Martin Luther’in 95 Tezi’ni Wittenberg Kilisesi’nin kapısına çivilemesinin ardından kıtayı kasıp kavuran Protestan Reformu, Luther, Calvin gibi reformistlere sahip olmayan İngiltere’de farklı bir yol izledi. Monarşinin siyasi olaylara yaklaşımı çerçevesinde gelişen reformasyon hareketi, 8. Henry’nin özel hayatının konuya eklemlenmesiyle birlikte Vatikan’dan ayrılmaya kadar gitti. Ancak bu noktada kendisine karşı çıkanlar arasında biri vardı ki, tüm ruhban sınıfını dize getiren bir kralı uzunca bir müddet çaresiz bıraktı: Dünyaca ünlü Ütopya’nın yazarı Sir Thomas More…
Babasının yerine geçtikten sonra ölen kardeşi Arthur’un eşi ve İspanya kralının kızı Aragon’lu Catherine’le istemediği bir evlilik yapan 8. Henry, bu evlilikten erkek çocuk sahibi olamayınca yeni bir arayış içerisine girdi. Uğruna ülkesini Vatikan’dan ayırdığı ve yeni bir din ve kilise icat ettiği Anne Boleyn ile tanışmasını, öncesini, sonrasını az çok birkaç sezon devam eden The Tudors dizisini ya da The Other Boleyn gibi filmleri izleyenler biliyordur. Vatikan’dan kopuşun gerçekleştirilmesinde sebep her ne kadar 8. Henry’nin boşanması ve evliliği gibi görünse de, asıl altında yatan ki zaten kanunda Thomas More’un da karşı çıktığı yer olan İngiliz kralının kilisenin yegâne ve en yüksek şefi olmasıydı. Böylece tüm erkleri elinde bulunduran kral mutlak bir otoriteye sahip olacak ve kendisinden üstün hiçbir güç kalmayacaktı. Kral istediğini başardı ama Thomas More gibi bir düşünürü canından ederek…
A Man For All Seasons, Thomas More’un hayatının son döneminden bir kesit sunarken, Tudor hanedanı üzerine çekilen ve 8. Henry’nin aşk hayatına odaklanan yapımlar yerine esas olarak More’un Acte de Supprematie yasasına karşı çıkışını merkezine alıyor. Hümanist bir yazar, hukukçu ve devlet adamı olan Thomas More’un sıkı sıkıya Katolisizme bağlı olması, aslında yasaya ve kralın İngiltere Kilisesi’nin başı olmasına karşı duruş sergilemesinin altındaki en önemli sebep olarak sunuluyor. Ancak Thomes More’un bundan daha fazla önemsediği bir şey var ki, o da dürüstlük. Zaten hemen herkes tarafından dürüstlüğü ve ilkeli duruşuyla tanınan More, bu sayede kralın en sevdiği insanlar arasında giriyor ve Cardinal Wolsey’den sonra baş danışmanlığa kadar yükseliyor. Film, ismi itibariyle “her devrin adamı” derken bizim anladığımızın ötesinde bir mana içeriyor ve tahmin edilenin aksine Richard Rich’ten esinlenilerek adlandırılmıyor. Yakın arkadaşı Erasmus’un Deliliğe Övgü’sünde kendisine söylediği haliyle “omnium horarum homo”dan yani “her mevsime dayanıklı adam”dan yola çıkılarak isimlendiriliyor. Dilimize çevrildiğinde her devrin adamı gibi kötü bir anlam içermiyor kısacası.
Orson Welles’ın canlandırdığı Cardinal Wolsey ise, hem kilisenin başı hem de danışman olarak ruhani ve cismani güçlerin tek kişide toplanması fikrinin yerleşmesinde en etkili kişilerden biri oluyor ve zaten kısa süre sonra kral harekete geçiyor. Filmde elbette bu bahsettiğim detaylar yeterince verilmiyor ve film sizi bu arka planı zaten biliyormuş gibi kabul ediyor. Bu açıdan Cardinal Wolsey’in rolünün filmde biraz geri planda kaldığını ama reformasyon açısından kilit noktalardan birini oluşturduğunu belirtmek gerek. Tabii, Yurttaş Kane gibi bir filmin yönetmeni Orson Welles’ı daha fazla izleme isteğinin de bu düşüncemde payı olduğunu itiraf etmeliyim.
