Kitlelerin 2005 tarihli The Descent ile tanıdığı ünlü İngiliz yönetmen Neil Marshall’ın ilk uzun metrajlı filmi olan Dog Soldiers, etkileyici bir kurtadam filmi. Hiçbir bilgisayar efektine başvurmadan korkutmayı ve şaşırtmayı beceren bu film, aynı zamanda militarist geleneklere de atıfta bulunuyor. Film kısaca, İskoçya dağlarında tatbikat yapan bir grup askerin kurtadamlar tarafından ablukaya alınmasını konu ediyor. Kurtadamların kovaladığı askerler, yolda karşılaştıkları zoolog bir kadının yardımıyla kendilerini bir dağ evine kapatıyor. Filmin devamında ise, askerlerin kurtadamlara karşı verdiği mücadele sürükleyici bir dille anlatılıyor.
Öteki Sinema için yazan: Gülnur Karakaş Tandoğan
Aslında Dog Soldiers’ın konusunu okumak bile, referans aldığı ilk filmin, “The Evil Dead” olduğunu görmek için yeterli. Ormanın derinliklerinde bir kulübeye sıkışan bir grup kurban ve dışarıda ne olduklarını tam tanımlayamadıkları varlıklar. Hatta filmin karakterlerinden birinin isminin Bruce Campbell olduğunu da ilave edelim ki tezimiz sağlam temellere oturmuş olsun. Her korku filmi çeken, bu türe meraklı yönetmenlerin illaki bir filminde Evil Dead izine rastlamak mümkündür. Neil Marshall da bu geleneği bozmuyor ve ilk filminde Evil Dead efsanesine selam göndermeyi ihmal etmiyor. Marshall’ın adını andığı bir başka isim ise Dünyalar Savaşı’nın yazarı, bilim kurgu romanı denince akla gelen ilk isimlerden olan yazar H. G. Wells. Yönetmen, karakterlerden bir diğerine yazarın ismini uygun görerek, kendisine olan hayranlığını bu şekilde dile getiriyor.
Filmin bunun yanında askeri bir tarafı da var doğal olarak. Dolayısıyla maskülen havayı epey solumak durumunda kalıyor izleyici. Hatta bu havayı biraz olsun kırmak için senaryoya özellikle kadın bir zooloğun dahil edildiğini de düşünebiliriz. Askerliğin acımasız ve bazen de mantıksız kuralları, özellikle filmin ilk sahnelerinde yüzbaşının çavuşa yaptığı küçük deneyde öne çıkıyor. İlerleyen sahnelerle birlikte, askeriye içindeki hiyerarşik düzenin, emir-komuta çizgisinin ağırlığı da kendini hissettiriyor.
Neil Marshall’ın diğer filmlerine göre Dog Soldiers’ın espri dozajı bir hayli yüksek. Örneğin, meşhur “there is no spoon” repliği, The Matrix’den sonra bu filmle tekrar dikkatleri üzerine çekiyor. Askerlerin bulundukları elverişsiz koşulları bertaraf etmek adına birbirlerine anlattıkları hikayeler eşliğinde oldukça eğlenceli bir giriş yapan film, her ne kadar kurtadamların ortaya çıkmasıyla korku vermeye başlasa da, filmin sonuna kadar İngiliz komedi anlayışından ödün vermeden finali yapıyor. Özellikle film bittikten sonra ekrana gelen gazete kupürünün, birçok komedi filminden daha etkili olduğu söylenebilir.
Filme getirilen en önemli eleştiri, kurt adamların şekliyle ve makyajlarıyla ilgili. Devasa büyüklükteki kurtadamlar, dediğimiz gibi hiçbir bilgisayar efekti kullanılmadan canlandırıldıklarından, çeşitli görsel hilelerle gerçekliği yakaladığını düşünen Amerikan filmlerine yatkın seyirci tarafından yadsınmaları normal karşılanabilir. Diğer İngiliz korkuları gibi makyaj ve yapay canlandırmalarla değil konusu, esprileri ve atmosferiyle öne çıkmayı amaçlayan bir film olduğu düşünüldüğünde, Dog Soldiers’ın en azından kendi hedefini tutturduğu söylenebilir.
Yönetmen Marshall, aslında korku filmlerinde daha başarılı olan bir sinemacı. Özellikle alamet-i farikası olan The Descent ile rüştünü ispatlasa da, önce Doomsday sonrasında ise Centurion ile korku filmlerinden iyice uzaklaşmıştı. Bunların yanında Game of Thrones’un bir bölümünü de yöneterek daha epik işlere yöneldiğini düşündürtürken gelen son haberlere göre, kendisini sinema dünyasına kazandıran bu türe geri dönüş yapıyor Marshall. Dracula’yı Transilvanya’dan Londra’ya taşıyan Demeter gemisiyle ilgili bir filmin hazırlıklarına başlamış durumda. Filmin adı ise The Last Voyage of Demeter. Yönetmenin filmografisinde yer alan korku türündeki filmlerine baktığımızda, bu filmi beklemek için çok önemli sebepler sunuyor Marshall bizlere.
Vampirler ve zombilerden kendilerine pek sıra gelmeyen kurtadamları seyretmek için çok önemli bir fırsat Dog Soldiers. Gerçi Twilight ve hatta True Blood’da ikinci planda da olsa yeniden ele alınan kurtadamların unutulması zor olsa da, bu korku verici varlıkların hakkını verebilen film sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. “An American Werewolf in London” kadar çok kişiye ulaşamasa da en az onun kadar kült olmayı hak eden ve bunu başaran; “The Wolfman” kadar yıldız oyunculara sahip olmasa da oyuncularının dar alanda kısa paslaşarak parladığı bir film olarak Dog Soldiers, izlenmesi elzem korku filmlerinden biri.