Karşıtlıkların Birliği: Decision to Leave / Ayrılma Kararı (2022)

27 Aralık 2022

Yönetmenliğini Park Chan-wook’un yaptığı Ayrılma Kararı tutkulu ve saplantılı bir aşk hikayesini kara film estetiğiyle anlatıyor. Elbette her Chan-wook filmi gibi bu filmin de sindirilmesi ve yönetmenin inşa ettiği derinlikli dilin çözülmesi biraz vakit alıyor.

Bana o nazik dedektifin kalbini getir.

blankDetektif Hae-joon’un sıradan yaşamı, dağdan kazara düşmüş görünen 60’larında bir dağcının ölümü ile hareketlenir. Soruşturmada görev alan Hae-joon inceleme için olay yerine gider. Burada Ki Do-soo isimli ölen adamın dağa çıkış yolunu izleyerek aynı dağa çıkar ve vakanın nasıl gerçekleştiğini deneyimleyerek anlamaya çalışır. Hiperstilize ve estetize edilmiş kadraj düzenlemeleri ile gösterilen sahnelerde, görsel dil ile dağın yüksekliğine, mekana olan hakimiyetine ve ulaşılmazlığına vurgu yapılır. Ayrıca Hae-joon’un bulanık ya da net olmayan görüşünü düzeltmek için kullandığı göz damlası da metaforik olarak anlatıya eklenir. Film boyunca gözlere yapılan vurgu görme eyleminin kendisine yapılır. Hae-joon’un detayları görme yeteneği ile gözünün önündekini göremeyişi ve gerçeğe ulaşma arzusuna da böylelikle dikkat çekilir.

Hobi olarak YouTube videoları çeken Ki Doo-soo’nun ölümü polis tarafından şüpheli bulunur ve yaşayan tek akrabası olan eşi, sorgu için merkeze çağrılır. Song Seo-rae isimli dul eşin karakolda sorgulanması bir tür misafir ağırlamaymış gibi gerçekleşir. Detektif Hae-joon ve oldukça genç ve güzel olan Seo-rae arasındaki sorgulama bir tür flörtleşme, baştan çıkarma, ayartma ve ayartılma oyununa dönüşür. İki karakter, ilk karşılaştıkları andan itibaren kendi kontrollerinin dışında bir tutulmuşluk halinin içine çekilir ve bu duygu hep onlarlaymış gibi usulca teslim olurlar aşka. Henüz yeni tanışmış bu iki kişi arasındaki fiziksel mesafe, aynadaki yansımalarında kapatılır. Yönetmen ikilinin duygularına odaklanırken aynadaki yansımaları ile onların duygusal dünyalarındaki yakınlığı gösterir. Bir kara film olarak dilini inşa eden film, aynı zamanda romantik bir aşkı da anlatısına yerleştirirken ikili arasındaki bu ayartıcı oyuna izleyicisini de dahil eder.

blank

Sorgulama sırasında yüksekten korktuğunu belirten kadın, kocasının ölümünü normal karşıladığını ifade ederken Konfüçyüs’ten bir söz ile kendi durumunu söyle açıklar: “Bilge adamlar suyu, hayırseverler dağları sever. Ben hayırsever değilim, denizi severim.” Yönetmen hem filmin afişinde hem de filmi boyunca sözel ve görsel olarak dağ ve deniz göndermeleri ile izleyicisinin dikkatini Taoist dünya anlayışına çeker. Bu anlayışın merkezinde dağ ve su metaforları doğanın özü olarak yer alır. Taoizmde doğa ile insanlar arasında paralellik ve uyum bulunduğuna inanılır. Bu yüzden suyun da dağın da üstün özelliklerinin insanlar tarafından taklit edilmesi ile evrenin işleyişinin kavranabileceği düşünülür. Filmde Seo-rae’nin karakteri suya, Hae-joon ki ise dağa benzer.