Devamında, Thomas More’un baş danışman olmasından ölümüne kadar geçen sürede genel olarak kralın, ailesinin ve etrafındaki diğer herkesin onu ikna etme çabaları görüyoruz ancak More, koyu bir Katolik olarak kelimenin tam manasıyla nuh diyor, peygamber demiyor. Kızı Margaret’ı bir Luteryen ile evlendirmek istemeyecek kadar Katolikliğe bağlı olan Thomas More’un, Ütopya’sında tasavvur ettiği dünyadaki insanların Hıristiyan öğretilerine bağlı olmaması, hatta neredeyse dinsiz sayılmaları da ayrı bir tartışma konusudur. İdeal toplum, ideal düzen olarak sunduğu dünyada, ütopik sosyalistlerin babası enteresan bir biçimde neredeyse dinsiz bir toplum düzeni kurar.
A Man For All Seasons, izlenmesi kolay olmayan, oldukça yavaş seyreden ama zekice kurgulanmış diyaloglarına kapıldığınızda sizi içerisine almakta zorlanmayan bir film. High Noon, From Here to Eternity gibi klasiklerin yönetmeni Fred Zinnemann tarafından, Robert Bolt’un aynı adlı tiyatro eserinden uyarlanan film, Oscar’a aday olduğu sene ödülleri silip süpürerek önemini kanıtladı. Ancak filmin geneline baktığımızda, her ne kadar sanat ve görüntü yönetimi, kostümler, diyaloglar ve oyunculuklarıyla görkemli bir film olsa da, Akademi’ye çok hitap ettiğini söyleyemeyiz. Aynı yıl aday olan Who’s Afraid of Virginia Woolf ile adaylık konusunda yarışan hatta, ondan geride kalan A Man For All Seasons’ın dönemin koşullarında öne çıkması ve 6 dalda ödül alması kaçınılmaz olmuştur. Who’s Afraid of Virginia Woolf filmini kendi adıma daha çok severim ama söz konusu Akademi olunca bir parça görkem ve şaşaa etkili oluyor sanırım.
Yukarıda da bahsettiğim gibi zengin diyaloglarıyla ön plana çıkan filmde söz konusu durum, finalde Thomas More’un konuşmasında ayyuka çıkıyor ve vicdan, ahlak, dürüstlük, hukuk üzerine çok önemli mesajlar veriliyor. 8. Henry’yi canlandıran Robert Shaw’un fazla karikatürize ettiğini düşündüğüm oyunculuğu dışında, oldukça etkileyici performanslar sergilenen A Man For All Seasons aynı zamanda dev bir oyuncu kadrosunu da içerisinde barındırıyor: Paul Scofield, Leo Mckern, Orson Welles, Susannah York, John Hurt, Wendy Hiller ve Vanessa Redgrave… Bu sayede Thomas More’a hayat veren Paul Scofield başarılı performansıyla Oscar’a hak kazanırken, Fred Zinnemann da dördüncü kez heykelciğe uzanan yönetmen olmuş.
1535 yılında infaz edildikten sonra Vatikan tarafından aziz ilan edilen Thomas More, çok önemli bir yazar ve düşün adamıydı fakat bunun da ötesinde günümüz insanlarının belki de aptalca bulabileceği ölçüde ilkelerine sadık bir adamdı. Bu uğurda her şeyini hatta canını bile kaybetmeyi göze aldı; inanmadığı bir şeyi söylememek ve yemin etmemek için sonuna kadar mücadele etti. Her ne kadar ilerici bir yazar olsa da, dini inançları söz konusu olduğunda katı bir duruş sergiledi ve bu onu nihayetinde ölüme kadar götürdü. Kısacası, görmeniz neredeyse imkânsız hale gelmiş adamlardan biri Thomas More… Hele ki, kaypaklığın ve yalakalığın git gide artarak tüm hücrelerimize sindiği bu zamanlarda… Kanallarda bas bas bağıran “her devrin adamları”nı bırakın, gidin her devirde mücadele edebilecek bu adamı izleyin…