*Deli gücük 3 çıktı. Bu kadar insanın bir arada üretiyor olması ilginç. Nedir bu işin sırrı?
Levent Cantek- Hemen herkes bir şeyler üretmek istediği için bir aradayız. Üç aşağı beş yukarı profesyonel bir üretim çabamız var. Bu öğrenilen de bir şey. İnsanlar ancak üreterek kendilerini geliştirebiliyorlar, bunun da farkındayız. Üstelik bir birikim de oluşturuyoruz. Bu da teşvik edici bir şey. Geriye dönüp bakıyoruz ve iyi bir şey yaptık, daha da yapmalıyız diyoruz. Sır varsa eğer çalışmayı istemekle ilgili galiba.
Can T. Yalçınkaya- Levent abinin editörlük deneyimi ve bu kadar insanı bir araya getirmekteki başarısı göz ardı edilemez. Kendi adıma, albümdeki senaryomu yazdığımda herhangi bir çizerle irtibatta değildim. Senaryonun Uğur ve Sümeyye ile buluşması Levent abi aracılığıyla oldu.
Murat Başekim- Bu kadar insanın birarada üretip, bir de üçüncü kez geri dönmesi hepten mucize hatta; sırf güzergahı ayarlayan değil, bu trenin üçüncü kez bu istasyondan geçmesindeki yegane lokomotifliği üstlenen de yine Levent Hoca. Şu anda 27 mutlu insan var o trende.
Bahri Gördebak- Aslında birarada olmamamız ve Levent Hoca aracılığıyla buluşuyor olmamız bence bu işin sırrı. Levent Hoca’nın tecrübesi, iyi bir insan olması ve birbirlerinden çok farklı hikaye ve çizgilere açık olması bu işin yürümesini sağlıyor.
Hakan Tacal- Bence işin sırrı bir odak ve katalizatör olarak Levent. Kolektif işlerde merkezin kütle merkezini oluşturan biri yada birileri hep oluyor. Gırgır efsanesindeki Oğuz Aral’dan Çapa Grubundaki Yıldıray Çınar’a bu böyle bence. “Hadi” dediklerinde bir sebep veriyorlar ve etrafında toplanılıyor işte.
LC- Sağolun iltifat ediyorsunuz ama bunun hakkaten önemi yok. Emek ve özveri olmadan, iş çıkmıyor, kolektif iş yaptık, birlikte yaptık.
* DG yerli olma iddiası olan, memleket tarihinden, coğrafyasından, edebiyatından beslenen bir çizgi roman. Fakat zaman zaman Don Kişot, Lovecraft, Karındeşen Jack vb Batı kültürü ve edebiyatından karakterler ve kişilere rastlıyoruz sayfalarında. DG yaratıcıları bu öğeleri yerlilik vurgusuyla nasıl bağdaştırıyor?
LC- Sadece o ülkeye özgü bir sanat ya da edebiyat olamaz, bütün türler ve sanatlar melezdir ve başka paralel anlatılardan beslenir. Okurların ve bizim de bunlarla büyüdüğümüzü düşünürsek gönderme yapmak, onları işin içine katmak oyunun bir parçası.
CTY- Katılıyorum. Ayrıca, uluslararası, sınırlarötesi iletişimin henüz emekleme çağında olduğu 19. Yüzyılda bu türden karşılaşmalar olması ihtimali bana çekici geliyor. Bu topraklarda batılılaşmanın 19. Yüzyılda başladığı düşünülürse, Osmanlı sınırlarından girmiş olan (veya ters köşe, Osmanlı’dan başka topraklara uzanan) ya da girmiş olduğunu hayal edebileceğimiz kişiler, düşünceler ve metinler beni heyecanlandırıyor. Burada “Türk uzayda/Türk süper kahraman/Tirakula” vb artık kısmen eskimiş bir mizah yapmaya çalışmıyoruz. Metinlerarası geçişlilikler ilgimizi çekiyor.
BG- Ben de katılıyorum. Zaten mutlak bir yerellikten bahsedilebileceğini de sanmıyorum. Bir zamanlar daha çok Doğu kültürüyle beslenen insanımız, artık Batı kültürüyle de besleniyor. Biz ne kadar yereliz ki? Ya da yerel nedir?
