Fotoğrafçılık zor zanaat, hele bir de gece çekimi yapıyorsan!
Clive Barker ustanın ülkemizde de yayımlanan korkuseverlerin başucu kitaplarından Kan Kitabı’nın en beğendiğim hikayesi olan Dehşet Treni / The Midnight Meat Train’in sinema filmi bugünkü konumuz.
2008 yapımı olan film değeri çok da bilinmeyen Azumi ile tanıyıp çok sevdiğim Japon yönetmen Ryuhei Kitamura’nın son filmi. Kendisinin Hollywood’a adım attığı ilk film olarak da ileride anılacaktır. Kan Kitabı’nın tamamını filme çekmek için kurulan The Midnight Picture Company ‘nin ilk ürünü olan film serinin de ilk halkasını oluşturuyor(ileride tüm filmleri kapsayacak bir box set çıkar ve doğum günümde bana hediye edilirse mesela ne güzel olur değil mi sevgili okur?).
Bradley Cooper, Leslie Bibb, Vinnie Jones ve Brooke Shields’in oynadığı filmimizin kısa hikayesini fazla sonunu açık etmeden sizlerle paylaşayım. Leon (Bradley Cooper) gece çekimleri konusunda çalışan kendini şehrin karanlık yüzünü fotoğraflamaya adamış bir fotoğrafçıdır. Ne yazık ki işleri yeterli ilgiyi görmemekte ve ünlenmek için daha sert ve tehlikeli kareler yakalaması gerekmektedir.
Bir gece şüphelendiği bir grubun peşine düşüp metroya inen Leon bir kadının hayatını kurtarır. Kadını metroya binerken fotoğraflayan Leon ertesi gün ünlü bir manken olan kadının kaybolduğunu öğrenir. Fotoğraflarında metroda şüpheli bir kişi gören Leon polise gider ancak polis elindeki kanıtlara değer vermez ve Leon’a asıl suçluymuş gibi davranır.
Leon işin peşini bırakmaz ve geceleri metro’da elindeki balyoz ve kasap kancası ile yolcuları öldüren bir katilin varlığıyla ilgili kanıtlara ulaşır. Mahogany (Vinnie Jones) adlı bu katilin peşine düşen Leon’a sevgilisi ve yakın arkadaşı dahil kimse inanmamaktadır. Ancak Leon olayı bir saplantı haline getirir ve Mahogany’i iş başında fotoğraflamak için tehlikeli bir yolculuğa çıkar.
2005 yılında filme çekilmesi planlanan Dehşet Treni ilk yönetmeni Patrick Tatopoulos’un projeyi bırakması ile ortada kalmış daha sona 2007 yılında çekim yeri kısıtlı bütçe nedeni ile New York’dan Los Angeles’a alınarak yönetmen koltuğuna Ryuhei Kitamura oturtulmuş.
Filmin galası Montreal Fantastik filmler festivalinde yapılmış. Dağıtımcı Liongate filme Amerika genelinde çok az kopya ile çıkarınca yeterli ilgiyi görmemiş ve pazarlamasına da çok önem verilmediğinden film gişede kısaca yatmış.
Clive Barker filmle ilgili olarak Liongate’e olan kızgınlığını şu şekilde dile getirmiş “Her şey egoyla ilgili, sinirlenmemin sebebi Dehşet Treni’ne sinemalarda yeterince şans tanınmadı. Görsellik olarak çok üstün ve korkunç bir film ancak hiç bir yere gideceği yok. Ancak insanlar onu bulacaktır. DVD’den ya da gece yarısı gösterimlerinden filmi seyredecek ve sahip çıkacaklar. Sonunda Joe Drakes (Liongate’in CEOsu) ve dünya pişman olacak.” Sanırım biraz fazla sinirlenmiş kendisi Joe Drakes tamam da Dünya neden pişman olsun ama değil mi?
Kitamura ilk İngilizce filminde son derece başarılı bir işe imza atmış. Görsellik yönünden bir çok kişi CGI kanlara laf etse de yakalanan anime tadına bayıldım. Kanlı animelerden hoşlananlar tanıdık sahneler göreceklerdir bu filmde. Ayrıca öldürme sahnelerinde tek düzelikten kaçılmış ve her katliam özenle yaratılmış ve bir Japon’un elinden çıktığını belli ediyor. Oldukça rahatsız edici ve kanlı sahneler mevcut. Vinnie Jones gibi bir insan azmanının bu role verilmesi de inandırıcılığı arttırıyor. Ancak ana karakterimizi oynayan Cooper rolünde çok sırıtıyor. Özellikle karakterin değişimini verememiş.
