Şimdi şu gerçeği kabul edelim; Kanada yapımı korku filmlerinin kalitesi oldum olası hep tartışma konusu olmuştur. Çok da haksız bir iddia sayılmaz aslında, objektif olarak bakıldığında Kanada korku filmlerinin büyük bir çoğunluğunun “çok iyi” olmadığı görülür. Ama iyi olanları da gerçekten iyidir, hatta kötü olanlarının bile ilgi çekici, cezbedici yanları vardır. Bütün genellemeler gibi bunun da çok kale alınmaması gerektiğini düşünüyorum. Sonuçta vergi meselesi yüzünden daha ucuza film çekmek isteyen (çoklukla Amerikalı) yapımcılar, dünyanın herhangi bir yerine gitmekte beis görmedikleri gibi burunlarının dibindeki Kanada’ya da gideceklerdir elbette. Mühim olan ticari tuzak filmlerden uzak durabilmek. Bu konuda en sabıkalı ülkelerden biri Kanada ama tek sabıkalı değil tabii ki. Daha geçen gün bir Amerikan yapım şirketinin, kendine ortak bir Bulgar yapım şirketi bularak İspanyol yönetmen Hector Hernandez Vicens’e birkaç az-orta derecede ünlü oyuncu temin edip Bulgaristan’da çektirdiği Day of the Dead: Bloodline’ı izledim mesela. Güya Romero’nun Dead filmlerinin üçüncüsünün yeniden çevrimi olan film, her anlamıyla tel tel dökülüyordu. Yani zaten yapım şirketi hangisi, teknik ekip kimlerden oluşuyor ve çekim yeri neresi gibi verilere dikkatli bakmak gerek. “Normal şartlar altında” bir araya gelmesi neredeyse imkânsız olan veriler aynı sofrada toplanmışsa ortada bir bit yeniği var demektir. Zaten bakın, soru bile bir Alman, bir İngiliz, bir Karadenizli diye başlayan fıkra gibi oluyor: Bir İspanyol yönetmen, neden dünyanın çeşitli ülkelerinden toplanmış oyuncularla, bir Amerikan yapım şirketi için Bulgaristan’da korku filmi çeker? Tabii ki maliyeti azaltıp kâr marjını biraz daha yükseltmek isteyen ucuzcu bir şirketin ticari emellerine alet olmak için. E o zaman ortaya çıkan iş de “çöp filmden” başka bir şey olmayacaktır. Peki, Day of the Dead’in (güya) yeniden çevrimi Bulgar filmi midir, yoksa ABD filmi mi? Evet, kâğıt üzerinde ortak yapım şirketi nedeniyle yarı-Bulgar filmi olarak görünüyor ama aslında Bulgaristan’da çekilmiş ucuz bir ABD filminden fazlası değil. Bir de benzer kaderi paylaşan bir dolu korku filmine ev sahipliği yapan Kanada’nın halini düşünün. Sonuç olarak Kanada’nın en büyük şanssızlığı (ya da sektöre getirdiği hareketlilik açısından belki de şansı) ABD’ye bu denli yakın olması ve (kimi aksanları görmezden gelirsek) aynı dili konuşmasıdır. Dead Shack, özbeöz Kanada yapımı bir korku-komedi olduğu için yukarıda açmaya çalıştığım (ve Kanada yapımı korku filmlerine karşı oluşan önyargının temel sebeplerinden biri olduğunu düşündüğüm) ticari tuzak filmlerden biri değil neyse ki.
The League of Super Evil ve Freaktown gibi animasyon dizilerinin yaratıcısı olan 1981 doğumlu Peter Ricq, aynı zamanda Humans isimli grubuyla yavaştan ulusal şöhret sahibi olmaya başlayan bir müzisyen. Dead Shack ise Ricq’in ilk uzun metrajlı film denemesi. Kara mizahla yoğrulmuş çok eğlenceli bir zombi filmi ama hemen “yine mi zombi filmi ya” diye şarlamayın (daha demin önyargılardan bahsettik, lütfen). Çünkü bu filmde herhangi boyutta bir zombi istilası kesinlikle söz konusu bile değil.
