Nihayet Biraz Daha Az Cızırtı!!!
Geçtiğimiz aylarda, yine Karacadağ’ın yönetmenliğini üstlendiği El-Cin filminin kritiğinde, kendim için oldukça büyük ama insanlık için pek de bir şey ifade etmeyen bir itirafta bulunmuştum. Yönetmenin ilk filmi olan Dabbe’den itibaren bütün filmlerini kulağıma pamuk tıkarak izlediğim, elbette ki bir şaka değildi. Hatta aşırı gürültülü ses efektlerinden, kulak tırmalayan cazırtı ve cozurtulardan ve filmin arka planından gelen gereksiz bas gürültülerinden kaçmak için başvurduğum bu yöntem sebebiyle, belli başlı diyalogları da kaçırdığım oluyordu ister istemez. Ne büyük talihsizliktir ki, Dabbe: Cin Çarpması’nı izlemek için salona adım atmadan evvel, dile getirilmesi bile tüyleri ürpertecek cinsten bir hata yaptığımı fark ettim! Pamuklarım (ya da kulak tıkaçlarım)!!! Yanımda kulağımı tıkamak için pamuk ya da tıkaç benzeri herhangi bir ıvır zıvır getirmeyi unuttuğum için, dizginlenemez bir gerginlik ile koltuğuma büzüldüm… Işıklar kapandı ve her an kulağıma götürmek zorunda kalacağım ellerimi mümkün olduğunca gevşek tutmak için kendimi şartlamış bir biçimde… Eh işte gerisini tahmin ediyorsunuzdur eminim!
Daha önce yazmış olduğum Karacadağ filmlerine dair kritiklerde de sık sık dile getirdiğim gibi, yönetmenin sinemasına daha ilk günden beri eklemlediği ve peşini bir türlü bırakmadığı belli başlı ögeler var. Bunlardan biri elbette ki cinler! Karacadağ, ilk uzun metrajlı filmi olan Dabbe’de giriştiği ve gittikçe genişleyecek bir “kıyamet senaryosu” öyküsü olacağını sandığımız (akabinde de feci bir biçimde yanıldığımız) tematikleri, daha kişisel korku-gerilim öykülerine indirgedi. Meseleyi sözde bir ucundan ilk filmi Dabbe’ye bağladığı ama daha ziyade found footage formatına indirgediği son iki filminde yarattığı tekrar hissi ile de bir kısım izleyiciyi canından bezdirme noktasına getirdi.
Elbette bu süreç içerisinde Karacadağ belli başlı deneysel girişimlerde de bulunmadı değil. Ama ilk filmi Dabbe’nin eksikliklerinin büyük bir kısmını görmezden gelme inceliğini göstersek bile, daha sonraki filmlerinde de “deneysel” tabir edilen hamlelerini, derin stratejik hatalara kurban ettiğini söyleyebiliriz. Mesela “Türkiye’nin ilk canavar filmi” olduğu iddia edilen Semum’da, kısıtlı dijital imkânlar ile oluşturulan ve Iron Maiden’ın maskotu Ed’i fazlasıyla andıran Semum’un, filmin başından sonuna kadar ekranın bir ucundan diğer ucuna cirit atması; filmin içeriksel eksiklikleri ile birlikte teknik eksikliklerini de garip bir özgüven uğruna, gözümüzün içine içine sokmuştu. Söz gelimi toplamda 129 dakikalık seyir süresine rağmen Spielberg’ün dehası Jurassic Park’ta bile CGI mahsulü dinozorları hepi topu 15 dakika gördüğümüz düşünüldüğünde; Semum’un bu kadar yükseğe zıplayıp, tepetaklak devrilmesi kadar doğal bir durum olamazdı. Benzer teknik stratejik hata (ya da kolaycılık diyebilir miyiz?) Dabbe 2’de sık sık izleyiciye nanik yapan, yavan kara duman efekti ile de tekrarlanmıştı.