Konfüçyüs suyun erdem, sadakat, adalet, cesaret gibi niteliklerini över. Seo-rae’nin evindeki duvar kağıdı, masasının üzerindeki defter ve kalemi, elbisesi ve hatta noddle çubukları dahil her unsurda deniz motifi bulunur. Zaten Seo-rae’nin hikayesi, deniz yoluyla Çin’den Güney Kore’ye yapılan bir yolculukla başlamıştır, sonu da yine okyanusta olacaktır. Donan, çözülen, buharlaşan ve bulunduğu her kalıba dönüşen su, bu yüzden boyun eğenlerin simgesidir. Ancak hızlı tepki verişi, geçtiği ortamları yok etme gücüne sahip oluşu ile aynı zamanda kaos ve yıkımın da simgesidir. Suyun doğasındaki bu ikilik film noir’ın femme fatale kadın karakterlerindeki baştan çıkarıcılık ile çocuksu masumiyet arasındaki gerilimi çağrıştırır. Kara filmin femme fatale karakteri olarak tanımlanabilecek Seo-rae, hayatındaki iki erkeğin ölümünün nedeni olurken bir diğerine bir nevi yaşam verir.

Filmin erkek karakteri Hae-joon, Seo-rae’nin aksine dağa benzer; sakin, dengeli, ağırbaşlı, haysiyetli, hoşgörülü, nazik ama aynı zamanda hırslı, kararlı, inatçı. Seo-rae ile Hae-joon arasındaki ilişki, iki enerji kutbu olan yang (pozitif) ve yin’e (negatif) benzer. Zıtlıkların birlikteliği olan bu ilişkide, ikili birbirlerini tamamlayarak ideal ve mükemmel bir denge yaratılabilecekleri gibi tam aksi olarak bir kaosa da neden olabileceklerdir.

Deniz kenarında hava alıp eve dönen Hae-joon’a, eşi “Bu soğukta dışarda ne yaptın?” diye sorduğunda, Hae-joon “Puslu denizi ne kadar çok sevdiğimi düşünüyordum.” diye yanıt verir. Puslu deniz Seo-rae’nin ta kendisidir. Pek çok sahnede gerçeğin üzerini örten bir simgeye dönüşen pus, kadının gizemli yanını tanımlayan bir unsurdur da aynı zamanda. Örneğin Seo-rae’nin en sevdiği şarkının adı olan the Mist (Pus), kadının gizemli yanı ile birlikte ikilinin birbirlerine karşı duydukları aşkı fark edemeyişlerinin veya emin olamayışlarının da simgesi olur. Bu yüzden filmin finaline doğru Hae-joon’u bulunduğu dağa çağıran Seo-rae, “burada pus yok” der telefonda konuşurlarken. Dağda pusun olmaması, gerçekleri konuşabileceklerini ve hislerini paylaşabileceklerini imler. İkili bu dağda ilk kez aşklarını itiraf ederlerken filmin tek fiziksel yakınlaşması da burada gerçekleşir. Seo-rae’nin en sevdiği şarkı olarak sayısız kere dinlenen Pus, aynı zamanda filmin tema müziğine de dönüşürken filmdeki dokunulmaz aşkın da temsili olur.

Hae-joon ile Seo-rae arasındaki ilişki patalojik bir tutku ile obsesif özellikler içeren bir aşk olarak tanımlanabilecekken yönetmen bu aşka, onu idealize ederek yaklaşır. Hae-joon, Seo-rae’yi gece gündüz izlerken Seo-rae izleniyor oluşundan keyif alır ve detektifin bakışlarını üzerinde hissettikçe kendini güvende hisseder. Sorgu odasında ikilinin ellerinin birbirine temas edişi, detektifin Seo-rae’nin nefes sesi ile uyuyuşu, zaman zaman birbirlerine dokunuşları ile yönetmen fiziksel olmayan bir aşkı imler ve hatta ikiliyi eski dünya tapınaklarından birinde dolaştırarak dünyevi olmayan bir aşkı da izleyicisine gösterir. Tapınak gündelik olanı aşan, ilahi sevginin mevcudiyete geldiği yer olarak tanımlanabilir. Fiziksel olana değil de duygulara odaklanan film, bu hali ile metafiziksel bir aşka da kapılarını aralar.

blank

Buraya kar yağmadı mı?

