Bu Tünelin Ucu Biraz Kötü Bir Yere Çıkıyor!
Serinin tek sevdiğim filmi olan The Fast and the Furious (2000) ve Vin Diesel’ın Riddick serisiyle beraber bildiğim tek filmi olan xXx’in (2001) yönetmeni Rob Cohen’ın 96 yapımı Daylight filmini ilk defa TV’de izlemiştim. Muhtemelen “Tünelde Facia” gibi tanıtımlık bir isimle kendine Show TV’de ya da ATV’de falan yer bulmuştu. Sylvester Stallone’nin o dönemler için düşüşte sayılabilecek kariyeri adına pek de iyi etkileri olmayan film, ne yazık ki Sly külliyatının en zayıf halkalarından biri oldu. Fakat kendime has sebepler nedeniyle çok sevdiğim için, düşük IMDB puanı nedeniyle görmezden gelenlere tünelin ucundaki ışığı göstermek için yazıyorum. Karşınızda Daylight!
Öteki Sinema için yazan: Emel Bilge Çınar
Filmin yazarı, 90’lar döneminin belli başlı “felaket” filmlerinde iki adet incisi olan Leslie Bohem. Biri konumuz olan Daylight (1996) diğeri de daha sonra değineceğimiz Dante’s Peak (1997). Kendisi aynı kafayla 2011’de “The Darkest Hour” diye bir film yapmaya kalkıştı ama o kadar ağır patladı ki aslında sahip olduğu güzel malzemeyi çarçur etti diyebiliriz. Sonuç olarak Bohem’ın “bir yerde kapalı kalmak ve kapana sıkışmak” durumundan defalarca ekmek yediğini görebiliyoruz. Bu örneklerin en güzeli de bence konumuz olan Daylight.
Filmin kanaatimce oldukça güzel olan Soundtrack’ini, MacGyver’dan tanıdığımız Randy Edelman yapmış. Film müziği piyasasına özel ilgi duymayan kimselerin hemen hatırlayabileceği bir isim değil kendisi. Rob Cohen, Edelman’dan epey memnun kalmış olacak ki hemen her projesinde birlikte çalışmışlar; Daylight, xXx, The Mummy: Tomb of the Dragon Emperor… Benim için bu detay oldukça önemli çünkü Daylight’ı tam bir 90’lar filmi yapan özelliklerin başında, o döneme has tınısı ile Edelman’ın besteleri geliyor. Albümün en güzel üç parçasını eğer Youtube’a erişebilen şanslı kişilerdenseniz şuradan dinleyebilirsiniz.
Özel ve görsel efektlerinin başarısını bir kenara koyarsak, filmin en büyük bombası tanımakta zorluk çekeceğiniz Viggo Mortensen’dır bence. Risk almayı seven, ukala ve züppe kişiliği ile filmin en akılda kalıcı karakteri olan Roy Nord’u canlandırdığını fark ettiğimde gözlerim yerinden fırladı. Daylight’ı ilk defa TV’de izlediğim senelerde kariyeri henüz yok sayılırdı adamın. Çünkü Mortensen hemen hepimizin hayatına Lord of the Rings serisi ile girdi ve açıkçası ondan önce bir film çevirmiş olması ihtimalini bile düşünüp “nerede oynamış acaba?” dememiştim. Filmdeki diğer oyunculara baktığımda bir çoğunun küçük rollerle TV’ye yöneldiğini gördüm. O nedenle Sylverster Stallone ve Viggo Mortensen dışında akılda kalan biri yok bence. Belki Rihanna aksanlı Vanessa Bell Calloway’i de bu listeye ekleyebiliriz. Kendisi Shameless’ta yine baya bir rol almış.
Evet, filmin güzel olarak bahsedilebilecek özelliklerinden bahsettim. Zaten geriye en ilgi çekici ve izlemesi zevk veren kısım olan “özel ve görsel efekt” kısmı kalıyor. Ona da yazının sonuna doğru ayrıca değineceğim. Şimdi gelin, Daylight’ın Hudson Nehri’nin dibini boylamasına neden olan klişelerini ve saç baş yolduran, olmaz olası karakterlerini şöyle bir inceleyelim!
Beceriksizlikte ve tutunamayanlar özel liginde, dünyanın en gereksiz filmlerinden biri olduğu için ilgi alanıma bodoslama giren The Sky is Falling’teki (2001) Emily Hall’la yarışan Madelyne Thompson karakteri ilk sırada. Giriş kısmının oldukça önemli bir bölümünü Madelyne’in ne kadar başarısız, depresif, hayattan bezmiş, pis ve dürtüsel bir karakter olduğunu izlemekle geçiriyoruz. Kendisi Excel’de tiyatro oyunu yazmaya çalışan bir manyak olduğundan, hiçbir piyesi sahneye konmuyor ve faturalarını ödeyemeyecek hale düşüp, pılını pırtını toplayıp şehri terk etmeye karar veriyor. Belki bu cenabet kadın tünele girmeseydi, bu elem verici kaza hiç gerçekleşmeyecekti bile. O nedenle Madelyne Thompson’ı listenin başına yerleştirdim.
