bir anda, sinsi gibi karşıma çıkınca da bana mutluluk kahkahaları attırdı. Gördüğüm kadarıyla Cycles South’u “kült film” olarak kabul eden bir kitle de yok değilmiş çeşitli internet mecralarında. Cycles South, Youtube üzerinden parçalı olarak izlenebiliyormuş bu arada. Altyazısız izlerim derseniz, hiç durmayın bence.