Öteki Sinema olarak bazı filmlerin iflah olmaz hastasıyız… Haydi say deseniz aklımıza gelen ilk on filmin içinde şu beşi mutlaka olur: Escape From Newyork (John Carpenter) 28 Gün-Hafta Sonra (Danny Boyle – Juan Carlos Fresnadillo) Mad Max The Road Warrior (George Miller) The Excalibur (John Boorman).
Yeni İngiliz yönetmenlerden Neil Marshall‘da bizim gibi düşünmüş olacakki oturmuş bu dört filmin senaryosunu bir mikserin içine atmış ve başlamış karıştırmaya… Sonuç; ortaya çıkan film, bir dönemin aksiyon ve fantastik duygusunu diriltmeyi amaçlayan ama garip tatlarla dolu ve feci kafası karışık bir bilim kurgu avantürü… 80′ler seyircisi için film boyunca çok fazla çağrışım yağıyor ama ne yazıkki esinlendiği ve hatta düpedüz taklit ettiği filmleri, onca teknik imkana rağmen hiç bir anında aşmayı başaramıyor. Ama, “zamanda yolculuk yapmadan zamanda yolculuk” yapma imkanı sağlamasıyla garip bir lunapark atmosferi oluşturup bizim de şaşkın bir şekilde bitiş yazılarını okumamızı sağlıyor! Hatta biterken iyice arsızlaşıp 28 Hafta sonra’nın tema müziği ile bizi uğurluyor. (Peki bu iyi bir şeymi? hayır!)
Neil Marshall yeni kuşak ingiliz yönetmenlerden ve daha önce çektiği Dog Soldiers ve The Descent ile hem olumlu eleştiriler aldı hem de popülarite kazandı. Fakat Doomsday insanın elindeki herşeyi kumarda bir anda nasıl kaybedebileceğinin güzel bir örneği… Açıkçası eline geçen ve daha önce çektiği iki ümit verici yapımın bütcesinin toplamının 5 katı olan 30.000.000 $ ile çok daha iyisini yapabilirdi diye düşünüyorum.
Filmin konusu kısaca şöyle: 30 yıl önce İskoçya’da ortaya çıkan bir virüs tüm insanların yaşamını alt üst etmiştir. Bu ölümcül virüsün yayılmaması için karantina altına alınan ülkede hala hayatta olan insanlar ölüme terk edilir. Bu duvarın ardında yıllarca izole edilen virüs, İngiltere’de yeniden ortaya çıkar. Hükümet bu virüsü yok etmesi ve tedavi yöntemi bulması için bir ekibi duvarın ardına yollar. Bu duvarın arkasında ne olduğu bilinmiyor, tek bilinen harabeler içinde bir cehenneme doğru yol alıyor olmaları…(alıntı sinemalar.com)
Genel olarak Cast seçiminde problem yok.. Başrolde ki seksi Rhoona Mitra, kadın anti-kahraman rolünün altından başarıyla kalkıyor. Aslında Binbaşı Eden Sinclair karakteri, Newyork’dan Kaçış Filmi ile beynimize ve sinema tarihine kazınan Kurt Russel’in en iyi performansı Snake Plissken in günümüze geçirilmiş ve feminenleştirilmiş hali. Snake’e özenme o boyuttaki Eden’in de Snake gibi bir gözü yok hatta filmin başında bunu bantla kapatıyor (Sonrasında ise seksapeli korumak açısından robotik ve gerçeğinden ayırt edilmeyen bir gözle iki gözlü olarak devam ediyor yoluna)
Kötü karakterler de üstlerine düşeni yapıyor ama bazı karakterler kendilerinden daha çok nefret etme yada sevme potansiyelimiz varken oyun dışında kalıyor. Tim ekibi ve Punk asilerin lideri Sol’un yamyam kız arkadaşı gibi… Hele filmin gelişme aşamasında kocaman timin, üyelerinin hiçbirini doğru dürüst tanımamışken tırpan edilmesi, elde kalanların da karakter olarak yeterince işlenemesi, Marshall’a, ceza olarak Cameron ustanın A L I E N S filmini kafasına vura vura seyrettirme isteği uyandırdı bende… 28 Gün Sonra gibi başlayan filmimiz, Newyork’dan kaçış gibi devam ediyor ve bir anda ve ne gerek varsa Excalibur’a dönüp Finalde de Mad Max olup bitiyor. Hatta arada Newyork’dan kaçış’a tekrar el sallamayı ihmal etmiyor.