Seo-rae’nin eşini dağdan iterek öldürdüğünü ortaya çıkaran detektif, hayal kırıklığına uğrar. Seo-rae’nin peşinden savrulurken hata yapmış, gözünün önündekini görememiştir. Sevdiği kadına suç delili olan telefonu verir, denize atarak yok etmesini söyler. Bir cinayetin üstünü örtmesi ile aslında aşkı için haysiyetinden ve inandığı tüm değerlerden vazgeçmiş de olur. Hislerinin büyüklüğünü ve kutsallığını “paramparça” olma pahasına kanıtlamış olan Hae-soon kenti terk eder, eşi ile birlikte okyanusa yakın ve sisi ile ünlü Ipo’ya taşınır.

Park Chan-wook, Cannes Film Festivali’ndeki konuşması sırasında izleyicilerine filmde cinayet soruşturmasının filmin yarısında çözüleceğini söyleyerek esprili bir dille filmi seyretmeye devam etmelerini salık verir. İlk bakışta bir detektifin zanlısına aşık oluşu ile tipik film-noir unsurlarını barındırıyormuş gibi görünen filmi, Chan-wook daha öteye taşır. Filmin bundan sonrası, detektifin Ipo’ya taşınmadan önceki hikayesi ile paralel özellikler ile kurulur, sadece karakterler rolleri değiştirmişlerdir. Bu bölümde de Seo-rae, detektifi izler, peşinde savrulur ve artık sıra kadının aşkını kanıtlamasındadır.

blank

Filmin bu ikinci bölümünde Hae-joon Ipo’da bir balık pazarında Seo-rae ile tekrar karşılaşır. Kadının yanında ticaret analisti olan ikinci eşi Ho-shin (Park Yong-woo) vardır. Ipo, okyanusu ve sisi ile Hae-joon’un Seo-rae’den vazgeçemeyişinin ve ona tekrar tekrar savruluşunun simgesi olur. Kadında da durumun farklı olmadığı birazdan anlaşılır. Balık pazarında konuşmadan da anlaşabilen ikilinin hislerinin masumiyeti izleyiciyi ele geçirirken biraz sonra Seo-rae’nin geliş nedeni, iç dünyası ve hissettikleri bir dizi aracılığı ile izleyiciye deşifre edilir. Televizyon dizisinde, kendisini kurtarmaya gelen aşkına kadın karakter; “Aptalın tekisin. Sana gelme demiştim, burada öleceksin.” der. Erkek karakter ise “Başka ne yapsaydım. Seni görebilmemin tek yolu bu.” diye yanıt verir. Böylece Seo-rae’nin Hae-joon’un peşinden geliş nedeni ve filmin sonu da imlenmiş olur.

Bireyin kendi ihtiyaç ve arzularına göre değil de toplumun isteklerine göre davranması onun kendine yabancılaşmasının nedeni olur. Kendisini yaşayamayan Hae-joon’un bedeni insomnia (uyuyamama hastalığı) ile buna tepki verir. Yaşamının sıradanlığını bozan tek şey olan cinayet vakaları ise ona yaşadığını hissettirir. Eşi Jeong-ahn “Senin mutlu olmak için cinayete ve şiddete ihtiyacın var.” diye tanımlar onun bu durumunu. Seo-rae’nin şüpheli ve aynı zamanda gizemli görünümü, muhtemelen detektifi ona yakınlaştırır ve onu çözemedikçe, her geçen gün Seo-rae’ye daha da bağlanır. Bu yüzden “Belki de Ipo’ya çözülmemiş vakalarından biri olmak için yerleştim.” diyen Seo-rae de, Hae-joon’un ilgisini hep üzerinde tutabilmek için filmin finalinde çözülmeyen bir dava olarak kalmayı tercih eder. Kendi hislerinden kaçan Hae-joon ise filmin finalinde bile bununla yüzleşmeyi başaramaz.

Balık pazarında karşılaşmalarının ertesi günü, Seo-rae’nin ikinci eşi Ho-shin, yüzme havuzunda bıçaklanmış olarak bulunur. Yeni olay yerine gelen detektif, çevreyi incelerken arkasındaki okyanusun dalgaları dikkat çeker. Film birinci bölümle paralel olarak kurulurken, ölen ikinci eş Ho-shin’in üzerinde de Seo-rae’nin ilk eşi gibi Rolex saat oluşuna dikkat çekilir. Ardından deniz kenarında Seo-rae’nin Apple saati ile kendi sesini kaydettiği görülür, tıpkı ilk bölümde Seo-rae’yi izlerken Apple saati ile kayıt yapan detektif gibi. Ve yine ilk bölümde olduğu gibi Seo-rae cinayet şüphelisi olarak gözaltına alınır. Ancak bu sefer sorgulama sahnesi birinciden oldukça farklı şekilde inşa edilir. Mekan da yenilen yemek de ikilinin sohbetlerinin tarzları da değişmiştir. Birinci sorgulama sahnesinde kadın şüpheli iken ikinci sorgulama sahnesinde Hae-joon da şüpheli olarak monitörde görülür. Kameranın odağı ile oynayan yönetmen, konuya değil de karakterlerin iç dünyalarına ve duygularına odaklanırken Hae-joon’un kendisini sorgulayışı ve kadına karşı hisleri ile meslek etiği arasında kalışı izlenir.

