“Tercihen ölü bir adamla yolculuk etmemelidir.” Henry Michaux
William Blake küçük kasabasından adını bile duymadığı vahşi batının göbeğindeki bir kasabaya ona iş teklifinde bulunduklarını bildiren bir mektup cebinde yollara düşer. Babasını yeni kaybetmiştir. Onu sonsuz yolculuğuna uğurladıktan sonra da kendine yeni bir hayat kurma gailesiyle yollara düşmüştür. Kara tren yolda ilerledikçe bir uyur bir uyanık etrafındaki ve pencerenin dışındaki manzaranın değişmesini seyrederek yolun gidişine bırakır kendini. Tren son istasyonda durduğunda elinde bavulu inip derin bir nefes alır ve yeni patronu olacağını umduğu adamı görmeye gider. Bir madencilik şirketinde muhasebeci olacaktır. Fakat iş yerine vardığında teklifi değerlendirmek için geç kaldığını ve işin başkasına verildiğini öğrenir. Son birikimlerini de babasının yolculuğu ve yol için ayırmış olan Blake beş parasız hiç bilmediği bir kasaba da yalnız kalmıştır. Bir bara girer, cebindeki bozuklukla küçük bir şişe içki satın alır ve dışarı çıkıp oturur. Tam o sırada bardan kovulan bir kızla tanışır. Kağıttan güller yapan bu güzelin tek hayali vardır. Üstüne gerçek fransız parfümü sürebildiği ipekten güller yapmak.
Birlikte kızın odasına vardıklarında talihsiz adam belki de aşkı bulmuşumdur diye düşünür lakin kapı kırılarak açılır o sırada. İçeriye silahlı eski sevgili dalar. Silahı çeker ve kızı tam kalbinden vurur. Blake’de yaralanır ama o şaşkınlıkla adamı birkaç başarısız atışın sonunda vurmayı başarırır. Bu onun ilk cinayetidir. Patronu olamayan adamın oğlunu vurmuştur aslında. Yola düşer. Yine aynı adamın atını çalarak…
Gözlerini açtığında tepesinde garip giyimli bir yerli vardır, kalbinde ise onu oyan bıçağı. Yerli ki ona Nobody diyorlardır konuşur; şuraya kalbinin hemen yanına, beyaz adamın metal parçası girmiş, kesip çıkarmaya çalıştım ama çok derinde! Allah’ın cezası beyaz adam! Hiç tütünün var mı?
Yol bitmez Nobody için. Hikaye de öyle. O beyaz adam tarafından köle olarak tutulmuş, kültürünü almış, sonra da kendi yolunu seçmiş bir yerlidir. Yerde yatan adamın adını öğrendiğinde hayattaki amacını da bulmuştur. Onu ruhunu ait olduğu ülkeye götürmek. William Blake…
Her gece ve her sabah doğar bazıları acıya. Her sabah ve her gece doğar bazıları tatlı hazza Doğar bazıları tatlı hazza, doğarken bazıları sonsuz geceye. Sen bir ozan ve ressamdın. Ama şimdi beyaz adamları öldürmüş ölü bir katilsin. Dead Man 1995 yapımı 121 dakikalık 19 y.yılın 2. Yarısnda, Batı Amerika da geçen bir yol hikayesi. Yönetmenliğini Jim Jarmusch yapmış. Jarmusch 1984’ de Stranger Than Paradise’ı çektiğinde eleştirmenler onun bakışının, klasik Hollywood tarzını yıkan bağımsız modern sinemanın dönüm noktası olduğunu söylediler. Yol hikayelerine kendi tarzında bir anlatım sunuyordu yönetmen. Bağımsız sinemanın en güçlü isimlerinden biri olarak yerini alan sanatçı Dead Man ile de yerini sağlamlaştırmayı başarmıştır.
Dead Man görücüye çıktığında eleştirilmenlerce anti-western ya da post-western olarak nitelendirilmişti. Ayrıca eleştirmenler, batı Amerika, şiddet ve amerikan yerlilerine farklı bir bakış açısı getiren bu filmi başarılı bulduklarını dile getirmişlerdi. Film siyah beyaz olarak Robby Müller tarafından çekildi. Müzikleri ise filmin üstüne Nail Young tarafından bestelendi ve icra edildi. Dinlerken kendinizi ölü bir şair ve garip bir yerli ile birlikte ruhunuzun ait olduğu yeri ararken bulabilirsiniz.
Oyuncu kadrosunda ise William Blake rolünde Johnny Depp’i ve Nobody rölünde ise başarılı yorumuyla Gray Farmer’ı görmekteyiz.
Hepimiz bir yerlerde yollara düşeriz. Birbirine benzeyen şeyler, doğada birbirine benzemek için büyür. Ruhumuzu bulmak, para kazandıracak bir iş bulmak, bir kadın ya da erkek bulmak… Hepimiz bir yerlerde yollara düşeriz. Kalbimizde bazen, bazen aklımızın derinliklerinde. Bazense zorunluluktan ayaklarımız eşliğinde. Bu bir yol hikayesi ve hepsini kapsıyor. Hadi sizde eşlik edin, zamanının en iyi melek tasvirlerini çizen ressam ve şairinin; William Blake’in bu garip yolculuğuna. İyi seyirler…