Geçtiğimiz Cuma günü vizyona giren Damat Koğuşu filmi, büyük bir cesaret örneği sergiliyor ve Damat Koğuşları’nı tüm gerçekliğiyle masaya yatırıyor. Bu sebeple filmin yönetmeni İlker Savaşkurt ve filmin tek kadın kahramanı Münibe Millet ile Damat Koğuşu’nu konuştuk…
İlker Savaşkurt’a Sorular…
[divider style=”solid” top=”20″ bottom=”20″]
Damat Koğuşu ilk uzun metraj filminiz. Çıkış noktanız ne oldu?
Yıllar önce bir hikâye dinlemiştik. O ara sektörde oyunculuk ve yönetmen asistanlığı yapıyordum. Bir arkadaş beni buldu ve böyle bir hikâyeden bahsetti. Lakin anlattığı hikâye bize olgun mu gelmedi, o dönem mi yapmadık bilmiyorum, zaten epey amatördük. Ama damat koğuşu fikri sürekli gündemimizde kaldı.
Sonra Sürgün Türküleri filmini çekerken Yılmaz Güney’in Duvar filminde çocuk hapishanelerinde gerçekleşen çocuk istismarı, tecavüz ve olmayan adalet kavramları üzerine sorular sorup çekimler yaparken, sıradaki projenin damat koğuşu olması epey mantıklı ve tutarlı geldi bizim için. Arkadaşım Kazım Can Alparslan ile üzerinde çalışmış olduğumuz bazı tretman denemeleri vardı, bunlardan bazı noktalara sadık kalıp meseleyi Mehmet Kala’ya verdik. Mehmet, hem benim ona götürdüğüm ana hikâyeden bir şeyler kullanarak hem de kendi hikâyelerini yaratarak senaryoyu tamamladı.
Film hazırlık süreci nasıldı? Damat Koğuşlarını araştırma safhasında nelerle karşılaştınız? Hangi cezaevlerini dolaştınız?
Mehmet bundan önce 80 darbesi ve darbenin ailelere olan etkisi ile ilgili bir senaryo kaleme almıştı lakin darbeyi gören tanıklık eden birisi değil. Damat Koğuşu hikâyesini içerden kimselerle dinledikten sonra kaleme aldık. Sonraki aşamada bazı gardiyan emeklileri ve cezaevi müdürleri ile diyaloğa girdik. Anlatılan üzerine “fazlası var azı yok” denildiği için tekrardan bir cezaevi ziyaretinde bulunmadık. Biz bir kurmaca film yaptık. Zaten film yapısı itibarı ile yer ve zaman kavramı taşımıyor. Türkiye’de belirsiz bir şehirde, belirsiz bir zamanda geçen bir hikâye. Cezaevi ziyareti bizi pozitif ve negatif anlamda etkileyecektir diye düşündüm. Cezaevleri ile ilgili ziyaretçi olarak deneyimlerim var, bu noktada kalmasını istedim.
Bazı sahneler seyirciyi epey zorluyor, çekerken siz ve oyuncularınız neler yaşadınız?
Ben sektör geçmişi çok kabarık biri değilim. Ekip ve oyuncularımızın çok büyük bir kısmı gönüllü katıldı lakin ana kalemlerin birçoğu kendi alanında çok deneyimli profesyonellerdi. Set başlamadan önce herkese bunun her zaman alışık olduğumuz set hiyerarşisi içinde geçmeyeceğini anlattık. Deneyimlerimiz ne olursa olsun, ekip başlarının ve asistanların filme verdiği tek şey yürekleri oldu. Anlatmaya çalıştığımı özetlersem, set aslında çok eğlenceli geçti. Sadece akşam saatlerinde (bu kararlaştırılmış bir şeydi) sert sahneleri çekmeye başlıyorduk. Gün içerisinde şen şakrak geçen setin ardından gece çekimlerinde kestik sesinden sonra setteki çalışanlardan ya da oyunculardan hiç ses çıkmıyordu. Psikolojik olarak geriliyorduk. Ama bu aramızdaki ilişkiye hiçbir zaman yansımadı.