Tüm bu filmleri sevmek ve bunlara benzeyen bir şey çekmek elbette suç değil ama artık kimin kimden esinlendiğinin ve nerede durması gerektiğinin bilinmesi gerek… 2 sezon önce izlediğimiz Resident Evil‘de bir Mad Max clonu idi. Doomsday bu haliyle, Mad Max’i taklit eden Resident Evil’i taklit eden film olarak sinema tarihine pek de önemsiz bir şekilde geçmiş oluyor. (tam da burada Resident Evil, Mad Max benzeşmesiyle ilgili yazımı okuyabilirsiniz.)
Eğer yukarıda saydığım asıl filmleri izlememiş genç seyircilerdenseniz kekremsi bir tat almanız ve adrenalini yüksek bazı takip sahnelerinde filmin macerasına kapılma olasılığınız var, ama 80′lerin sıkı tür takipcilerindenseniz, bu film ancak o filmlere olan saygınızı ve sevginizi arttıracak bir araç olur diyerek yazımı noktalıyor ve hepimize sinema dolu günler diliyorum.
28 Hafta Sonra süper ötesi bir film ama yönetmeni D. Boyle deil, Juan Carlos Fresnadillo. Atlarsak ayıp olur.
Haklısınız, yönetmenin adı eklendi. İlgi ve dikkatiniz için teşekkürler :)
bencede kopya ötesi bi film ayrıca 630 hp lik bentley marka arabayla o hurda arabaların arasından nasıl çıkamıyor hala anlamadım :D
Neil Marshall Doomsday ile başta Escape From New York ve Road Warrior olmak üzere sevdiği filmlere sevgi dolu bir gönderme yapmak istemiş. Bu yüzden de mantık açısından çok ciddiye alınabilecek bir film değil. Hatta doğrudan alınan müzikleri, kimi sahneleri hoş görmek gerek. Ama bu tür bir avantaja sahip olmasına rağmen film bir türlü “tam bir film” olamamış. En azından tasarım olarak üzerinde uğraşıldığı belli olan kötüler bile havada kalmış ki en büyük kusurlarından biri de bu. Hele araba reklamından farkı olmayan takip sahnesi…
Tarantino pastişi Marshall’dan önce daha ileri götürüp Kill Bill’de kimi hayranlarını kızdırmadı değil. Hatta kimileri film olarak bile görmüyor. Pop kültürünün uyduruktan yapılan göndermelerinin meraklısı değilim ama Kill Bill’de az bilinen veya çoğunluk tarafından aşağılanmış şeylerin karşısında böyle saygıyla durulmasından ben dahil bazı seyircilerin eğlenmek dışında çok özel bir tad aldığına eminim.
post apocaliptic filmleri ben mad max ile kiyaslarim ,bunun haricinde kaosun sebebinin etkilerinin yasam kosullarinin bir onemi yoktur .bu filmde malesef ,kahramanimizin mucadelesini biraz suursuzca buldum , daha insancil taraf genelde hep kazanir ama o mucadeleyide etkileyici bir sekilde gostermek lazim .
post apocaliptik filmlerde barutunun kuru oldugundan emin olmadiginiz bir fisegin yada bir konserve acacaginin bile yasamsal onemi vardir .filimde bir aksiyon vardi fakat hic bir mucadele ben goremedim …
bakalim road ve elinin kitabi ne yapacak ?
saygilarimla
Filmin sonunda “neden böyle bir film yapmışlar” dediğim bir filmdi. Sadece aksiyon olsun işin içine biraz virüs biraz yıkım katalım felaketler olsun bakalım nolacak diyerekten çektiklerini ve ne senaryoyu ne karakterlerin kişiliklerini oluşturmak için uğraş vermediklerini düşünüyorum. Her ne kadar başroldeki bayan oyuncumuzu saygıyla izlesek de bu filme olmamış dememiz lazım