D@bbe ilk gösterime girdiğinde heyecanlandığımı, evde “Bu Dabbe’t-ül Arz olmalı” diye dolandığımı kabul etmem gerek. Hasan Karacadağ’ın 4 yıl önce Japon filmlerinin etkisinde kotardığı Dabbe, Büyü ile birlikte Türk korku filmlerine bir ivme kazandırmıştı. İlk filminde Türk-İslam Korkusu gibi bir alt tür yaratma çabası ile büyük bir riske giren Karacadağ bütçe ve oyunculuk problemlerine rağmen orta halli, ilginç bir filme imza atmıştı. Ancak bilemezdik ki bu göreceli başarısı Karacadağ’a en büyük kötülüğü yapsın ve bir ego şişkinliğine yol açsın.
İkinci filmi Semum ile ilk taşı koyduğu yere bina inşaat etmek isterken tökezleyen Karacadağ, benim gibi artık ondan daha olgun işler bekleyen seyirciyi de hayal kırıklığına uğrattı. Ama Cehenneme gitmek gibi fantastik sahneleri ile Semum yine de D@bbe’yi aratmıyordu.
Dabbe 2 -kendi deyimiyle “Hasan Karacadağ’ın Üçüncü Korkusu”- sonunda sinemalarımıza teşrif etmiş bulunuyor. Yönetmenin eleştirmenlere karşı hoşgörüsüzlüğü nedeni ile basın gösterimi yapılmayan film hakkında pek fazla yorum bulma şansı olmadığından gidip seyretme gereği duydum. Bu yolda yanıma sitemizden Can Evrenol, Tolga Demirtaş, Murat Kızılca ve Korkusitesi’nden de Yasin Karakaya’yı alarak koltuklara oturduk… Onlara bu işkenceyi yaşattığım için ne kadar özür dilesem de azdır!
Filmin konusu şu şekilde verilmiş;
Kıyamet Saati Yaklaşıyor… İnternet yoluyla tüm dünyaya hızla yayılan ve her eve giren D@bbe, ona eşlik eden Cinler ve bilinmeyen gölge varlıklar dünyadaki tüm elektromanyetik sistemleri ve interneti ele geçirerek son saldırı için göklerden gelecek bir işareti beklemektedirler. Huzursuz ve tedirgin edici bir İstanbul şafağında göklerde beliren garip ve siyah bulut kümeleri ağır ağır açılırken arkalarına saklanmış olan “DUHAN” az sonra başlayacak kara istilanın ilk işaretidir. Kuran’da Duhan suresinde belirtilen ve aniden göklerden inecek olan ürkütücü kıyamet alameti DUHAN artık yeryüzüne doğru hareket etmeye başlamıştır. İstanbul’da son saatin yaklaştığından habersiz ve kendi dünyalarında sessizce yaşayan bir grup insan, kara bir felaketin arkasına gizlenmiş, sır varlıklarla karşılaşmanın dehşetini yaşayacaklardır. Kıyametin en korkunç alameti olan DUHAN’dan bir kaçış yolu var mıdır?”
Ancak sizi uyarmalıyım ki filmin senaryosu ile şu yazı kadar uğraşılmamış… Değil Duhan, Adam Sandler‘ın Zohan’ı gelse korkutamaz. Karacadağ’ın egosu daha filmin ilk saniyesinde kendi imzası ile yazdığı, eserinin bazı bünyelerde tahribata yol açabileceği sözleri ile ortaya çıkıyor. Hangi devirde yaşıyoruz da bir yönetmen filmin başına bu ve “Karacadağ’ın Üçüncü Korkusu.” gibi laflar yazma gereğini hissediyor. Film zaten kulak zarında yarattığı tahribat dışında bünyeye bir etki yapmıyor. Filme giden seyirci de geri zekalı değildir herhalde Karacadağ’ın kaçıncı filmi olduğunu merak etse bir yerden bakar. Siz Carpenter filminde gördünüz mü hiç “Carpenter’ın bilmem kaçıncı korkusu…” diye bir ibare?
Karacadağ’ın kişiliğinden kurtulup filme dönmeye çalışırsam fazla söyleyecek bir laf da yok. Bir villada geçen hikayede Lost sever cinler kara duman kılığında yüksek desibelli seslerle gelip gidiyorlar. Beş kişilik oyuncu ekibi de onlar geldikçe ciyaklayıp susuyor. Diyalog desen yok, pratik desen sallanmakta…Ben de saçmalıyorum. After Effects’e sırtını dayayan Karacadağ artık bu oyunlarla seyirciyi korkutmaya çalışmayı bırakıp doğru düzgün bir hikaye kurgusu oluşturmalı. Yani bir ses bir kere korkutur, iki kere korkutur, ama bütün film sağdan soldan aynı seslerle korkutmaya çalışmak boşa kürek çekmektir. Verebileceğim en güzel tavsiye filmi illa seyredecekseniz kulak tıpacı ile seyretmeniz yönünde olacak.