HT- Yerlilik vurgulanacak bir şey mi bilmiyorum. Ruhumuz bu topraktansa nerede yatıp kalktığımızın bir önemi yok. Tam tersi başka kültürlerle sarmaş dolaş olmak kendimizi daha keskin ortaya koyabilir. Bilim kurgu insan denen yaratığın sabit verilerini değiştirerek bunu yapar mesela. Bu anlamda neden diğerleri yok demek daha doğru bir yaklaşım. Ama yerel bulunduğumuz yer ise küresel bir çağda komşumuz baskın batı kültürü oluyor. Küresel kültürde ağırlıkla yer bulan ögeler, kapıdan ilk giren olacaktır kaçınılmaz olarak. Ancak bu sadece nicelikle ilgili bir durum bence, üretim devam ettikçe hikayeleri, imgeleri yada bakış açılarıyla İran, Çin, Hint yada Afrika kültürü velhasılı tüm “diğer yerellikler” hikaye atmosferimize sızacaktır. İşte o zaman görün Türk çizgi romanını. Son söz olarak Leon’un bir Fransız filmi olduğunu düşündüğümü belirtmek isterim.
* Uzun bir DG grafik romanı görebilecek miyiz? DG hikayeleri yer yer Mike Mignola’nın kısa Hellboy öykülerini anımsatıyor. DG, Hellboy’daki gibi daha uzun ve epik öyküler için iyi bir karakter olabilir. Ne düşünüyorsunuz?
LC- Olacak…Sadece tek çizerin fırçasından çıkma bir albüm olabilir artık. Kısa hikayeler biraz da çizerleri ürkütmemek için tercih edildi. İlk zamanlar böyle bir tereddüt hali vardı. Çizgi roman üretimi meşakkatli iş. Bugün çizer arkadaşların çoğu tek başına albüm yapmak istiyor, bu da yol aldığımızı gösteriyor.
MB- Kısa öykülerde bile menzilinin ötesinde tematik zenginlikler taşıdı hep DG öyküleri, daha uzun bir mecrada iyice kendini bulur diye düşünüyorum ben de.
HT- İnşallah tam macera DG albümleri üretilir. Çizgi romanda dolgun ve tam macerayı tercih ederim şahsen. Grafik roman candır!
*DG öykülerinin türü, tam olarak ne sizce?
CTY- Anadolu pop!
LC- Türler arasında gezinmesini tercih ederim.Hatta bunu artırmak zorlamak lazım.
MB- Şu anda en az üç-dört baskın janr eğilimi gözlenebilir öykülerde… ki bence bu çok heyecan verici bir zenginlik. Ama en güzeli bu kara paspal kahramanımızın hiçbir şekilde kurallara uygun oynamaması, o yüzden kargaların şöyle çığırdığını düşünün: Ya tür yoksa?
BG- Bence DG’nin en çekici taraflarından biri, belli bir türün formüllerine bağlı kalınmadan üretilmesi. Birkaç türün özellikleri görülüyor elbette, ama “DG şu türe girer” dediğinizde oluşabilecek beklentiler, DG’ye ve üreticilerine haksızlık olacaktır bana kalırsa.
* DG’nin çizgi roman olarak kökleri Avrupa ekolü mü, Amerikan ekolü mü?
MB- Öncelikle DG, Hollywood etkilerinden çoğunlukla sıyrılmış ve bağımsız kalmış bir metin… ki bu vasfı ister Avrupa, ister Amerikan olsun, bilmiyorum kaç çalışma için söyleyebiliriz. DG kendi yolunu çiziyor: olağanüstü marifetleri var, ama bunu yumruklaşarak kanıtlamıyor, öte yandan yüksek edebiyata göz kırpıyor ama bunu bulanık bir çamur gibi sunmuyor. Batı öyküleri giriş, gelişme, sonuç adındaki üç parkurun hızla ve en verimli şekilde tamamlanmaya çalışıldığı keskin ve pürüzsüz bir yarış pistidir; Doğu öyküleri ise, vakit kaygısı olmadan keyifle gezip, tasasızca manzaranın tadının çıkarıldığı engin, amorf bir bahçedir. Louis Leterrier’in The Incredible Hulk filmi ile, Ang Lee’nin Hulk filmlerini kıyaslarsak bunu kolayca görürüz. DG de bu iki yaklaşımın sağlıklı bir melezi; içinden patikalar geçen güzel bir Anadolu bağı.