Filmle ile ilgili gore konusunda uzman Twitchfilm, Bloody Disgusting gibi bir çok site tarafından oldukça beğenmiş ve geçer not vermiş. Dehşet Treni yönetmeni ve Vinnie Jones sayesinde bu sezon sinemalarda gösterilen ve şaşalı tanıtımlarla sunulan korku filmlerinin bir adım önünde. Sürpriz final sahnesinin Barker’ın kaleminden çıktığı kadar vurucu görülmemesi ise daha önce de belirttiğim gibi tamamen baş rol oyuncusunun beceriksizliğinden. Yine de burada bir parantez açmam gerekirse daha önceden finalini bildiğim için belki bende yeterince etki etmemiştir. Film hikayeyi ilk defa dinleyecek olanlar için daha ilginç gelebilir.
Kitamura gişede başarısız oldu diye umarım hevesini kırmaz ve bu tarz filmlere devam eder. Kendisinin konu ve stil sahibi yönetmen sıkıntısı çeken Hollywood’a ilaç gibi geleceğini tahmin ediyorum.
Clive Barker’ı severim. Bu da sevdiğim hikayelerinden. Filmin dinamik stilini beğenmeme rağmen, hatta Vinnie Jones’u da cüsse ve yüz olarak kasap karakterine uygun bulmama rağmen bana bir türlü uzun metraj bir “film” gibi gelemedi. Keşke bir bütün olarak filme, tıpkı çok özen gösterildiği belli olan (cgi’sı iyimiş, kötüymüş hiç önemli değil, sonuçta bir özen var) cinayet sahneleri kadar önem verilseymiş daha iyi olurdu. Bir de, ilginçtir, benzeri uyarlamaların aksine değiştirilmeden filme aktarılan finali hikayede beğenmiştim ama filmde yetersiz, öylesine yapılmış gibi bir his uyandırdı. Bana göre kötü değil ama cidden kaçırılmış bir potansiyel var.
Filmin altyazısının Türkçe çevirisini yaptığım için filmi neredeyse 6-7 kere seyretmek zorunda kalmıştım. Açıkçası filmden ben de aradığımı bulamadım. Oyuncular rollerine çok iyi gitmelerine rağmen filmde hep birşeyler eksik gibi hissettim. Filmin psikolojik havası daha karamsar olabilirmiş. Bu hali ile tempo açısından çizgisini tam olarak ortaya koyamamış.
Ben de heralde sizin altyazınızla seyrettim filmi. Teşekkür ederim bizler için bir filmi 6-7 kere seyretmeniz takdir edilmeli bence. Altyazı çalışmalarınızda başarılar dilerim.
Güzel yorumun için teşekkür ederim masis.
Rica ederim. Milletin altyazı ile uğraşanlara tavrı biraz sert de biraz gönlünüzü alayım dedim:)
Herkes yok o öle mi çevrilir yok bu deyimin Türkçe karşılığı şudur diyerek İngiliz dili Profesörü olmuşlar gibi davranıyorlar. Madem öyle downloadını yaptığın yere bir msg atarsın şunu şu şekilde düzeltin diye düzeltirler hava atmanın manası ne. CNBC-e’de bile ne yanlış çeviriler oluyor.
iki alt yazı çevirdim. ikisinde de kafayı yiyordum. ilkinde alt yazıyı çevirdim fakat filmi izlediğimde tamamen farklı olmuştu. izleyerek çevirdim sürekli başa dön felan. sonrasında filmi izlediğimde ise filmden hiç bir zevk alamadım.
Filmden tiksinmek için demek ki altyazı çevirmek lazım:)
Eğer o filmi Uwe Boll çekmişse altyazı çevirmeden de tiksinebilirsiniz. :) bknz: Alone in the Dark, BloodRayne…
Korku filmi olsun isterse çamurdan olsun. Ne olursa olsun izlerim :) Sanırım Dehşet Treni ile ilgili daha önce de bir yazı yazılmıştı, orada da söylediğim gibi böyle bir hikayeden çok daha üst düzey bir film yapılabilirdi. Çok güzel malzemeler kullanılarak yapılmış ama fırında unutulunca yanmış bir yemek gibi =)
Ayrıca “dünya üzerindeki en psikopat görünüşlü adamlar” diye bir sıralama yapılsa Vinnie Jones kesinlikle ilk sıralarda yer alır. Elindeki tokmağı kaldırdığında karşısındaki oyuncunun yerinde olmayı kesinlikle istemem. Futbol oynadığı yıllarda yaptıkları da filmde yaptıklarından pek aşağı kalmıyor zaten :)
kurbanın gözünden ölüşünü izlemek bana çok orjinal geldi. (kızın kafasının koptuğu sahne) belki daha önce kullanılmış bir fikir olabilir, bilmiyorum. herşey sona kadar iyi gidiyordu. ama o son yok mu? yine hüsran yine hüsran… :)