Don’t Be Afraid of the Dark filminde 14 yaşındaki Sally annesinin nedendir bilinmez aldığı bir karara göre artık babası ve onun kız arkadaşı Kim ile birlikte onların restore ettirmeye çalıştıkları 19. Yüzyıldan kalma bir evde yaşamak zorunda kalmıştır. Evin buram buram tarih kokan köşelerinden birinde ise bu kırgın küçük kızın ruhunun onlara ait olduğuna inanan bir topluluk yaşamaktadır ve ne pahasına olursa olsun özgür kalacak ve o ruhu alacaklardır.
2010 yapımı Don’t Be Afraid of the Dark aslını, senaryosunu Nigel Mckeand’ın yazdığı, yönetmenliğini John Newland’ın üstlendiği, başrollerini Kim Dorby ve Jim Hutton’ın paylaştığı 1973 yapımı bir televizyon filminden almıştır. Film gösterildiği tarihte çok büyük ilgi görmüş ve o zaman için başarılı yapımlardan biri olarak televizyon tarihindeki yerini almıştı.
Gelelim biz filmimize. Filmde kocası tarafından önemsenmeyen ve yalnızlığa itilmiş genç kadın Sally’nin yerini annesi ve babası ayrı hayatlar seçen, annesi tarafından babasına hiçbir açıklama yapılmazsızın gönderilen velhasıl kendini terk edilmiş, sevgisiz kalmış hisseden küçük bir kız alıyor. Kendini annesinin sıcacık evinden atılmış bir vaziyette, kocaman, eski ve bomboş bir evde buluyor. Elinde yeteneğinin resim yapmak olduğunu belli eden bir resim defterini sıkı sıkıya tutarken tanışıyoruz çocuk Sally ile. Tv filminde genç kadının rolünü üstlenen bu küçük kızda filmin ilerleyen dakikalarına kadar onun kaderine gark oluyor ve kimseyi bu evdeki tehlikenin boyutlarına ikna edemiyor.
Yönetmeni olan Troy Nixey’nin ilk uzun metrajı olması açısından büyük önem arz eden Don’t Be Afraid of the Dark, tadını prodüktör ve senarist olarak filme sonuna kadar destek olan Guillermo Del Toro’dan alıyor. Toro’nun etkisini filmin her karesinde görmek mümkün. Küçük kızın keşfettiği labirentle kendinizi tekrar Pan’ın labirentinde buluyor, evin esrik havası itibariyle de Şeytan’ın Bel Kemiği filminin yalnız kahramanını hatırlayıp onun Sally ile el ele tutup oynadığını hayal edebiliyorsunuz. Film tam bir Del Toro vizyonları geçidi niteliğinde sizin anlayacağınız.
99 dakikalık seyir bize, başlarda oğlunu sayıklayan ve eski bir bodrum katında duyduğu metalik fısıltılara oğlunu geri almak için yalvaran bir adamın, hizmetçisinin dişlerini sökmesiyle başlayıp aslında filmin temeli hakkında da fikir vermiş oluyor. Çocukluğumuzda bize anlatılan o küçük yaratıkların sevimliliğini de büyük ölçüde sorgulamamıza sebep olan karanlık bir masal var karşımızda. Sonrasında yapımın karakterleri ile tanış olduğumuz durağan anları saymazsak gerilimi ve dramı yerinde, seyri bozan birkaç an hariç gayet istikrarlı bir film çıkıyor ortaya. Eski bir köşk, gayet estetik bir kapı, bu kapıyı açan eski bir anahtar ve kapatılmış bir şömine… Kullanımı hiçbir zaman eskimeyen bu dört öğe bu yapımında vazgeçilmezi durumunda…
Filmin zayıf kalan tarafına geldiğimizde ise başrol oyuncularından bahsetmemiz gerekecek. Sally karakteri ile yapımı alıp götüren ve neredeyse tek başına sırtlayan Bailee Madison kızımız hariç Katie Holmes ve Guy Pearce performansları vasatın çok altında ve göze batacak derecede iğreti duruyor. Belki de yapım daha sağlam bir oyuncu seçimiyle daha keyifli hale gelebilirdi demekten geri duramıyorsunuz seyir boyunca.
Yine de film bu günler itibariyle başarılı yapımlar arasına girebilecek bir tablo çiziyor. İzlemeye değer ve kesinlikle sıkıntı çekilmeyen bir akışı var.
İzlemeye fırsatınız olmadıysa bir denemeniz tavsiye edilir. İyi seyirler…
filmi sinemada seyrettim .yaratiklar gozukene kadar iyi bir filmdi.yaratiklarin varligi bilindigi andan itibaren israr ile evde kalma arzusu beni filmden soguttu,@senaristin ,bu kadarda kasilmaz ki ?
geçenlerde abim izlerken şöyle bir kaç dakika baktım filme…Çocuğun tipi sinirimi bozdu…Öyle böyle bozmadı ama…Sinir bozucu çocuklar yüzünden nice korku-gerilim çeşitlemesinin hakkını yemiş bir adam olarak bu filmle de arama mesafe koydum :) Yalnız doksan dokuz yılında piyasaya sürülmüş olan nefis mi nefis bir playstation oyunu olan Heart Of Darkness’ı andırdı afişi bana!