Daha sonrasında ise Karacadağ, Dabbe serisindeki yolculuğunu daha farklı bir mecradan, buluntu belgesel cenahından sürdürmeye karar verdi. Açıkçası bir buluntu belgesele göre oldukça uzun bir seyir süresine sahip olan Bir Cin Vakası’ndaki bir başka gedik ise, bir şekilde ana hikayeye bağlanma gibi bir derdi olmayan serinin yeni halkası olan Cin Çarpması’nda da yinelenmiş. Yine oldukça uzun bir seyir süresine sahip ve bu anlamda yine ve yine dünya rekoruna erişebilecek hantal mı hantal bir found footage çeşitlemesi var elimizde!
Malumunuz her filmi ile “yeni teknik denemelere” giriştiğini iddia eden ve tanıtım sürecinde filmlerine kendine has özellikler atfetmekten de çekinmeyen Karacadağ’ın, bu filminde öyle büyük büyük iddialara giriştiği falan yok en azından! Röportajlardan takip ettiğimiz kadarıyla, yapım süresince cinler ile arasında bir husumet falan da yaşanmamış (silinen veriler, sette arka planda görünen metafizik varlıklar vs. vs.)! Hatta biraz garip gelecek ama aşağı yukarı ne ile karşılaşacağımızı bildiğimiz bir Karacadağ filminde, sürpriz olarak nitelendirebileceğimiz bir iki unsur bile mevcut! Bunlarda ilki filmdeki cazırtı, cuzurtu kat sayısının fazlasıyla azalmış olması (ki bu durumda, kulağıma pamuk tıkamadan izlediğim ilk Karacadağ filmi olmasına rağmen, film bitiminde salondan başım ağrımadan çıkmış olmamın da, Cin Çarpması’na olumlu yaklaşmamdaki etkisi yadsınamaz). Bir de yönetmenin en büyük handikabı olan oyuncu yönetiminin hiç değilse bir kademe de olsa tırmanmış olması. Yani Cin Çarpması’nda odada tek başına oturup kendi kendine garip muhakemelere kalkışan, dazlak şaşkınlığından mustarip karakterler yok en azından!
Tabi bu iki gelişmeyi Karacadağ’ın sineması adına olumlu yönde yoracak olsak da, yönetmenin vaz geçmediği ve artık filmlerine iyiden iyiye yapışan metotların büyük bir kısmı yerli yerinde duruyor. Yine karşımızda gerçek bir hikâyeden alındığı iddia edilen, iddia etmek ne kelime; gerçekliği ciyak ciyak haykırılan bir film duruyor! Karakterler adet olduğu üzere yine sık sık garip bir biçimde “bilime mi güvenmeliyiz, yoksa kendimizi dinin kollarına mı teslim etmeliyiz?” tartışmalarına girişmekten geri durmuyorlar. Terk edilmiş köylerin izbe köşelerine dadanmak ise her zamanki gibi ana karakterlerin en sevdikleri hobilerinden biri! Bunların üzerine “bir türlü toparlanamayan ve çiklet gibi uzadıkça uzayan” hikâyeyi eklediğinizde, yine “Karacadağ usulü” bir mahsul çıkmış oluyor karşımıza!
Yönetmenin filmlerine genel olarak baktığımızda, kafa karışıklığından mustarip, karman çorman öbekler ile karşılaşıyoruz! Seyirciyi ters köşeye yatırma pahasına uzadıkça uzayan, doğal olarak da iyice hantallaşan ve bir noktadan sonra da kitlesine nefes darlığı bahşeden bir karmaşıklık bu! Genellikle akıllı ve mantıklı hareket etme pahasına, akla gelebilecek neredeyse bütün saçmalıkları, son derece doğal bir şekilde icra eden karakterlerin akıbetlerine, şu dakikadan sonra kafa yormuyor olsak da; seyircinin neredeyse filmin ortasında işin içinden çıktığı final kısmını, ölümüne uzatmanın mantığını çözebilmiş değiliz. Seyirci finalde olup bitecekleri çözebiliyor çünkü film o kadar uzun ve izleyici filmden o kadar sık kopuyor ki, nihayetinde olayların akışından sıyrılıp finalde karşısına çıkabilecek tüm olasılıkları kendisine tanınan o uzuuuuuuunca süre içerisinde toparlamayı başarıyor. Eh! Seyircinin, filmin bu kadar önünden yürümesi, hatta koşturması; kaçınılmaz olarak, izlediği her sahneyi bir öncekinden daha boğucu ve sıkıcı kılıyor.