LC- DG, yakın dönem grafik romanlara, korku çizgi romanlarına benziyor ister istemez ama daha yerel bir havası var, üstelik serbest biçimde üretiliyor, underground eğilimlere sahip. Yetiştirme telaşı yok herşeyden önce. Büyük hikaye anlatıyorum havasında değil, daha rahat bir iş…
CTY- Avrupa-Amerika-Japonya vb arasında da geçişlilikler oluyor. Tarzlar melezleşiyor, evriliyor. Amerikan ekolü denilince hemen herkesin kafasında Marvel/DC süper kahraman çizgi romanları canlanıyor gibi. Halbuki Amerikan ekolü çok uzun zamandır bunların ötesinde işler yapıyor. Deli Gücük’te 1950’lerin EC Comics’inden izler görebilirsiniz, ama mesela Metal Hurlant da oralarda bir yerde duruyordur bir esin kaynağı olarak.
BG- Köklerini belli bir ekolde bulabileceğimizi sanmıyorum. Birçok ekolün izleri var DG’de haliyle. Belki de DG kendi ekolünü kurma yolundadır.
*Çok yazar-çizerli çalışmalarda okur ister istemez tercihlerde bulunur ve seçerek okur denir. Katılır mısınız bu görüşe dezavantaj mı bu çokluk?
CTY- Okurun ister istemez tercihleri olabilir. Fakat okurlar genel olarak sevdiği yazarların/çizerlerin öykülerini ya en önce ya da en son okusalar da, geri kalan öyküleri de ister istemez okuyacaklardır, diye düşünüyorum. Deli Gücük bu çokluktan dolayı zenginleşen ve merak uyandıran bir karakter. Okuyucuların büyük bir kısmının bu çeşitlilikten hoşnut olduğunu sanıyorum. Ayrıca çok sık yayınlanan bir seri olmadığından her sayıyı baştan sona iki üç kere okumak da mümkün. Ben öyle yapıyorum, en azından.
LC- Başka bir yerden bakarak bir şey söylemek istiyorum. Haşin görünebilirim hatta. Editöryal olarak bir başka çizeri eleştiren ve beğenmeyen çizerle kesin olarak çalışmam. Çok genel bir ilkem bu benim. İşine bakacak çizer, geçimsiz olmayacak, zaten sayıca az olan benzerlerini yıpratmayacak. Önemli olan devamlılıktır, zayıf hikaye ve daha naif duran çizgi olabilir. Herkes öğrenir, kendini geliştirir ve üretmeye devam eder. Pek çok iyi çizer çizgi roman yapamıyor, beğenilmeyeceğinden endişe ediyor, narsizmini dengeleyemiyor. Sürekli gol atayım ve attığım golü herkes konuşsun diyen adamdan topçu olmaz. Oyundan zevk alacaksın derler ya. Senaryo sadakati göstereceksin, kendini değil hikayeyi öne çıkaracaksın, nasıl daha iyi anlatırım diye düşüneceksin…Önce okutacaksın sonra baktıracaksın…Serpieri büyük çizer ama kim okuyor onu? Baktırıyor ama okutmuyor…Biz bir yol arkadaşlığı yapıyoruz, gelen giden şu bu ama bu çeşitlilik hep varolacak…Aslolan yaptığın işten zevk almak, iyi hatırlamak ve yeniden yapmayı istemek…Gerisi her zaman gelir…
MB- Çok kişinin yorumlaması kesinlikle bir avantaj; bu sayede yaklaşımlar çeşitleniyor, karakter öngörülemez bir belirsizlik kazanıyor, okuyucu hep tetikte kalıyor ve öyküler de daimi tahmin edilemez ve taze kalıyor. Betimleme farklılıkları da iyi ki var; ben şahsen görsel açıdan, heyula Gücüğü, sevimli Gücüğü, bir deri bir kemik Gücüğü, kara perçemli-yeleli cool Gücüğü, çirkin dev Gücüğü vs. vs. hepsini seviyorum. Her öyküde de şaşırmak güzel oluyor.