Bu arada küçük bir not; Madelyne Thompson ve Emily Hall adlı kadınlar Hollywood’ta öyle güçlü bir etki yaratmışlar ki, bitirmesi gereken bir kitap falan olan tüm film karakterleri bomboş metin işlemcisi ekranına bakıyor. Bunun örneğini Limitless’ta (2011) bile gördük. Eğer bir Hollywood karakteri, yakın planda yanıp sönen imlece sarıyorsa, bilin ki o işte bir iş var. Mutlaka bir sıkıntı çıkacak.
Listenin devamında dünyanın en gereksiz, sorunlu, itici ve iletişim özürlü ailesi Crighton’lar, kibirli ve laf anlamaz şef Dennis Wilson ve bir üst modeli Mrs. London, köpekleri yüzünden filmi yarım saat daha uzatıp, IMBD ortalamasını 3 puan birden düşüren yaşlı Trilling ailesi, aptal mahkûm Mikey ve daha da aptal mahkûm Kadeem var. Aslına bakarsanız filmde sinir bozucu olmayan hiçbir karakter yok gibi ve ben hepsini hatırlamak için tekrar Daylight izleyemeyeceğim :)
Ve tabii ki klişeler… Amiri ile takışan yetkili kişi, herkesle takışan fakat sonunda sözüne gelinen er kişi, zor durumun en cafcaflı yerinde bir donma gelip “Ay ben yapamam” diyerek grubun geri kalanını tehlikeye atan kişi… Daha bitmedi. İletişim sağlanması gereken bir süreçte, en önemli cümlede kesilip herkesi zora sokan telsiz, stresle muhabbet kuşu kadar başa çıkamayan insan topluluğu, laf dinlemeyip o heyecanla hem kendisinin hem de peşinden gelenlerin ölümüne neden olan kişi… Ne yazık ki bu sinir bozucu klişeler aslında klostrofobi, patlamalar ve gittikçe kötüye giden durum stresini oldukça iyi harmanlayan Daylight’ın puanını düşürüyor. Ama ne olursa olsun, hakkı verilmesi gereken bir yön de var. O da başından beri bahsedip durduğum özel efektler.
Filmde çok az dijital efekt kullanılmış. Mekan büyük oranda gerçek. Kit Latura içeri girmeden önce tünelin iki ucunu da çökerten patlamayı çekmek için çok detaylı bir minyatür kullanmışlar. Gerçek set olarak kullanılan bölümler için, oldukça uygun imkanları olan Cinecitta Studios tercih edilmiş. Bu nedenle filmde yer alacak çok sayıda araç ABD’den Roma’ya nakledilmiş. Söz konusu tüneli canlandırabilecekleri ve su baskını yaratılabilecekleri en büyük ses geçirmez seti -Sound Stage- Roma’da bulabildikleri için oraya taşınmışlar. Ayrıca patlamaların, çökmelerin, su baskınlarının birçoğu efekt değil, bilakis tamamen gerçek. Bu nedenle Empire bile “Daylight is great because it never tries to be any more than it is — a disaster movie with all the special-effects hoopla the ’90s can bring.” diyerek filme zamanında 4 yıldız vermiş. Tabii bunda Sly’a 17 milyon dolar sayan Universal’in ne kadar etkisi vardır, bilemiyorum :)
Son söze gelelim.
Sylvester Stallone’nin -Driven (2001) ile aksiyon sinemasına dönene kadar- patlamaya çatlamaya veda etmesine neden olan, Amerika’da bile fazla ilgi görmemiş, feci şekilde “batmaktan” yabancı gösterim sayesinde kurtulmuş bir film Daylight. Ve evet, karakterlerinde, kurgusunda, tavsayan son bölümünde falan ciddi hatalar var. Fakat 90’lar sinemasını seviyorsanız ve özellikle felaket filmlerinden hoşlanıyorsanız Daylight’a küçük bir şans vermenizi öneririm. Ben 90’lar sinemasını çok sevdiğim için, hele de bir de içinde Sylvester Stallone ve özel efektler varken, aynı tadda bir şeyler izlemek isteyenlere gönül rahatlığı ile öneriyorum. Ama yeni izleyiciler, özellikle “iyi sinema” olsun diyenler, galiba gün ışığına bu tünelde çıkmamalı. Şansını başka bir filmle denemeli.
Herkese iyi seyirler!
Filmin Türkçe ismi ‘Gün Işığı’ idi.