İstediği kadar ticaret adına ruhunu sattığı iddia edilsin, gelmiş geçmiş en önemli korku öykülerinin büyük bir kısmında Stephen King imzası olduğu gerçeği değişmez! Bir çok eski okurun iddia ettiği üzere bu seri imalat onu kısırlaştırmış olabilir fakat geriye dönüp eşelediğimiz vakit hala lezzetli hikayeleri silkeleyip çıkarabiliyoruz sayfalarından. Bu sebepledir ki sinemada onun kaleminden çıkan öyküleri uzunca bir süre daha görmeye devam edeceğiz.
Dolan’ın Cadillac’ı, Ülkemizde Rüyalar ve Karabasanlar adıyla yayınlanan kısa öykü seçkisinin giriş hikayesidir. Belki de bu özelliğinden dolayı yer aldığı hikayeler arasında en akılda kalıcı olanının da o olduğunu – en azından kendi adıma- söyleyebilirim. Öykü, Robinson adındaki orta yaşlı öğretmenin, -görmemesi gereken şeylere tanık olduğu için kurban edilen- karısının intikamını aldığı bir kişisel hesaplaşma örneğidir. King’in öykülerinde yer alan ezik ve zayıf karakterin yine King usulü aldığı bir intikam öyküsüdür anlayacağınız. Fakat karşısında Dolan adında şehrin bütün pis işlerini yüklenmiş bir psikopat vardır. Tabi ondan çok daha önemlisi neredeyse yok edilemez olarak tasarlanan siyah Cadillac’ıdır.
Öncelikle, bu öykünün hikayeleştirildiğini ilk olarak yabancı korku kültürü dergisi olan Fangoria’dan öğrenmiştim. Fakat film ülkemizde vizyon şansı elde edememişti. Buradan elbette bunun da bir çeşit video piyasası ürünü olduğu çıkıyor olabilir fakat film dışarıda genel gösterime çıkmıştı. Bununla birlikte tonlarca örneğine rastladığımız başarısız bir Stephen king uyarlaması damgasını da yemişti. Yine de Dolan’ın Cadillac’ı şans verilmeyecek türden bir yapım değil. Hiç değilse beslendiği kaynaklara saygı göstermeyi ihmal etmeyen bir kompozisyon var önümüzde.
Kısa öykülerin çeşitli soslara bandırılarak izleyicinin önüne sunulması son dönemde pek de akılda kalıcı olamıyor. Örneğin Clive Barker’ın Kan Kitapları Serisinden peydah olan Kan Kitapları ve Dehşet Treni (Geceyarısı Et Treni hikayesinden), izleyiciyi günümüz korku sinemasının aşırılıkları ile haşır neşir ederken işin sadece şiddet kısmına eğiliyordu. Bununla birlikte yine bir Stephen King kısa öyküsü olan Öldüren Sis, Frank Darabont gibi usta bir King “uyarlayanının” ellerinde adeta şahesere dönüşmeyi başarmıştı.
Bunun altında hiç kuşkusuz orjinal hikayede nihayete ermeyen öykünün Darabont-King ortaklığı ile çarpıcı bir sona kavuşturulması yatıyordu. Dolan’ın Cadillac’ı ise, okuyucu için herhangi bir süpriz vaad etme derdinde değil. Öyküyü adeta bir rehber olarak kullanıyor. Belki de öyküye abzürd kaçacak en önemli ayrıntı, Wes Bentley’ın hayat verdiği Robinson karakteri. Öyle ki orta yaşlarından daha fazla gösteren, kel kafalı, ahı gitmiş vahı kalmış zavallı Robinson ile uzaktan yakından alakası yok! Kaldı ki yüz hatlarındaki sertlik ve tekinsizliğe ek olarak Ghost Rider’da Blackheart gibi kopuk bir karakteri canlandırması da ne yazık ki inandırıcılığı süründürüyor.
Filmin en fazla merak kamçılayan tarafı, elini neredeyse piyasadaki bütün kirli işlere bulaştırmış olan Dolan’ı yer yer abartılı renklere boyayan Christian Slater gibi kült bir aktörü merkeze kondurması. Biraz da bu sebeple öykünün ağırlık merkezi çoğu zaman Robinson’dan Dolan’a kayıyor.
Öykü finalinden önce sadece rivayetlerde gördüğümüz dolan, elbette burada hikayenin büyük bir kısmında “etken” bir biçimde karşımıza çıkıyor. Bu sebeple rivayetlerden ziyade Dolan’ı izleyiciye bütün ayrıntıları ile tanıtma işini başarı ile kotarıyor yönetmen Jeff Beesley…Hatta böyle bir filmden beklenmeyecek bir şekilde, Dolan’ın planları ile Robinson’ın intikam hareketi pararel bir şekilde izleyiciye sunarken sıkıntı da çekmiyor. Fakat bu yarı dinamik anlatım bile filmi kurtarmaya tam anlamıyla yetmiyor. Sebep mi? elbette Robinson’un iç çatışmalarına yönelen böyle bir öykünün seyir zevki ile edebi takip zevkinin aynı kalıplara uymaması. Adım adım sosyopata dönüşen Robinson’un, hikayenin adeta doruk noktasına yerleşen hastalıklı bir biçimde çölde çalışan yol ekibine katılması ve nihayetinde hikayeye adını veren obje olan Cadillac’ın kale duvarı görevi gördüğü o son monolog her ne kadar hikayeyi kurtarıyormuş gibi gözükse de bir süre sonra sakız gibi uzayan bir vedalaşmaya dönüşüyor.
Sonuç mu? Dolan’ın Cadillac’ı, eğer ki öykünün perdeye nasıl uyarlandığını merak edenlerden değilseniz sizler için çok fazla birşey ifade etmeyecektir. King hayranları değil, sadece bahsi geçen öykünün hayranlarının dönüp bakabilecekleri bir hikaye. Halkanın dışında kalanlar için ise Cadillac’dan çok daha etkileyici objeler de mevcut…