Taze beyin peşinde koşan Zombiler, Kurtulmaya çalışan bir avuç insan, gizli hükümet deneyleri ve deli doktorlar… İstismar sineması meraklılarının aradığı her şey bu filmde!
Kuzey Amerika Sinemasının nesli çoktan tükenmiş arızalı yönetmenlerinden Quentin Tarantino ve Meksika’lı yardakcısı Robert Rodriguez’e ait Grindhouse projesi gündeme geldiğinden beri ilgili bir takipcisiydim. Fakat, “Grindhouse“un ülkemiz sinemalarında iki parça olarak gösterileceği açıklandığında oldukca üzülmüştüm… Alacağım “tad”ı bozmamak için her ikisini de DVD raflarına birlikte (sahte fragmanlarıyla birlikte) düşene kadar görmemeye yeminliyken…. bir müptelanın kriz anına denk gelen bir duyguyla, bir öğlen vakti gidip “Planet Terror“ü görmüş ve midnight.blogcu.com adresindeki eski blogda yayınlamış idik… Kendimizce çok sevdiğimiz bu yazıyı her ne hikmetse buraya taşımayı unutmuşuz…
Öncelikle “Planet Terror“ün gösterim zamanı çok iyiydi… Yıllar önce tatil vakitlerinde izlediğimiz, genelde Özen Film ve Yeni Tual film‘in getirdiği, bolca İtalyan Post apokaliptiği ve Zombi filmlerinin gösterilme vakitlerine uygun olarak, gevşek ve sıkıcı, kurak bir yaz gününden kaçmak amacıyla sinema salonlarını doldurduğumuz bir ana denk geldi. ve inanılmaz zevk aldığım bu filmden çıkarken çocuk ve ergen zamanlarımda karanlık salondan, hemen gün ışığına çıkan kamaşmış gözlerimle ilgili anılarım aklıma düştü. Ne yazıkki artık bütün Sinemalar Alışveriş merkezlerinde ve yapay ışık bu sihirli etkiyi sağlayamıyor :( (üzüldüğüm şeye bak!)
“Planet Terror” kendine referans olarak zombi ve çatışma temalı ucuz exploitation-istismar filmlerini örnek alıyor ve türün 70’ler ve 80’ler de biriktirdiği bütün malzeme ve klişeleri, bu defa gösterişli ama tür’e büyük bir saygıyla yaklaşarak sunuyor. Bir yerde Uçak – Scary Movie serisi ya da Epic Movie gibi bir tür parodisini yapmasına rağmen onlar gibi türü sömürmek ve aşağılamak yerine, asıl amacının bu janrı hatırlatmak ve güçlendirmek olduğunu 2 saat boyunca hiç unutmuyor. Bu anlamda Planet Terror sinemada yapılmış en büyük saygı duruşlarından biri…
Film özellikle 80’ler sonrası doğmuş izleyici için pek bir şey ifade etmeyebilir. Çünkü 80’lerin 2. yarısında ve 90’lar da uluslar arası dağıtıcıların da ülkemiz vizyonuna dahil olmasıyla, “ucuz” filmler yerini star oyuncularla ve güçlü yönetmenlerle kotarılan A sınıfı! Holywood yapımlarına bıraktılar. Bu sebeple 70’lerin ve 80’lerin tahta koltuklu, kesif kokulu, döküntü makineli sinema salonu atmosferini, bu salonlarda gösterilen “Ölülerin Gecesi”, “Sis”, “Karabasan”, “Şeytanın Ruhu-Manitu”, “Ölüm Adası” “Newyork 2019” “Bronx Savaşcıları” “Zombi” gibi filmleri izlememiş ve hemen sonrasında gelen video çılgınlığını es geçmiş bünyelerin, “Çook Saçma! ne bu ya!” diyerek salondan koşarak çıkmaları olası…
Ama bizim gibi orta yaşlarda olup da bir zamanların meraklı sinema çocukları olanlar “Planet Terror“ü seyrederken tarif edilemez bir zevk alacak ve Tahta koltuklarda nefessiz kaldıkları o büyülü günlere geri dönecekler… hem yaşıtımız hem de bu türü çok sevmiş bir yönetmen olan Rodriguez, Gerilla “B” filmcilerinin asla sahip olamayacakları dev bir bütçe ve Yıldız oyuncu kadrosu ile ama onların duygusal yaklaşımı ile müthiş bir filmi bizlerle buluşturuyor.
