2004 yılı mahsulü Za horâ kaiki gekijô: Kaiki! Shinin shôjo (Dead Girl Walking), Kôji Shiraishi ve Kazuhiro Yokoyama tarafından yönetilmiş olan Japonya yapımı bir film.

blank

blankDead Girl Walking olarak da bilinen film, Hideshi Hino’s Theater of Horror isimli altı bölümlük serinin halkalarından biri. Seri, manga çizeri Hideshi Hino’nun eserlerinden altı tanesinin sinema uyarlamalarından oluşuyor. Konu veya devamlılık olarak birbirinden bağımsız seri, gösterim sırası ile aşağıdaki gibi:

*Jigoku kozô / The Boy from Hell / Mari Asato
*Za horâ kaiki gekijô: Kaiki! Shinin shôjo / Dead Girl Walking
*Watashi no Akachun Lizard Baby / Yoshihiro Nakamura
*Tadareta Ie / The Ravaged House / Kazuyoshi Kumakiri
*Shi-ningyo no hakaba / The Doll Cemetery / Kiyoshi Yamamoto
*Kyofu Ressha / Death Train / Kazuyuki Sakamoto

Dead Girl Walking’in iki yönetmeninden biri olan Kazuhiro Yokoyama’nın ilk yönetmenlik deneyimi. Kôji Shiraishi ise Uzakdoğu Sineması’nı takip edenler için tanıdık bir isim. Kuchisake-onna (A Slit-Mouthed Woman ya da Carved, 2007) ve Gurotesuku (Grotesque, 2009) bir yana, ben en çok Noroi (Curse, 2005) isimli filminin hastasıyım. İzlememiş olanlara Noroi’yi de tavsiye ederim. Şimdi geçelim Dead Girl Walking’in konusuna…

O sabah lise öğrencisi Sayuri için diğer sabahlardan farksız gibidir. Her zamanki gibi uyanır, okula gitmek için hazırlanır. Okula gitmeden önce penceresinin kenarındaki çiçeğini sulamak ister, su almak üzere alt kattaki mutfağa iner. Babası her zamanki gibi işine geç kalmamak için aceleyle evden çıkmak üzeredir. Annesi kahvaltıydı bulaşıktı gibi sabaha dair işlerle meşgul, kızkardeşi ise okula gitmek için hazırlanmaktadır. Aile fertleri her sabah olduğu gibi birbirlerine günaydın, iyi günler tadında klişe sözler sarfederler. Sayuri çiçeği için gerekli suyu temin edip üst kattaki odasına çıkar. Tam çiçeğini sulamak üzere iken hiç nedensiz kalbi duruverir. Sayuri ölmüştür ama hala hareket edebilmektedir, konuşabilmektedir, duyabilmektedir yani yaşamasının dışında bütün fonksiyonları aktif haldedir. Eve gelen doktor Sayuri’nin beyin ölümünün gerçekleştiğine dair “sebebi: bilinmiyor” şeklinde bir ölüm tutanağı hazırlar ve arkasına bile bakmadan evi terkeder. Aileyi bir telaştır alır. Sayuri ölmüştür ama vücudu ölümü reddetmektedir. Ailesi Sayuri’yi yakmaya, böylece ortadaki sorundan tamamen kurtulmaya karar verir. Ailesinin elinden zor kurtulan Sayuri kendini sokaklara atar. Bu arada vücudu yavaş yavaş çürümeye başlamıştır.

blank

Konusundan da anlaşıldığı üzere hikaye Franz Kafka ve ölümsüz eseri Dönüşüm’den bir hayli beslenmiş gibi görünüyor. Sayuri ve Gregor Samsa arasındaki benzerlikler bariz bir şekilde göze çarpıyor. Nasıl ki bir sabah Gregor Samsa kendini böceğe dönüşmüş halde bulduysa, Sayuri de bir sabah kendini zombiye dönüşmüş halde buluyor. Başta ailesi olmak üzere çevresi/toplum tarafından reddediliyor. Kendini topluma kabul ettirme çabasından vazgeçip, şehirden uzağa gitmeye çalışırken bile toplumun çarkları kendisini rahat bırakmıyor. Yolda kim olduğu belirsiz biri Sayuri’yi kaçırıyor ve siyahlar giyinmiş bir takım gizemli insanlara sergiliyor. Bu sahnelerde ister istemez insanın aklına Freaks (1932) geliyor. Kimi sahnelerde de Sayuri ile Dr. Frankenstein’ın Canavarı arasında bağlantılar kurmak mümkün. Finaldeki sahnede ise Sayuri, dış görünüş itibarıyla Basket Case‘deki (1982) canavar kardeşi bir hayli andırıyor.

Renkli olarak başlayan Dead Girl Walking, Sayuri’nin kalbi durduktan sonraki kısımlarda siyah beyaz oluyor. Bu tercih kafkaesk öykünün anlatımını güçlendiriyor. Uyarlandığı mangayı okumadığım için bu tercihin çizerden mi, yoksa yönetmenden mi kaynaklandığını bilmiyorum. Ama tahminim çizerin tercihi olduğu yönünde.

Dead Girl Walking, belki korku sineması düşkünlerini yeterince tatmin edecek bir tempoya veya kan-şiddet oranına sahip değil ama Kafka severlerin büyük bir ilgiyle karşılayacağına eminim.

blank

Murat Kızılca

1971 İstanbul doğumlu. Aylık online sinema dergisi CineDergi ve aylık kültür sanat dergisi kargamecmua için sinema yazıları kaleme alıyor. 2008 yılından beri katkı sağladığı Öteki Sinema’da bir yandan da editörlük görevini sürdürüyor.

2 Comments Leave a Reply

  1. Şu uzakdoğu korku,thriller örneklerine bir türlü ısınabilmiş değilim… Biraz izledim ve takip ettim ancak açmadı, sevimsiz buldum, bana göre değil yani. Fakat yazı için teşekkürler.

  2. Kör gözüne parmak misali kan/vahşet/gore barındırmayan Japon gerilim filmlerini seven biri olarak izleme listemde üst sıralara aldım. Teşekkürler.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Jjakpae / City of Violence (2006)

Uzakdoğunun yükselen yıldızı Ryoo Seung-Wan yönetmenliğindeki nefesleri kesen aksiyonda ünlü
blank

Raise the Red Lantern (1991)

Raise the Red Lantern, 1920’li yıllarda Çin’de, zengin bir adamın