Bundan yaklaşık 27 yıl önce hayatımıza giren ancak her nesile etki edebilecek boyutta bir zamansızlığa sahip filmlerdendir Dirty Dancing. Aslında video kaset pazarı için çekilen bu filmin, klasikler mertebesine kadar yükselmesi, mütevazi ve amatör ruhla girişilen her işin kendine yarattığı hayran kitlesinin de büyüklüğünü işaret ediyor. Defalarca izlenebilen değil, defalarca kendini izleten ender filmlerden biri olarak Dirty Dancing, efsanesini kuşaktan kuşağa yaymaya devam ediyor.
Öteki Sinema için yazan: Gülnur Karakaş Tandoğan
Klasik ve imkansız bir aşk hikayesi ile yola çıkıyor film: Tatillerini geçirmek üzere Kellerman’s Resort’a gelen bir ailenin 17 yaşındaki kızları “Baby” Frances (Jennifer Grey), tesiste dans eğitmenliği yapan Johnny’le (Patrick Swayze) yakınlaşır. Johnny’nin dans partnerinin elinde olmayan nedenlerden ötürü dans edememesi üzerine görevi devralan Baby, ailesinin şiddetle karşı çıktığı bir profile sahip olan Johnny ile unutulmaz bir aşk yaşamaya başlar…
Filmin temeli, statü farklılıklarının aşkın karşısında direnemeyeceğini kanıtlamak üzerine inşa edilmiştir. Verilen bu türden bir mesaj her ne kadar klişe ve yavan olarak yorumlanmaya mahkum olsa da filmin değerini artıran, kullanılan malzemeler olmuştur. Ana malzeme, elbette ki “dans”tır. Dansı konu alan filmler enerjileriyle her daim dikkat çekmiştir. Bunun için de, oyuncuların kimyalarının örtüşmesi, önemli ve gerekli bir koşul. Patrick Swayze, filmlerinde her ne kadar oyunculuğuyla öne çıksa da, özgeçmişine bakıldığında dansçı kimliğinin aktörlüğüne etkisi ciddi anlamda dikkat çekmekte. Dans koreografı bir anneye sahip olması ve aldığı bale eğitimi, oyuncunun Dirty Dancing’deki dans sahnelerindeki hakimiyetine doğrudan yansımıştır. Kendisiyle kıyaslandığında Jennifer Grey, dans konusunda acemi kalsa da, bu durum zaten Baby karakterinin gerekliliklerinden biridir.
Dirty Dancing’i lezzetli hale getiren bir diğer malzeme de eşsiz müzikleri. Filmin Oscar ödülünü kazanmasına vesile olan “(I’ve Had) The Time of My Life”ın yanı sıra, “Yes”, “Hungry Eyes” ve Patrick Swayze’ın seslendirdiği “She’s Like the Wind” gibi mükemmel şarkıların düzgün koreografilerle tamamlanması, filmin başarısının önünü açmıştır. Kullanılan müziklerde ise, filmin geçtiği dönem itibariyle genel olarak 60’lı yılların havası hakim. O nedenle filmin adı, çoğu zaman Grease ile birlikte anılmakta.
Film bir bütün olarak klasik kabul edilse de, aslında kendi içindeki birçok sahne tek başlarına kült olmuştur. Bunlardan en önemlileri, gölde ve finalde yapılan kaldırma hareketleri, karpuz taşıma sahnesi, final dansı ve elbette ki dillere destan repliği. “Nobody puts Baby in a corner” (Kimse Bebeği bir köşeye atamaz) halen birçok film ve dizide Dirty Dancing’e yapılan referansların başında gelmektedir. Bu repliğin ilginç bir de hikayesi var. Patrick Swayze, cümleyi ilk duyduğunda kendisine çok saçma geldiği için senarist ve yönetmenle bunu kullanmamak adına ciddi bir savaş verse de, galip gelememiş ve sinema tarihinin en meşhur repliklerden birini hafızalarımıza kazımıştır. Söz konusu bu replik dışında, Johnny’nin Baby’i havaya kaldırdığı dans sahnesine de birçok filmde selam çakılmıştır. Bunlardan en bilinenleri ise, “L’arnacoeur (Gönül Avcısı)” ile “Crazy, Stupid, Love” dır.