Bu arada hatırlatmadan geçmeyeyim, sakın ola! filmi 5 yıldızlı bir plaza salonunda izlemek için zahmet etmeyin! çünkü bir “Grindhouse” filminin maddesel biçimine uygun olarak, filmin her yanı dökülüyor, çizik içinde ve bazen ses bandı kayıyor, film bazı bölümler’de yanıyor ve hatta bir kısmı kayıp! Tabi aslında bütün bunlar “Grindhouse” “2 film birden” sinemalarının ve gösterdikleri filmlerin duygusal atmosferine yaklaşmak için yapılan numaralar.
Rodriguez afacan ve militan yaklaşımını bu filmde de ortaya koyuyor ve Büyük Stüdyo kurallarını elinin tersiyle iterek hem uzun yıllardır görülmemiş bir şiddet gösterisini son derece eğlenceli bir biçimde sunuyor hem de “köpekler ve çocuklar asla ölmez!” gibi bir miti hiç düşünmeden yerle bir ediyor.
Filmin referans noktası zombi filmleri demiştik… Bu anlamda Lucio Fulci’nin ucuz Zombi filmlerinin filmin ana esin kaynağı olduğunu düşünebilirsiniz ama Rodriguez biraz da manidar bir şekilde su katılmamış bir “Carpenter” filmi yapmış. Kendi yaptığı enfes (Carpenter’da kendi filmlerinin müziğini yapardı) gitar ve elektronik tınılar zaman zaman bir Rodriguez değil Carpenter filmi izlediğimi düşünmeme yol açtı. Ayrıca ustanın “Prince of Darkness – Karanlıklar Prensi”, “Assault on Precinct 13 – 13. Karakola Saldırı” ve “Escape from New York – New York’dan Kaçış” filmlerine açık göndermeler yaparak bir saygı duruşunda bulunuyor. Sanırım biraz da hayranı olduğu fakat son yıllarda pek yorgun düşen ve oldukca tatsız işler yapan ustaya, “Village of the Damned“i çektiği 1995 yılından beri neden kayda değer bir film yapmadığını sorup, ona kendi sinemasını hatırlatma görevini üstlenmiş.
Bir de belki biraz abartılı bir analiz olacak ama filmin en büyük korku teması zombi’ler değil, kimyasallların özellikle Irak’ta görev yapan Amerikan Askerlerinin cinsel organlarına yaptığı korkunç şey! Rodriguez çok hınzır bir şekilde, erkeğin gerçek korkusu olan iğdiş edilme ve cinsel organ anomalisine dokunmuş, neredeyse “Boşverin çocuklar bu mankafalar 11 Eylül belgesellerinden falan bir şey anlamaz, bunları savaştan uzak tutmanın yolu budur!” der gibi…
Uzun lafın kısası : karşımızda saf ve çocuksu bir ruhla yapılmış yüksek bütçeli fakat gerçekten samimi bir “B” kültü durmakta… Türe tamamen sadık kalarak, yüksek bütce ve iyi oyuncu avantajını da kullanarak ortaya inanılmaz eğlenceli bir istismar filmi çıkmış, Anarşist bir yönetmenin samimiyetinden taviz vermeden büyük bütçe ile ne kadar eğlenceli bir film yapabileceğinin bariz bir örneği.
son söz : Bütün iyi Zombi filmlerine gönderme yapan “Planet Terror“, Askeri üs’de başlayıp Helikopter’de bitiyor… daha ne olsun!
Sevgiler…. Murat Tolga Şen