Bu kadar ses kirliliği arasında oyuncuların ne dediklerini de duymak pek mümkün olmuyor. Zaten konuşamıyorlar da. Hani doğaçlama olsa daha iyi olurmuş gibi bir hissiyat var diyaloglarda. Bir de din kavramı muhabbetleri var ki hiç girmek istemiyorum. İnançsızsan cinler seni çarpacaktır gibi bir çıkarım yapabiliriz filmden.
O kadar yanlış teknikler var ki filmde nereye el atsam elimde kalacak. Bir süre sonra kamera bir yere sabitlenmiş oyunculara dört beş dakika avazınız çıktığı kadar bağırın denmiş gibi geliyor. Kadraj değişiyor, yine aynı işkence. Bir de Lovecraft kitabı Dagoon’u gözümüze sokma çabası var. Gönderme nasıl yapılmaz konulu bir teze örnek oluşturabilir rahatlıkla.
Fragmanda görülen yanan İstanbul manzaraları da film içinde pek de iyi durmamış ne yazık ki. Zaten fragmanda gördüğümüzün dışında bir şey de yok. Burada da diyaloglar o kadar boş ve televizyonda bu sahnelerin nasıl ve neden verildiği o kadar havada ki görsellik geri planda kalıyor.
Dabbe 2 korkutmuyor ancak bir seyirci olarak sinirlerinizi bozuyor, nefretinizi kazanıyor. Dabbe gibi eğlenceli bir yapısı, bir sebep sonuç ilişkisi yok. Nasıl olsa Türk seyircisi anlamaz bu filmlerden, Kitap’tan ver bir pasaj ağzı açık seyretsin gibi bir mantıkla çekilmiş gibi.
Türkiye’de cinlere takıntılı büyük bir topluluk var. Hatta bu insanlar cin demeye bile çekiniyor. “Üç harfliler” olarak adlandırıyorlar korktukları bu imgeyi. Karacadağ da buradaki boşluğu kullanmak istiyor doğal olarak. Kendi bilgi birikimini de işin içine katıyor. Ancak özellikle diyalog ve senaryo teknikleri ile ilgili kendini çok geliştirmesi lazım. Filmin başında müzik dışında her şeye kendi adını yazıp tek adamlığa oynaması kendisine bir katkı sağlamaz. Yoksa kariyeri bir dördüncü filmi daha kaldıracak durumda değil. Zaten Allah’ın hakkı üçtür…
Öteki Sinema için yazan Masis Üşenmez
Not: Hasan Karacadağ sinemasını merak edenler için Semum yazımız ise burada!
Hayatımda izlediğim en dandik filmlerden birisiydi. 4 haftada çekilen filmden de ne beklenir. Kimseye tavsiye etmiyorum arkadaşlar.
Filmin afişi bile o kadar kilişe ki, yani hayatında ilk Dabbe kazığını yememiş korku filmi meraklıları bile iki adım uzak durur bu afişten.
Öte yandan Dabbe 1 ya da 2 farketmez bence tam bir zaman, emek ve para kaybı. İnsan korku filmi sevdiğine seveceğine pişman oluyor bu filmi görünce. Ve hala anlam veremiyorum, neden 2 ya neden ???
ahahahahah ”Değil Duhan, Adam Sandler‘ın Zohan’ı gelse korkutamaz”
bırak bu işleri devlet su işleri… böyle filme böyle yorum!
Geliyorlar….Gelsinler cancağazım gelsinler…:))
İslamik öğelerle türk halkını korkutamazlar. Edebiyata ve Folklora inmemiz lazım. Ama kaynakta yok hiçbir edebi ve folklor metin yok ki…
Pulse filmini izleyenlerin zaten hemen kafalarında ampül yanacaktır.Nediyelim ki sayın Karacadağ’a, eline sağlık.
Karacadağ bu kadar iddialı olmasa (ki gerçekten çok iddialı) filmlerine belki biraz daha sempati duyulabilir. Ama öyle de olsa, bu filmlerini daha iyi bir konuma getirmiyor. Belki uzak doğu ile olan alakasından dolayı farklı geliyordur diyeceğim… ama öyle de değil. Ki aramızda, Ringu ve Ju-On dışında bir sürü uzak doğu korku filmi izleyenler az değil. Hatta o taraftan baktığımda daha bile başarısız buluyorum. Karacadağ, sanırım pek korku filmi çekilmediği için mucizevi bir şey yaptığını düşünüyor. Yanlış anlaşılmasın, aslında kendisini, en azından “ciddi” bir korku filmi çektiği için takdir bile ediyorum. Ama bu filmlerin hem genel hem de özel seyirciye zevk vermesi için önündeki en büyük engel, yine kendisi, yani kendi sinema anlayışı. İlk D@bbe ile, zamanında gösterime girdiğinde çok fazla dalga geçilmişti. Kairo (Pulse) filmine rahatsız edecek kadar benzemesi dışında, tamam, iyi bir film olduğunu kimse söyleyemez, ama “canım Türkiye’m” mantığıyla dalga geçilecek bir film de değildi. Aslında, uzak doğu beslemeli gerilim anlayışı Semum’da daha bir işlevliydi. Ta ki Semum ortaya çıkana kadar. (Filmlerle kolay kolay dalga geçen biri değilim ama, hangimizin aklına maskot Eddie gelmedi ki…) Yine de, Karacadağ’ı iddiacılığı yüzünden suçlu buluyorum. Bu yüzden aslında hoş bir espri olabilecek “bir bilmemne korkusu” bile insanlara batabiliyor.
