Suspiria-1977-Movie-PosterSevgili annem ve babam, evliliklerinin ilk yıllarında, daha ben doğmadan önce, Osmanbey’de bir sinemada Suspiria’yı (1977) izledikten nerdeyse 30 sene sonra, ben de dün gece bu kült klasiği, Londra Soho Curzon sinemasında, özel bir gösterimde efsane isimler Dario Argento ve Claudio Simonetti‘nin (Goblins) sunumu ile birlikte büyük perdede izleme şansına sahip oldum. Cumartesi gecesi saat 23:30’da, film başlamadan önce salona Argento ve Simonetti girince içerde kopan alkışı herhalde tahmin edebiliyorsunuz. Muhtemelen yüzde 90’ının zaten daha önce birkaç kere izlemiş olduğu Suspiria’yı adeta izlemek için değil de onurlandırmak için gelmiş bir kalabalık vardı dün gece.

Öteki Sinema için yazan: Can Evrenol

Sunucunun Argento’ya “Sizce neden Suspiria bu kadar ünlü, neden bu kadar özel bir film?” diye sorarak geceye başlaması benim için çok manidardı. Çünkü hakikaten Suspiria’yı dün gece bir kere daha izlerken yine düşündüm… Sinematografik açıdan bakarsak birçok aksaklığı olan bir film Suspiria. Temposu bazen çok düşebiliyor. Hele ki oyunculuklar ve oyuncu yönetimi birçok sahnede o kadar kötü ki, film yer yer gülünç bir hal alıyor. Tabi dönemin İtalyan b-korku filmi severlerinin alışık olduğu bir durum bu. Ancak şu var ki, Suspiria bugün baktığımızda bir b-film değil, bir dünya sineması klasiği statüsüne ulaşmış durumda. Enteresan olan da bu…  Argento’nun bu sorudan sonra gülerek “valla ben de bilmiyorum” demesi de belki gecenin en güzel detayıydı. Suspiria, zamanın diğer filmleriyle karşılaştırıldığında akıl almayacak dehşette cinayet sahnelerine sahip. Grand Guignol faktörü tek başına insanın aklını başından alıyor. Ancak bu tek başına bu filmin ününü açıklayamaz. Filmin mavili kırmızılı Mario Bava-vari ışıklandırılması ve Goblins’in eşi benzeri olmayan muhteşem müzikleri de bu ünü açıklamaya yetmez. Argento’nun da dediği gibi “Bu filmin kendine has başka bir büyüsü var”…

Almaya’da bir bale okulunda geçen bu cadı hikayesinin, daha açılışındaki havaalanı sekansı aslında filmi çok güzel özetliyor. Gerçeküstü (sürreal) kullanılan kırmızı ve mavi ışıklar eşliğinde gişelerden geçen Suzy, havalanının kapılarından gecenin karanlığına doğru bakarken Goblin’in o tüyler ürpertici müziği başlar. Kamera bir Suzy’i, bir kapıyı gösterir. Kamera Suzy’i gösterince müzik birden pat diye kesilir. Kamera kapıyı ve gecenin karanlığı gösterdiğinde müzik tekrar pat diye geri gelir. Sadece play ve stop tuşlarına basarmışçasına kaba ve kendine güvenen bir ahenk vardır ses ve görüntü arasında. Seyirciyi hem şaşırtam hem de geren bir durumdur bu. Dediğim gibi, bu başlangıç sekansı, filmin bütnünün atmosferini ve tarzını özetlemesi açısından çok önemli bir yere sahiptir.

“Bu filmin son 12 dakikasından daha korkunç bir şey varsa o da ilk 92 dakikasıdır.”

blankTabi filmin ilk 12 dakikasındaki o korkunç cinayet de, sinema tarihinde tek başına bambaşka bir yere sahiptir. Özellikle defalarca göğsünden bıçaklandıktan sonra kızın artık göğüs kafesinin açılması ve yakın çekimde bıçağın kızın  kalbine saplanması ve hatta kalbinin içinden kanlar akması sahnesi şahsen başımı döndürmüştür. Aslında yakın çekim yaptıkça pek de gerçekçi olmayan bu sahne, gerçekçi olmaması ama korkunç vahşi ve sivri olması sebebiyle izlerken çok rahatsız olduğum ama bir yandan da kahkahalarla izlediğim bir sahnedir. Ütelikler kızın başına gelecekler sadece bu kadar da değildir! …

Argento’ya seyircilerden gelen ilk soru “Suspiria” isminin projenin en başından beri filme isim olarak düşünülüp düşünülmediği ve kelime anlamı olarak ne demek olduğuydu. Argento en başından beri Suspiria ismiyle yola çıktıklarını belirtti ve bakın Suspiria bu demektir diyerek mikrofona yaklaşıp Darth Vader gibi ağır ağır nefes alıp verdi… Bu filmi daha çok bir korku filmi mi yoksa sanat filmi mi olarak gördüğüne dair bir soru üzerine de Argento yine gülerek “e tabi bu benim filmim, sanat filmi olarak görüyorum” dedi.

Claudio Simonetti de her seferinde belirttiği gibi, o genç yaşlarında Argento’nun Goblin grubuna bu kadar güvenerek filmin müziğini onlara emanet ettiği için Argento’ya teşekkür ederek sözlerine başladı. Argento ve Simonetti Profondo Rosso (Deep Red) (1975) filminin başarısından sonra Yunanistan’a bir tatile çıkmışlar (Asia Argento ve Daria Niccolodi’nin zamanında bana anlattıklarına göre sanırım aynı tatilde İstanbul’a da uğruyorlar). Bu tatilde telli bir modern Yunan çalgısı olan “bouzuki” ile tanışmışlar. Türkçe “bozuk saz” lafından türeyen bir isim “bouzouki”. Bizdeki sazın bir benzeri. İtalya’ya döndüklerinde Goblin’in Suspiria için yaptığı müziğin belkemiğini de bu bouzouki oluşturmuş ve filme kesinlikle sıradışı ve mistik bir hava vermiş.