blank

Bir diğer çağrışım kadının giydiği elbisenin rengi üzerinden kurulur. Hae-joon’un mavi olarak gördüğü elbiseyi eşi yeşil olarak tanımlar. “Bir mavi (okyanus) bir yeşil (dağ) görünen elbise nerede?” diye elbiseyi soran Hae-joon fark etmese de, bu renk sohbeti, iki karakterin birbirlerine dönüşmelerinin simgesi olur. Ancak elbisenin yakılması ve yok olması da bu aşkın sonunun haberini bir kez daha verir.

Seo-rae’yi kelepçe ile karakola götüren polis ile kadının arabanın arka koltuğundaki oturuşları bir suç ortaklığını çağrıştırır. Kadının masum olduğunun ortaya çıkması ile Seo-rae salınır. Ancak Hae-joon tatmin olmamış görünür bu sonuçtan. Bu sahnelerde doğa da insanlar da detektife yaptığının doğru olmadığını fark ettirmeye çalışır. Ortağı ona “Bu kadını saplantı haline getirdiniz. Onun için üzülmüyor musunuz?” diye sorar. Cevap vereceği sırada denizin dalgası yüzüne çarpar, onu silkelemek istercesine. Üstüne araçta ilerlerken, Seo-rae’nin Pus şarkısı radyoda işitilir. Ve dahası o sırada telsizden bildirilen hırsızlık vakasında ortalığa yayılan su kaplumbağalarından biri, Hae-joon’un parmağını ısırır. Doğanın onunla konuşuyor oluşunu fark etmeyen Hae-joon, inatla fikrinde takılı kalır ve Seo-rae’nin evine gider. Onu orada bulamayınca da Seo-rae’nin annesi ve dedesinin küllerini atmak için gittiği Komi dağına doğru yola çıkar.

blank

Seo-rae ile Hae-joon’un dağın tepesinde buluştukları sahne karlı ve sisli bir düş sahnesiymiş gibi inşa edilir. Buradaki yüzleşme hem aşklarına hem de yaşamlarına dair olur. Hislerini daha direkt söylemek istediği sahnelerde modern teknolojiyi kullanan Seo-rae, “Benden ayrıldıktan sonra bir kez olsun mışıl mışıl uyudun mu? (…) O gece pazarda bana rastladığında yeniden yaşadığını hissettin mi?” diye sorar. Telefonla yapılan çeviriler, karakterlerin gerçek duygularını dillendirmelerinin bir yolu olarak, toplumda yasak olan bu aşka dair bir kısıtlamanın aşılması gibidir. İlk sorgulama sahnelerindeki düz, duygusuz erkek sesi yerine artık daha yumuşak bir kadın sesi çevirileri seslendirir. Her ikisinin de siluetlerinin görüldüğü sahnelerde karakterlerin isimleri değil de var oluşlarına dikkat çekilir. Böylece bireysel tekil aşktan daha fazlasını imleyen bir aşka kapılarını açar film.