“İslami öğelerle Türk halkı korkutulamaz” diye bir teoriyi çok da mantıklı bulmuyorum. Bir yönetmen olarak, seyirciyi ciddiye alır, beklentilerini iyi bilirseniz, kocaman karanlık bir sinemada, veya karanlık bir evde tv karşısında korkutamayacağınız birileri kolay kolay çıkmaz. Kastettiğim sadece dann-dunn sesler veya dolaptan aniden çıkan kediler de değil.
Her eleştirmeni dikkate almak mümkün değil, gerek de değil. Ama, filmlerine davet etmemekten önce, “birilerinin”, her seyircinin aslında bir eleştirmen olduğunu unutmaması gerekiyor.
quattro :=)
Nam-ı diğer “Crab Attack”!! Yok, yok. Neydi? Karabatak!! :)
‘Diyalog desen yok, pratik desen sallanmakta…’
Hahaha..Yazmayacaktın Masis! Dayanamadın değil mi?:D
Başıma ne geleceğini bildiğim için bu filmi ve daha öncekileride izlemedim. Bu yazıylada pekiştirmiş oldum. Saol.
Arkadaşlar,dabbe 2’yi seyretmedim,dabbe’yi seyretmiştim ama.Yorumlardan da anlaşılacağı üzere 2.yi seyretmeye hiç gerek yok.Fakat ben başka bir konuya değineceğim,sitemizin de formatına uygun bir film değil gerçi ama geçenlerde eşimin zoruyla “Adını Sen Koy” a gitmek zorunda kaldım.Gs-Fb derbisinde Gs’li bir taraftarın hatır için Fb trübününde oturmak zorunda kalması belki daha az zorlayıcıdır.Türler farklı olmakla beraber o kadar dandik bir film seyredilebiliryorsa,dabbe2’ye de bir şans tanınabilir (örnek vermek gerekirse elma ve armut farklı şeylerdir ama ikisinin de çürüğü sonuçta çürüktür,çürük elma yiyebilen biri çürük armut da yiyebilir ,nasıl benzetme ama). Sonuçta (ben aslında sinema hayranı dolu olan bu platformda Adını Sen Koy’a bindirmek istedim :) Adını Sen Koy,drama filmlerinin “Dünyayı Kurtaran Adamı” olmuş.Eh dabbe2 katlanılması bundan daha zor bir film değildir sanırım.Saygılar
Bu arada “Adını Sen Koy” takıntım yüzünden lafımı unuttum.Türk milletini Kur’an ile korkutamazsınız savına ben katılıyorum.Niye katıldığıma gelince,müslüman olmasa bile hak dinlere inanan bir kimse bu dünyanın sonunda yok olacağını,kıyamet gününün geleceğini ve bunun aslında bir cezalandırma olmadığını,cezalandırmanın ölümden sonra öteki dünyada gerçekleşeceğini bilir.Bu durumda tüm kutsal kitapların önceden haber verdiği bir son ne diye bir korku unsuru olsun ki?Sanki kıyametten kurtulmak mümkünmüş gibi.Tamam kıyamet anında yaşanması öngörülen şeyler korkutucu olabilir ama ikisi arasında çok büyük fark var,kıyamet koparken başımıza gelmesi muhtemel olayları görmek korkutucu ya da asap bozucu olabilir ama kıyametin kendisi korkutucu ya da asap bozucu olamaz,her akşam güneş batacak akşam olacak diye korkulur mu? Bundan korkan biri olsa olsa ruh hastasıdır ve tedavi edilmesi gerekir.Saygılarımla
Türk korku filmlerinde genelde bir öykü anlatmaktan ziyade korkutma kaygısı var, bunun nedeninde de sanırım doğru düzgün bir hikayeye sahip olamayışları gösterilebilir.
Karacadağ’ın medyada dillendirdiği ‘Türk-İslam korkusu’ tanımlaması zaten saçmadır. Korku evrenseldir, hikayenizden/filminizden herkes ürkebilmelidir ya da herkesin etkilenebileceği bir şeyler olabilmelidir.
Öykünüz kendi değerlerinizden beslenebilir ama bu durum eserinizin ifadesi için kullanılamaz. Bir film İtalyan korkusu, Türk korkusu, Amerikan korkusu olabilir ancak o film korku filmidir. Alt tür olarak da (hikayenize göre) paranormal olabilir, vampir olabilir, zombi olabilir ancak Rus-Hristiyan ya da Türk-İslam olmaz.
Kaya Ozkaracalar da Radikal 2’de bir yazi yazmis filmle ilgili olarak:
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetay&ArticleID=972703&Date=11.01.2010&CategoryID=42