BG- DG bir değil, birçok çizgi roman. Tıpkı hikayelerin içinde olduğu gibi, DG karakterinin pek çok insan için pek çok anlamı var. Bu esrarengiz, efsanevi ve dilden dile dolaşan karakter nasıl anlatanlara göre şekillere giriyorsa, çizgi romanın üretimi aşamasında da böyle oluyor. DG’yi biz de tam olarak bilmiyoruz. Bizim için de esrarengiz biri. 19. yüzyıl Anadolu’sunda, bir ateşin başında, DG’nin bir macerasını ağzını doldurarak birilerine anlatan bir adamdan çok farkımız yok. Onun bu özelliğine bayılıyorum. Bir dezavantaj olduğunu düşünmek söyle dursun, DG’nin başka türlü anlatılması da doğru olmazdı diye düşünüyorum.
HT- Kahraman anlatısında bunun normalde bir dezavantaj olduğunu düşünüyorum. Bir okuyucu olarak kahramanın habire farklı ifadelerle belirmesi beni sinirlendirir. Ancak DG bunu iyi formüle ederek tam tersi bir avantaja çevirmiş. Bence konseptin yaratılmasında esas yapısal parlak fikir de bu. Ne kadar farklı yorum olursa o kadar muğlak, o kadar gizli, o kadar her şey ve her yer olabiliyor.
*Kahramanlarla katiller karışıyor epeydir. Deli Gücük ne kadar katil ne kadar kahraman sizce…
CTY- Kahramanlık göreli bir şey. Farklı bağlamlarda bir kişi hem kahraman ya da katil olarak tanımlanabilir. DG, bence mitolojik açıdan bir “kahraman”dır. Bir yolculuktadır, bu yolculukta kendini sorguladığı, kendiyle hesaplaştığı da olur. Biz henüz DG’nin neden bu yolculuğa çıktığını ve bu yolculuğun nasıl sonuçlanacağını bilmiyoruz. Zaman gösterir, belki.
MB- Kendi vicdanı ile olan savaşlarında da gördüğümüz üzere, bu adam kendi kahramanının katili ve kendi katilinin kahramanı.
BG- Katli nasıl tanımladığınıza göre değişir bu. Tarih kahraman katillerle dolu. Bir adam öldürme eylemini bir bağlamda cinayet, bir bağlamda ceza, bir bağlamda da kahramanlık olarak görebilirsiniz. Hepsinin aynı eylem olduğunu söylemek çok doğru olmaz bence.
*Çizgi roman korkutabilir mi?
MB- Bence korkutabilir ve bir zamanlar hepimizi korkutabildiği, heyecanlandırabildiği veya gülümsetebildiği için buradayız zaten.
CTY- Bir korku metninin mutlaka korkutması gerekmez. “Bu çizgi roman beni korkuttu” diyecek her kişi için en az bir “ben hiç korkmadım” diyecek kişi de çıkacaktır. Ayrıca herhangi bir korku metnini tüketme anında korkmamış olmanız, daha sonra korkmayacağınız anlamına gelmez. Anadolu’da, ıssız bir arazide, gece tek başınıza kalırsanız, birden Deli Gücük’ün bir yerlerden çıkabileceği ihtimali aklınıza gelebilir.
LC- Odamda bir Deli Gücük resmi asılı, eve gelen oğlumla yaşıt 7-8 yaşlarında çocuklar tırsıyorlar onu söyleyebilirim. Korku da öğrenilen ve aşılabilen bir şey. Oğlum henüz Deli Gücük okumadı ama okursa korkabileceğinin farkında. Şimdilik kıyısından geçiyor…
*Kargalar ölürse Deli Gücük ölür mü?
CTY- Ölebilir, ama ölen dirile de bilir. Tuhaf uzak zamanlarda, işte, anlayın.
MB- Tahminen bu sorunun cevabını merak eden birkaç ağa, eşkıya ve mahluk vardır şu anda bozkırda.
*Hiç tatmayana beş duyusuyla tattıralım, sizce … DG çeşnisini en iyi temsil eden 1.Hangi film? 2.Hangi koku? 3.Hangi şarkı/türkü? 4.Hangi aş? 5.Hangi toprak?
MB- Bence DG, güz vakti, şöyle hüzünlü bir Ege veya Doğu Anadolu türküsü /ağıtı ile, tütün ve yağmurlu toprak kokusu eşliğinde taşlı çoraklıklarda yürüyüp, ekmek-ceviz yiyen bir Clint Eastwood ya da Mad Max… evet tuhaf ama öyle.