Üç işlevsiz ailenin tesadüfen tokuştuğu bir film diyebiliriz Dead Shack için. Film, olabildiğince sakin ama neşeli bir müzik (yönetmenin grubu Humans’tan Do For Me) eşliğinde ormanın derinliklerindeki bir evin genel çekimi ile başlıyor. Yaralı ya da çok fena sarhoş olduğu tahmin edilen bir adam (ki sonradan ne olduğunu öğreniyoruz) evden dışarı çıkar ve kapının önündeki alana park etmiş olağandan fazla sayıdaki arabalardan birine doğru yönelir yalpalayarak. Kapıyı açamaz, kilitlidir. Hemen ardından kaynakçı maskesi ve zırh görevi gören koruyucu kıyafetiyle seksenli yılların kült aksiyon filmlerinden The Exterminator’ın (1980) antikahramanını akla getiren bir kadın dışarı çıkar, elinde arabanın anahtarları vardır. “Bir yere gidemezsin” der gibi havada sallar. Diğer arabaları deneyen adam kapısı açık bir tanesinin içine girer, zaten daha fazla kaçacak takati yoktur, yan koltuğa doğru uzanır. Eve giren kadın, tekrar dışarı çıktığında bir elinde pompalı tüfek, diğer elinde ise diğer ucu bir zombinin boynuna bağlı bir zincir vardır, aynı The Walking Dead dizisindeki Michonne’un ekranlarda ilk göründüğü zamanki gibi. Sakin adımlarla arabaya yaklaşır, pompalıyla ateş ederek ön kapının camını uçurur, kapıyı açar ve zombiye yol verir. Sonrası malum. Zombi keyifle akşam yemeğini yerken açılış jeneriği başlar, Humans’ın sakin şarkısı yavaştan dilimize dolanmıştır bile.
Jenerik boyunca kasabanın zengin kısmındaki bir evden dışarı çıkan (muhtemelen lise öğrencisi) Jason, kasabanın yoksul tarafına doğru yürür. Çıktığı evden gelen seslere bakılırsa anne ile babası ateşli bir tartışmaya girmiştir. Mutsuz bir aile hayatı olduğu aşikârdır. Bir araba gelir ve Jason, sınıf arkadaşı Colin’in ailesinin hafta sonu tatili için yapacağı geziye katılmak üzere arabaya biner. Jason, ailesinin zengin olduğunu Colin’den gizlemektedir, anlaşılan Colin’in ailesi daha yoksuldur ve kendince arkadaşlıkları etkilenmesin diye o da yoksulmuş numarası yapmaktadır, arabaya binmek için o kadar yolu yürümesi bu yüzdendir. Colin’in babası Roger karısından boşandıktan sonra sık değiştirdiği anlaşılan sevgililerinin (şimdilik) sonuncusu Lisa ile beraberdir. Colin’in bir de kendinden birkaç yaş büyük bir ablası vardır, Summer. Devamlı birbirlerine takılsalar ve tartışıyormuş gibi görünseler de Colin’in ailesi bir şekilde gemisini yürütmektedir. Böylece filmin başlamasının üzerinden on dakika bile geçmeden üç işlevsiz ailenin tamamını olmasa da öyküye hizmet edecek kadarlık kısmını tanımış oluruz.
Şimdi bunları bir araya getirmek lazım. Bunun için de hafta sonu tatili için gittikleri kulübeyi, açılışta gördüğümüz evin yakınlarına yerleştirdik mi işlem tamam! Bundan sonra olacakları tahmin etmek de çok zor değil herhalde.
Dead Shack, öyküsünü üç gencin gözünden anlatıyor ve öyle ya da böyle hiçbirini memnun etmeyen “aile” kavramının aslında ne denli değerli olduğunu anlamalarına yol açan korkunç tecrübelerden sonraki dönüşümlerine odaklanıyor. Film boyunca ailesinin diğer üyelerini görmediğimiz üst sınıfa mensup Jason, alt sınıfa mensup Colin ve ailesinin başından geçen korkunç bir tecrübeye, ailenin bir parçasıymış gibi dâhil oluyor. Evet, Jason kendi ailesinden memnun olmadığı için Colin’in görece daha “ilgili” ailesi ona daha sıcak geliyor ve kendini buraya aitmiş gibi hissediyor. Summer’a karşı beslediği aleni hisler de cabası. İşin komiği Colin ve Summer da kendi aile ortamlarından memnun değiller. Klasik “birinin çöpü başkasının hazinesidir” durumu. Kaynakçı maskesi takan kadının yine alt sınıfa mensup ailesi ise gençlerin dönüşümünde katalizör görevi görüyor. (Sürprizbozan vermemek adına o kısma hiç girmiyorum.)
Buradaki en ilgi çekici nokta üst sınıfa mensup bir bireyin (Jason’ın), alt sınıfa mensup ailelerin kanın gövdeyi götürdüğü birtakım sıra dışı olaylardan sonra acı kayıplar vererek elde ettikleri yaşam dersini, minimum hasarla atlatıp neredeyse bir “hediye paketi” içinde elde etmesi. Finalde annesinin (neredesin, merak ettik hesabı) telefon etmesi de paketin süslü ambalajının ipini bağlıyor.
Ebeveynler çocuklarına göz kulak olmalı kuralını tersten uygulayarak gençlerin yetişkinliğe adım atmalarının kanlı öyküsü olarak da özetlenebilecek Dead Shack, ormanın derinliklerindeki kulübede bekleyen tehlikeyle yüzleşen karakterler temasını zombi sosuyla süsleyen çok eğlenceli bir film. İyi yazılmış karakterler, vasat oyunculuklar ve yeteri kadar iyi özel efektler ile “olmuş” bir korku-komedi izlemek isteyen korkuseverler için en doğru adreslerden biri.
Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca