Samimiyetle yazıyorum ki söze nasıl başlamam gerektiğini bilemedim. Die Hard’ı nasıl tanıtabilirim? Die Hard’ı tanıtmama gerek var mı? Dünya üzerinde Die Hard’ı bilmeyen, filmi seyretmemiş, tanıtıma ihtiyacı olan seyirciler var mı gerçekten? Bu sorunun cevabını duymak istemiyorum, kaldırabileceğimden emin değilim. Dün gece sırf “acaba geçen yirmi beş sene filmden bir şeyler götürmüş mü?” diye merakla birkaç sahne seyretmeye oturdum ve kendimi tüm 131 dakikayı baştan sona bitirmiş, üzerine yarım saat en sevdiği sahneleri tekrar tekrar seyretmiş, yetmeyip bir de film hakkında bir sürü okuma yaparak geceyi sabah etmiş halde buldum. John McTiernan’a (ve diğer tüm emeği geçenlere) bu muhteşem eseri yarattıkları için ne kadar teşekkür etsek az.

Öteki Sinema için yazan: Yigilante Kocagöz

Yaşı tutmayan ya da bir sebepten filme mesafeyle yaklaşan seyirciler için özetimizi verelim. New York Polis Departmanı’ndan Dedektif John McClane, (eski) eşini ziyaret etmek ve ilişkilerini yeniden konuşmak için Noel Arefesi’nde Los Angeles’a gelir. John’un eşi Holly, bir Japon şirketinde çalışmaktadır ve o gece şirket binasında (Nakatomi Plaza) bir Noel partisi yapılmaktadır. Kendisi için ayarlanan limuzin eşliğinde plazaya gelen John’un o akşam için çok fazla planı yoktur. Partide bir süre kaldıktan sonra Holly’in evine çocuklarını görmeye gidecek, sonrasında da geceyi yüksek ihtimalle bir otelde geçirecektir. Tam bu noktada planlarda ciddi bir değişiklik olur: Plaza bir anda bir kamyon dolusu silahlı adam tarafından işgal edilir. Grubun lideri Hans Gruber, Nakatomi Şirketi’nin 640 milyon dolarlık hisse senetlerini çalmayı aklına koymuştur ve bunun için aşırıya kaçmaktan çekinmemektedir. On iki silahlı adam, kilolarca patlayıcı ve gerektiğinde kullanılmak üzere bir dolu ağır silah Gruber’in elinin altındadır. Ancak Alman suç dehası John McClane’in varlığını denklemine dahil etmemiştir, daha da kötüsü ani Plaza baskını ile John’u yalınayak bırakmıştır.

Şimdi biz eleştirmenlerin belasıdır, eski filmlere methiyeler düzdüğümüzde genelde bunu entelektüel imaj kaygısından yaptığımız sanılır (bu kaygıyla hareket eden yok mu? Sürüyle, orası ayrı). Lakin ne kadar uğraşsam da Die Hard için gerçekten ağzımdan tek kötü cümle çıkaramıyorum. Muhteşem bir senaryo, harikulade oyuncu seçimleri, zihinde yer edinen bir soundtrack ve temposu çok iyi tutturulmuş bir aksiyon, Die Hard’ı türünün en iyileri arasına yerleştiriyor. Şaşılası bir şekilde aradan geçen onca yıla rağmen filmin aksayan ya da eskiyen,bayatlayan hiçbir noktası bulunmamakta. Sinema diyetini sadece 2010 sonrası aksiyon üzerinden yapan bir seyirci bile bu 1988 yapımı filmi oturup seyretmeye başlasa tüm ihtiyaçlarının karşılandığını hissedecektir.

Die Hard 081

Die Hard’ın kendisi kadar yapım süreci de merka uyandırıcı. Bir kere hikayemiz öyle 1988 yılında falan başlamıyor. İlk olarak bir yirmi sene önceye, 1966’ya gitmemiz gerek. Bu tarihte yazar Roderick Thorp,The Detective” isimli bir polisiye kaleme alır. Bu kitap daha sonra başrolünü Frank Sinatra’nın üstlendiği aynı adlı bir filme çevrilir. Aradan dokuz yıl geçer ve Thorp bir gün sinemada meşhur The Towering Inferno’yu seyreder. Döneminin bu nitelikli aksiyon filminden çok etkilenen yazar, “gökdelende panik” fikrini bir de kendisi işlemeye karar veriyor. Ancak bu sefer paniğin sebebi  yangın değil, ani bir terörist saldırı olur.  Thorp, yeni gökdelen hikayesini The Detective romanının devamı olarak kurgulamayı seçer ve bu sebeple geçen romanın kahramanı Joe Leland’ı yeniden sahneye taşır.