Öyle ya da böyle, Karacadağ, izleyicisini tam ortadan ikiye bölmeyi başarmış bir yönetmen ki bunun gerçekten iyi mi, yoksa kötü mü olduğu da tartışmaya açık! Neticede yönetmenin elinden çıkacak her türlü işi, “inandırıcı” olduğu gerekçesiyle peşin peşin kucaklayan bir kitle olduğu gibi; adının yüksek sesle söylendiği ortamdan koşarak uzaklaşmayı sakıncalı görmeyen sinemaseverlerin sayısı da oldukça fazla! Bir de başına nelerin gelebileceğini bildiği halde, her seferinde sinema salonuna koşturan bir başka kitle var ki, öyle sanıyorum en büyük acıyı çekenler de onlar!
En sonunda Karacadağ ı cin çarpmış… Bir miktar daha özel efektelere ve oyunculara dikkat ederse uluslararası korku filmi çekebilir.
yalnız bu defa cidden yapmış hasna karacadağ.filmdeki aynalarla yapılan sahneyi çok beğendim.bir de cinle evli adamın oradaki beşikte cin bebekli sahne atmosfer olarak güzeldi.oyunculuklar da yerindeydi.tek sorun gereksiz bir uzunlukta olmasıydı.
Ben gerçekten çok beğendim. Ustalıkla hazırlanmış bir filmdi.
yapabildiğimiz en iyi korku filmi serisi. türklere özgü konular işlenerek yapılıyor, yapımcıları tebrik ediyorum
Karacadağın filmlerindeki içine cin kaçmış tüm oyuncular fena çuvallıyor. Oyunculuk hakikaten berbat. Efektler rezalet, Aksiyon için tek yaptığı şey kamerayı sallamak, Odak yok, Makjaj berbat, Sesler kuru gürültü, Tek tutulacak yanı konu seçimi, Film boyunca sadece tek ürpertici sahne var, oda köyde geçen bir sahne, Bu etkiyi 9 noktada hissrettirsin, konu seçiminede 1 puan vererek 10 üzerinden kötü oyunculuğa rağmen 10 verebilirdim. Fakat bu haliyle 10 üzerinden 2 puan.
dabbe serisi devam edecek gibi bence.
Ben bu filimi seyrettikten sonra bütün psikolojim bozuldu. Şu anda geceleri ve yalnız kalmaktan çok korkuyorum. Bence böyle filmler hiç yapılmamalı. Bence yayından kesinlikle kaldırılması gereken filmlerden biri.
Hassas bünyeler için psikoloji bozabilecek bir sevyede adrenalin ve korku dolu bir flim.
Karacadağ bu film ile artık “korku filmidir, korkutur” vurgusundan uzak bir yapım ile karşıma çıktı. Filmin tamamı ile korku filmi oldugunu sananlar ya bu filmi izlememiştir, ya da anlamamıştır.
karmaşık bir psikoloji ile beyni ortadan ikiye böldüğü doğrudur. Ben açıklıkla hiçbir filmini sevmememe ragmen, Cin çarpması beni fazlası ile çarpmıştır
Filmi bir türlü izleyemedim ama, film hakkında düşüncelerini yazan yazarımız, aynı noktaları dönmüş, aynı şeyleri yazmış ama sıkılmamış entel yorumlardan.
Yani Hassan anlaşılan sen de okumaktan sıkılmamışsın o entel yorumları… Üstelik, henüz filmi izlemediğin halde yazıya vakit ayırmışsın… Ben daha bir okurdan ne isteyeyim söyler misin :) Saygılar şelale…
Bu kadar mükemmel bir film için böyle berbat bir inceleme yazmış olmanız çok üzücü. Umarım şu an sinema ile bir ilginiz yoktur.