CTY- 1. Tabutta Rövaşata (Mahsun Süpertitiz, Deli Gücük’ün torunudur belki de). 2. İs, rutubet ve karga boku 3. Kara Toprak – Aşık Veysel 4. Kuru ekmek 5. Bozkır
HT- 1.Kuşlar 2.Tulum peyniri 3.Yine düştük yollara-Bulutsuzluk Özlemi 4.tarhana 5. Kapadokya’da Derinkuyu’nun çorak ıssız toprağı/ altında kat kat bir kalabalık /başka tarafa bakmanı bekleyen…Cümleyi toparlayamayınca şiirmiş gibi itelerim her daim (gülüşmeler)
BG- 1. Belli bir film düşünemiyorum. 2. Saman ve toprak kokusu. 3. Gidiyorum Gündüz Gece – Aşık Veysel 4. Zeytin – ekmek 5. Hangi toprak bilmem, ama nedense biraz kurak bir toprak.
* DG sizin hayatınızın kıyısından geçseydi, ona ne sorar, ya da ondan ne isterdiniz?
MB- 1.Kış gidecek, yaz gelecek mi gerçekten? 2. Hayatın anlamı, futbol ve cep telefonları mı? 3.Radyoaktif bir karganın tepenize pislemesi sonucu bu güçleri kazandığınız doğru mu?
CTY- 1. Neden? 2. Nasıl? 3. Bundan sonra?
BG- Benim sorularımı cevaplamazdı büyük ihtimalle. Bir şey istemeye de ben cesaret edemezdim.
HT- “N’aaptın müdür?”
LC- Biz pek konuşmuyoruz arada karşılaşıyoruz, selamlaşıp yolumuza devam ediyoruz.
* DG’ye en çok benzeyen DG üreticisi kim sizce?
MB- Tıraş olmayı bıraktığım Şubat sömestr tatilinin sonlarına doğru, ben. Hem Deli Gücük de Şubat demek işte.
CTY- Aziz Tuna sakalı kesmeseydi aynı Deli Gücük’tü. Hatta rivayetlere göre, Rusya’daki iş seyahatleri sırasında, onu gören yaşlı bir Rus köylüsü dedesinin anlattığı bir hikayeyi hatırlayıp, ona Rusça “Fevral!” [Şubat!] diye bağırmış. 2007’den beri de ben bir gayret içindeyim. Evin arka bahçesine gelen kargaları evcilleştirmeye de çalıştım hatta, ama muvaffak olamadım. Alan Moore’u transfer edersek, o olur, bak.
* DG film, animasyon, dizi vb uyarlamaları yapılabilir mi? Böyle projeler var mı?
LC- Dizi ve sinema uyarlaması olarak iki ayrı teklif aldık ama şimdilik olmadı. Deli Gücük yapımı zor bir proje. Sırf olsun diye bu tür işlere girmek de doğru değil zaten. Ucundan kıyısından işin içinde olduğum için şunu rahatlıkla söyleyebilirim, bence bizim sinema sektörümüz yok dizi sektörümüz var. Dizi sektörü de güvenilmez bir ortam. Aslında en iyisi animasyonunu yapabilmek ama bu hepsinden zor, hem üretimi zor hem de yayın mecrası bulabilmek. Salon bulmak kolay değil. Bakalım diyelim…
MB- Bir seyyah, vagabond kahraman olarak aslında seriyal anlatıma oldukça müsait bir karakter. Malzeme ve mitoloji de oldukça zengin şimdiden; ama bu hali de gayet meşru ve güzel bence.
CTY- Olur da benim yazdığım bir DG öyküsü filme/diziye çekilirse jenerikten adımın çıkarılmasını talep eder, bana gelecek tüm geliri de çizerlere devrederim… şaka şaka! Eğer iyi bir şekilde yapılırsa Levent abi ve Murat prodüksiyon sürecine dahil edilirse güzel şeyler çıkar bence.
BG- Bana kalırsa DG bir dizi ya da film için doğru yapılması zor bir proje. Yapılabilirdi tabii, belki güzel de olurdu, ama çizgi roman DG’yi aratırdı diye düşünüyorum. Animasyon olarak ise teknik açıdan zor tabii, ama yayınlanma açısından çok daha zor. DG’yi ne olarak sunabilirsiniz ki? Yetişkinler için çizgi film mi? Bu tür projeler yapılamaz demiyorum, ama daha önce konuştuğumuz tür ya da ekol gibi konular yüzünden belki, çizgi roman olarak en ideal mecrasını bulmuş durumda bence DG.