Nothing Lasts Forever isimli bu romanda hikaye gene ana hatlarıyla aynı. Joe bu sefer eşini değil, kızını ve torununu görmek için plazaya gelir ve kendini Alman teröristlerin yaptığı baskının ortasında bulur. Thorp’un kitabında teröristlerin lideri Anton Gruber İkinci Dünya Savaşı’nda görev almıştır ve Joe ile çok eskiye dayalı bir tanışıklıkları vardır.

Nothing Lasts Forever’ın hikayesi bugünkü Die Hard ile kıyaslandığında çok daha karanlıktır (İkinci Dünya Savaşı göndermeleri, Joe’nun iç dünyasında girdiği çatışmalar, kitabın buruk finali vb.). Ancak kitap hem The Detective’in devamı olduğu, hem de bugünün Expendables çılgınlığı gibi “yaşlı kurt” bir aksiyon kahramanı tasvir ettiği için stüdyo kitabın uyarlaması için başrolü gene Sinatra’ya teklif eder. Sinatra ise o tarihte 73 yaşındadır ve rolü geri çevirir.

Şükürler olsun ki Sinatra rolü geri çevirmiş” diye rahat bir nefes alanlar sıkı dursunlar çünkü asıl macera şimdi başlıyor. Nothing Lasts Forever’ın senaryosu Sinatra’nın reddi üzerine yeniden düzenlenir ve Arnold Schwarzengger’in 1985 tarihli Commando filminin devam filmine dönüştürülür!

Bu noktada “şükürler olsun ki Arnie rolü geri çevirir”. Adı konmamış Die Hard senaryosu daha sonra Slyvester Stallone ve Harrison Ford başta olmak üzere pek çok ünlü isme sunulur, kimse projeye ısınamaz.

Ve tüm bu umutsuzlukta Batı Almanya doğumlu genç bir oyuncu kendini gösterir: Bruce Willis. Willis o tarihte sinemada çok bilinmemektedir, ancak efsane dizi Moonlighting’deki David Addison rolü onu seyirci için tanıdık bir yüz yapmaktadır. Sonunda Die Hard adını alan proje için Willis’e dönemi için bile çok yüksek bir meblağ olan 5 milyon dolar ödenir. Filmin yönetmen koltuğuna John McTiernan oturtulurken, Hans Gruber rolü de İngiliz aktör Alan Rickman’a verilir. Anlayacağınız, Snatra’dan Schwarzenegger’e oradan Willis’e uzanan bir maceranın ürünüdür Die Hard. Adını bu kadar hakeden kaç proje vardır ki?

alan rickman 010

Bruce Willis’in Moonlighting şöhretinin Die Hard’taki John McClane’i baştan aşağı şekillendirdiğini görmemek imkansız. “Yalınayak kahraman” noktasına gelmeden, daha filmin başında Bruce Willis plazada yürümeye başladığında bile alışık olmadığımız bir kahramanla karşılaşacağımızı biliyoruz. Willis’in bu ilk John McClane performansı alışık olduğumuz kahramanlardan çok farklı olmakla beraber oldukça inandırıcı. Die Hard’tan evvel bu kadar samimi ve sempatik silahşörler aksiyonun göbeğine yerleştirilmiyordu. Willis’in performansı Rickman’ın muhteşem Gruber’i ile birleşince gerçekten tadından yenmez bir çatışma kendini gösteriyor. Bu arada filmin ortalarında hikayeye telsiz bağlantısı ile dahil olan Powell’i de unutmamak gerek (Bu arada Die Hard’ın bu kendine has telsiz sahnelerinin yıllar sonra Arnold Schwarzenegger’in filmi The Last Stand’de aynen taklit edildiğini yeni farketmiş bulunuyorum. Çok sevmeme rağmen The Last Stand gözümde puan kaybetti).

Die Hard hakkında okuma yaptıkça filmle ilgili o kadar çok irili ufaklı bilgi insanın karşısına çıkıyor ki büyülenmemek elde değil. Mesela final sahnesi için Alan Rickman’ın 21 metrelik bir yükseklikten gerçekten boşluğa bırakıldığını biliyor muydunuz? Ya da bu sahnenin ilk ve çek çekim olduğunu? Daha da ilginci Die Hard’ın meşhur uzun saçlı sarışın teröristi Karl’ın aslında Sovyet doğumlu balet Alexander Godunov olduğunu? Peki Godunov’un yıllar önce New York’a bir bale gösterisi için gittiğinde gizlice Amerikan yetkililere sığınma talep etmesinin sonucu iki ülke arasında uluslararası krizine sebep olduğunu? Gerçekten abartmıyorum, Die Hard’a verdiğiniz vaktin bir o kadarını daha filmle ilgili ilginç bilgiler okumaya ayırıyorsunuz ister istemez. Üstelik size sadece ilk filmden bahsediyorum. Serinin diğer filmlerinde ne cevherler var tahmin edemezsiniz.