Dirty Dancing’in 20. yılına özel olarak 2007 yılında yeni bir DVD basıldı. Filmden silinen sahneleri, ekiple yapılan söyleşileri burada izlemek mümkün. Çıkarılan sahnelerden en dikkat çekeni ise, filmin ismini de çağrıştıran dans sahnesi. Baby ve Johnny’nin “She’s like the wind” eşliğinde yaptıkları erotik dans, filmin yaş sınırını artırmamak ve Baby karakterine yakıştırılan “komşu kızı” tiplemesine zarar vermemek adına filme dahil edilmese de, DVD’de yayınlandığı gibi dikkatleri üzerine toplamıştır.
Yönetmen Emile Ardolina ne yazık ki, Dirty Dancing’ten 6 yıl sonra hayatını kaybetmiştir. “Yırtık Rahibe (Sister Act)” ve “Üç Adam ve Bir Küçük Hanım (Three Man and a Litlle Lady)” gibi halen gülümsenerek hatırlanan filmlere imza atsa da, kısa ömrü filmografisini genişletmeye yetmemiştir. Dirty Dancing’te de Ardolina’nın dans sahnelerine yaklaşımıyla ve oyuncuların doğaçlama yapmalarının önünü açan yönetim tarzıyla, filme etkisinin önemli olduğu söylenebilir. Bununla beraber, senarist Eleanor Bergstein’in kendi hayatından yola çıkarak Dirty Dancing’i yarattığı bilinmektedir. Aldığı dans derslerinden “Baby” takma ismine, doktor olan babasından gençliğinde tatillerini geçirdiği yere kadar birçok özelliğini ve anısını filmin senaryosuna yansıtmıştır.
Her başarılı filmin devamını getirmek adettendir. Aynı isim ve formülle çekilen 2004 yapımı Dirty Dancing: Havana Nights maalesef aslına yaklaşan bir başarıyı yakalayamamıştır. Her ne kadar, hikayeyi biraz da siyasi atmosfer ekleyerek derinleştirmek isteseler de başrol oyuncularının uyumsuzluğu ve ilk filmin ağırlığı, etkisini zayıflattığını söylemek için yeterli. Film, Amerikalı bir genç kız ile Küba’lı bir delikanlı arasındaki ilişkiyi, Küba Devrimi zamanında Batista rejiminin yıkılması eşliğinde anlatma yoluna gitmiştir. Hatta Patrick Swayze, az da olsa filmde rol almıştır. “Represent Cuba”, “Do You Only Wanna Dance” gibi etkileyici Küba ezgileri ve elbette baştan çıkaran Latin danslarıyla donatılsa da dediğimiz gibi, eski filmi hatırlatan yapısıyla Dirt Dancing: Havana Nights, her daim karşılaştırılmaya mahkum. Bu film dışında Dirty Dancing’in yıllar sonra senarist Bergstein tarafından tiyatroya uyarlandığını ve halen dünya çapında sahnelenmeye devam ettiğini de belirtmekte fayda var.
Dirty Dancing, basit bir senaryoya ve derinliği olmayan karakterlere sahip olmasına rağmen aşkı ve erotizmi, dans ve müzik aracılığıyla etkileyici bir biçimde harmanlayan aynı zamanda oyuncularının başarısıyla da öne çıkan bir film. Ancak, ister istemez akla şöyle bir soru geliyor: Örneğini beyazperdede defalarca gördüğümüz sıradan bir aşk hikayesi nasıl oluyor da, her yaştan ve her kültürden insanı böylesine etkileyebiliyor? Neden bu kadar sevildiğine cevap yine filmin kendisinden geliyor. Baby’nin babasının ikili için söylediği gibi: “Sahnede harika görünüyorlardı…”