Dario Argento, Suspiria’nın, müzikleriyle, sanat yönetimiyle, Grand Guignol sahneleriyle ve bir çok başka detayıyla bir deney, bir deneme olduğunu üzerine basarak belirtti. Filmin hem bir b-film olması hem de bir klasik olmasının temelinde de bu yatıyor zaten bence. Zamanında onları bu kadar cesur ve çılgınca davranmaya iten şeyin de muhtemelen kullandıkları uyuşturucular olduğunu da gülerek ekledi…

Argento’nun her cevabıyla birlikte kahkahalar atan seyirciler de sonunda yine Argento’yu ve Simonetti’yi alkışlayarak uğurlayıp, Suspiria’nın karanlığına doğru bir kere daha yola çıktılar…

blank

Can Evrenol

University of Kent’ten “Sanat Tarihi” ve “Film Theory”mezunu. Bahçeşehir Üniversitesi’nde seçmeli sinema dersi vermekte. MEHTAP ve OMEGA VATAN isminde iki kısa romanı var. Yeni sinema filmi SAYARA (2024) çok yakında!

9 Comments Bir yanıt yazın

  1. Hakikaten “bu filmin kendine has başka bir büyüsü var” …

  2. Can, hasetimden çatladım desem yeridir. Hayat bazen ne kadar zalim oluyor. Şimdi dünyaya küsüp bir süre içime kapanmaya karar verdim. :)

  3. Kötü filmlerdeki kötü adamlar da böyle gülüyorlar işte… :)

    Şaka bir yana, herhalde bir 10 yıl önce yaz sezonunda Çemberlitaş Şafak sinemasında Inferno’yu izlemiştik. Küçük bir salon, kocaman bir perde aklımda kalmış. Ses düzeni ise öyle yüksekti ki komedi filmi oynasa da ödümüz patlardı. Ses de öyle patlıyordu işte. Daha önceden de yine böyle bir toplu gösteride izlemiştim ama yine de hoş bir deneyimdi. (Aslında ilk olarak Lise-1’de iken Beşiktaş’ta izlemiştim. Ama o tam tersine olabildiğince kısık sesliydi.) İlk olarak çocukken videoda izlediğim Suspiria’yı zamanında sinemada izleyebilmiş olsaydım şu anda yoğun psikozlarla uğraşmış olurdum herhalde. Yine de keşke diyorum…. da…. birileri böyle fena fena gülüyor işte :)

  4. Can ben de çat diye çatlamak üzereyim, neresinden tutup da düzeleyim?

  5. Beşiktaş Mıstık Sineması’nda yaz mevsiminde bazı hafta sonları korku günü olurdu. Tek bir bilet ile sabahtan akşama kadar birbirinden farklı korku filmleri arka arkaya gösterilirdi. Bir hafta sonu Suspiria ve Inferno’nun da içinde olduğu bir set izlemiştim. 5. filmden sonra çıkmıştım, son vapuru yakalayıp eve dönmek için. Güzel bir gündü…

  6. suspiria’yı ilk izlediğim geceyi hatırlıyorum. arkadaşıma her 20 dkkada bir mesaj atıp film dediğin böyle olmalı diyordum. tabi zamanla değişti düşüncelerim, artık Suspiria gözümde özel bir yeri olan, tamamiyle kendine has bir film.
    senaryo olarak, oyuncluluk olarak, inandırıcılık olarak değerlendirmemek lazım, her sahne diğerlerinden kopuk, detaylıca düşünülmüş bağımsız bir çalışma. parça parça dizilmiş aynı konunun farklı uzuvları, ancak bir şekilde birbirine eklemlenmiyorlar.
    Profondo Rosso, Argento’nun en iyi filmi fakat Suspiria kadar özel bir film değil. zaman içinde Suspiria’nın bu büyüsü daha da artacaktır..

  7. 1980’lerin ortalarında iki arkadaş “korku filmleri haftası”nda beyoğlu emek sinemasına topkapı’dan yürüyerek bu filmi izlemeye gitmiş,o malum türkiş afişi görünce (kırmızı kanların aktığı ,bu filmi izleyenler sigortalanıcaktır yazan afiş) tırsaki olup şişli sitede “conan the destroyer” i izlemiştik.sen the omen-awakening-the changeling-the exorcist-the howling-the entity-poltetrgeist-evil dead 2 vb.. gibi yığınla korku klasiğini sinemada izle bu filmi kaçır,hemde korkarız diye.sonra vhs’den arkadaşlarla herhafta sonu yaptığımız korku filmleri akşamında izlemiş ama bu seferde gereken tırsıklığı yaşamamış aksine eğlenceli kahkahalı bir akşam geçirmiştik.rahmetli metin demirhan’ın dediği gibi bu filmi sinemada izlemek/yaşamak gerek.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

El Libro de Piedra / The Book of Stone (1969)

The Book of Stone: İşte Meksika sinemasından tam bir kült
blank

Insidious / Ruhlar Bölgesi (2010)

Insidious filminin adını ilk kez duyduğumda "yüzlerce örneğini izlediğimiz perili