Gene de birkaç cümle ilk Die Hard sonrası sürece değinebilirim. İlk filmin başarısı üzerinde çekilen 1990 tarihli Die Hard 2 her ne kadar sönük bulunsa da ilk filmin formülünü ona ihanet etmeden uygulayan bir yapım olmuştu. Filmin öncülünün ötesine çıkma derdi olmazken, seyirciyi hüsrana uğratan bir yanı da bulunmuyordu (Şahsen ikinci filmi de pek severim). Nitekim ilk filmin heyecanını taşıyıp ona layık bir şekilde işlerin devamını getiren film, gene yönetmenliğini John McTiernan’ın üstlendiği 1995 tarihli Die Hard with a Vengeance olmuştur.  Enteresan bir şekilde 2007 yapımı dördüncü film de işi iyi kotarır. Beşinci filmi seyretmedim ama hakkında yazılanlara bakılırsa bu son film yapılmasaymış, eldeki dört film ile Die Hard külliyatı tüm zamanların en iyi aksiyon serisi olabilirmiş. Çekirge beşinci atlayışa kadar dayandı ya, bu da büyük başarıdır.

Bu yazıda Die Hard ile ilgili kısmı eleştiriler yapmayı planlıyordum, kendimi filmin beni cezbeden hikayelerini size sunarken buldum. Bence güzel de oldu bunları paylaşmak. İlle de kadı kızı kusuru arayanlar için filmin polis, SWAT ve FBI ayağının bir miktar inandırıcılıktan uzak olduğunu söyleyebilirim ama o kadar. İnanın Alman teröristlerin birbirlerinin konuşmalarını anlamayıp aynı cümleleri İngilizce tekrarlamaları bile hoşuma gitti. Die Hard her şeyiyle güzel.

Başta yeniyıl arefesi olmak üzere her fırsatta seyredilmelik, başucu filmlerinden. Macera filmi tutkunu iseniz kendinize daha büyük bir iyilik yapamazsınız.

Die Hard poster

blank

Misafir Koltuğu

Öteki Sinema ekibine henüz katılmamış ya da başka sitelerde yazan dostlarımız her fırsatta harika yazılarla sitemize destek veriyor. Size de okuması ve paylaşması kalıyor...

2 Comments Bir yanıt yazın

  1. 1.si vasat bir yönetmenin elinde sıradan bir aksiyona dönüşebilecekken,John abinin ayarıyla bugünkü konumunu garantiledi.–yönetmen hayati bir şey abi–

    2.sinin albenisi Franco abiydi fakat o da yetmedi,1.sindeki tehlike Renny Harlin le vücut buldu.

    3.sü gerek defalarca seyredilecek sahneleri,Samuel,Jeremy abilerin varlıkları,Wilder ın klasiğiyle paralel yürüyen göndermeleri, gerekse postmodern siyasal altmetini ile en afilisi.–her ne kadar teröristlerin Doğu Alman ve eski komünist olmaları ve kendi çıkarları için parayı gümletmeleri sinir bozucu olsada,Orwell ci zırvalar işte–

    4. ve 5. ise günümüz ergenleri için çekilmiş etinden,sütünden,yününden tüccarlığıyla biraz dingilce olmuş,1. ve 3.nün sinemasal lezzeti kesinlikle yok.

    Bahaneyle ilk üçü tekrar seyredeyim.teşekkürler.

  2. Sayın Kenan Demir in yorumlarına kesinlike katılıyorum. İlk üçü tadından yenmezken serinin son çıkan iki filmi günümüz ergenlerine hitap ediyor.Bol CGI efektler artık gözü bozup baş döndürüyor ama inandırıcılıktan çok çok uzak. Sanki bir bilgisayar oyunu havasında adeta…

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Özyıkımdan Yapısöküme: Annihilation (2018)

Annihilation; bittikten sonra insanın belleğinde kalın düşünce tortuları bırakmayı başaran,
blank

Alone (2007)

Öteki Sinema olarak çok önemsediğimiz Alone, Tayland Korku Sineması içinde