Filmin durduğu yer itibariyle Damat Koğuşlarının adalet sistemi hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Sanılanın aksine Damat Koğuşu filmi Türkiye hapishanelerine, oradaki şartlara tutulan bir mercek değil. İsim ve konu buna çok müsait lakin biz bu ilgi çekici başlık arkasında başka sorular sormak istedik. Adalet sistemi coğrafi olarak göreceli bir kavramdır. Alanlar küçüldükçe adalet bunun gibi boyut değiştirir. Hapishaneler aynı sokaklar, mahalleler, okulların sınıfları, askeriye koğuşları gibi kendi yazılı olmayan adaletini yaratır. Türkiye ve coğrafyası linç kültürüne, idam gibi ağır cezalara çok yakın toplumlar. Bir tecavüz suçlusunun (halk içerisinde) sadece hapishaneye girmesi asla yetmez, Damat Koğuşu’nda ya da hapishanenin başka bir segmentinde işkence ya da acı çekmesi gerekir. Ve takdir edersiniz ki bu sadece sokak efsanesi değildir. Tabii bizim filmimizin yaklaştığı bir nokta var, gerçek suçlu kim? Gerçek adalet nedir? Damat koğuşlarında ya da cezaevlerinde sözüm ona “adalet dağıtan” insanlar adalet olgusunun neresinde ayrıca bu kişilerin suçları nedir? Namus, örf, töre gibi kavramları uygulayanlar ve tecavüz suçunu işlemiş bireylerin arasında ne kadar mesafe / farklılık var?
Hukukçu bile olduğumuzda bu konular hakkında verdiğimiz hükümler hiçbir zaman her yerde geçerli olmuyor. Kabul görmüyor ya da tam bir doğrusu yok. Film de tam olarak bunun gibi davranıyor. Hapishanedekilerin, suçlarını, adaletini ya da suçsuzluğunu gözlemliyoruz. Film deki karakterlere empati ya da sempati duyulmaması için kurgu sürecinde epey uğraş verdik. Bu yüzdendir ki klasik anlatımdan biraz uzak bir film oldu.
Bundan sonraki projelerinizden bahsedebilir misiniz?
Aslında yapımcım Abbas Nokhasteh, yazarımız Mehmet Kala ve ben uzun soluklu bir serüvene başladık. Önümüzde çekeceğimiz konusu hikâyesi hazır iki film daha var. Sürgün Türküleri Yılmaz Güney, Güney’in son filmi Duvar ve sürgün insanları ile ilgiliydi. Bu bağlamda Damat Koğuşu ve Sürgün Türküleri kesişen hikâyeler. Onun müziklerini ve Damat Koğuşu’nun müziklerini de Uğur Ateş yaptı. Şimdi sürgün türkülerinden elde ettiğimiz hikâyelerden yola çıkan günümüzde geçen bir film hazırlığındayız. Sonrasında ise beni bu projeleri yapmaya iten ana hikâye olan dedemin kitabını filmleştirmek istiyorum (linki eklerde bu arada, orada daha kapsamlı işleniyor) Bu zaman zarfı içerisinde Türkiye’de bulunduğum dönemde olgunlaşan birkaç proje daha var, üzerinde duruyoruz ve çalışmaya devam ediyoruz.
Münibe Millet’e Sorular…
[divider style=”solid” top=”20″ bottom=”20″]
Projeye dâhil olma sürecinizden bahseder misiniz?
Īlker Savaşkurt ile önceden tanışıyorduk. Film hazırlıkları sırasında tekrar temas kurduk. Ben evde telefon ile sahneyi kaydedip gönderdim. Sonrası çok heyecanlıydı benim için. Uzun süre kameradan uzak kalmıştım.
Senaryoyu okuduğunuzda neler hissettiniz?
Çok etkilendim. Derdi vardı çünkü. Net, dolaysız, cesur buldum. Senaryo boyunca oynayacağım karakterin izlerini aradım. Filme baktığınızda tek bir tane sahnem var. Bu kadar eril bir dünyanın içinde bir kadın ile karşılaşmak ilginç bir grafik katıyor filme.
Kabul etmenize yol açan sebep neydi?
İlker Savaşkurt en başta… İlk filminin bir parçası olmaktan dolayı çok mutluyum. İkinci olarak da sinema filminde oynamak bir oyuncu için çok kıymetli. Rolün büyüğü küçüğü yoktur. Çok şey öğrendim, hatırladım ve güzel insanlarla tanıştım.
Damat Koğuşları hakkında daha önce bilgi sahibi miydiniz?
Biraz, çok yüzeysel diyebilirim. Meselenin genel çerçevesi ile hep ilgiliydim. Bu dünyayı kadın bedeniyle deneyimleyen bir birey olarak mesafeli kalmak çok zor oluyor bazen.
Filmin bu noktadaki duruşunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok kıymetli. Çünkü gerçek. Toplumsal olarak gerçekleri kabul edip yüzleşebilmek gerekiyor. Damat Koğuşu bunu başarıyor. Filmde tüm karakterler temsili. Özdeşleşecek hiçbir şey bulamadığınız için yüzleşmek zorunda kalıyorsunuz.
Başak Bıçak – basakbicak@gmail.com