Hae-joon kente geri döndüğünde, “Buraya kar yağmadı mı?” diye sorarken bir düşten uyanmış gibi görünür. Detektif, ikinci cinayette de Seo-rae’nin payı olduğunu ve yaşlı kadını öldürdüğünü öğrenince, Seo-rae’yi arar ve ölmeden önce eşinin onu paylaşmakla tehdit ettiği ses kaydının ne olduğunu öğrenmek ister. Seo-rae, Hae-joon’a bu kayıtta kendisini sevdiğini söyleyen ona ait sesin olduğunu söyler. “Seni sevdiğimi ne zaman söyledim?” diye şaşkınlıkla soran detektifin yanıtı onu hayal kırıklığına uğratır. Seo-rae ona Çince cevap verir, Hae-joon’un Çince bilmediğinin farkında olarak. Kadın aracını durdurur. Bir yandan Hae-joon ile konuşurken, diğer yandan uzunca bir süredir düşündüğü şey üzerine karar vermeye çalışır. Karlı dağ sahnesinde Seo-rae, Hae-joon’a telefonu vererek, “Bununla yeniden araştır, paramparça olduğun anın öncesine dön.” diyerek sevgisini kanıtlamak istemiştir. Ancak Hae-joon inatçıdır ve bununla da yetinmemektedir. Eğer Hae-joon’u beklerse ülkesine gönderilecek, Hae-joon için kapanmış bir dava olarak kalacak ve ömrünün kalanını hapishanede geçirecektir. Bu yüzden kendisine başka bir yol seçer. Yönetmen tepe açı ile Seo-rae’nin kullandığı arabayı gösterirken, denizi dalgaları da gösterir. Dalgalar kadının siluetine benzer ve Soe-rae’nin denize karışacağını zekice imler.

Beni sevdiğini söylediğin an aşkın bitti.
Ve aşkının bittiği an, benimki başladı.

Seo-rae, “Denizden çıkarttığın telefonu geri at. Daha derin bir denize fırlat” diyen Hae-joon’a bir yanıt olarak, denizle bütünleşir ve kendisini kimsenin bulamayacağı bir yerde konumlanır. Sürekli mücadele eden, çatışma ve bütünlük içerisinde olduğu kadar, var eden ve yok eden olarak bu karşıtlıkların birlikteliğinde Seo-rae ölmeyi tercih eder. Kadın kumları kazarak kendisine bir mezar hazırlar. Fentanil içerek, sabırlı bir şekilde ölümü beklerken, deniz dingin ve gökyüzü güneşlidir. Hae-joon, Seo-rae’nin telefonunda ses kaydını ararken ekranda kendi yansımasını görür. Aşklarının geçmişte kalışı, adamın zihninde geçmiş o anın canlandırılması ile imlenir.

Uzak doğu kültüründe ölüm bir son değil aksine başka bir hayatın başlangıcıdır ve bu yüzden de yeniden doğuşu simgeler. Ölümden sonra yaşama inanıldığı için de Seo-rae’nin acı çekmeden öldürdüğü kendi annesi de, tokatçının annesi de ona teşekkür ederler. Film boyunca bir cesedin gözünden pazardaki bir balığın gözünden, eşyaların içlerinden dünyaya bakılır. Bu öznel kamera kullanımının nedeni canlı ya da cansız her bir nesnenin yaşayan bir ruha sahip olmasından kaynaklanır. Bu yüzden Seo-rae’nin ölümü de bu dünyada huzur bulamamış bir kadını özgürleştirecek bir karar olarak görülmelidir. Seo-rae, denize karışırken, arkasında Hae-joon’u dimdik ayakta bırakır. Öldükten sonra da onunla olacak varlığını, Hae-joon’un çözülen ayakkabı bağı ile hissettirir. Hae- joon’un benliğinden vazgeçişine verdiği yanıt olarak kendinden vazgeçen kadın, denize karışır, sonsuz ve unutulmaz olur.

Öteki Sinema için yazan: Zehra Yiğit

blank

Zehra Yiğit

Zehra Yiğit, Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo TV Sinema bölümünde lisans ve yüksek lisans eğitimini tamamladıktan sonra doktora eğitimine Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Film Tasarımı bölümünde devam etti. Oxford Üniversitesi ve Novisad Üniversitesi'ne Visiting Researcher olarak giden Yiğit, İtalya, Portekiz, Sırbistan, Gürcistan, İngiltere gibi pek çok ülkede ders ve seminer verdi, proje ortaklığı yaptı. Yiğit, şu an Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema Televizyon Bölüm Başkanı olarak görevine devam etmektedir.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

The Smashing Machine (2002)

The Smashing Machine, MMA'in ve "insan"ın doğasını gözler önüne seren,
blank

Jyu Oh Sei (2006)

2006 yapımı Jyu Oh Sei serisini anlatmaya yetecek olan kelimeler