Afişinde, Uzakdoğu korkularına nazire yaparcasına poz veren iki küçük kızın olduğu bir korku filmini görmek için çok hevesli olmasam da, yönetmen koltuğuna Sol Ayağım (My Left Foot: The Story of Christy Brown),Babam İçin (In the Name of the Father) ve “Yeni Bir Ülkede (In America)” gibi şaheserleri çekmiş Jim Sheridan’ın oturmuş olması, filmi izlemek için yeterli bir sebepti.
“Neden böyle bir film çekmiş ki?” diye sorgulayıp şaşırmadım değil… Kariyerinde Dehşet (The Changeling)’ten başka korku filmi olmayan Peter Medak’ın yaptığı gibi bir başyapıt çektiğini umuyordum Sheridan’ın. Oyuncu kadrosunun Daniel Craig, Naomi Watts ve Rachel Weisz gibi güçlü isimlerden oluşmuş olması da beklentimi kat kat arttırmıştı. Oysa, “Büyük beklenti, büyük hayal kırıklığı yaratır” sözüne uygun olarak neredeyse TV filmi özeniyle çekilmiş bir tür kırmasından başka bir şey değildi Korku Evi (Dream House).
Mutlu, mesut bir Amerikan ailesini odağına alan film, ailenin yeni taşındığı evde 5 yıl önce yaşanan korkunç cinayetlerin yarattığı terörü anlatırken kendinden önce çekilmiş ve başyapıt seviyesine ulaşmış pek çok yapımdan ödünç aldığı fikirlerle finale doğru ilerliyor.
Daha başta filmi yapanların hinliği ortaya çıkıyor esasen… Orijinal bir eser üretmek yerine tutmuş formülleri uygulamak ve bu formüller arasında keskin dönüşler yaparak izleyiciyi ters köşe yatırmak. Öyle ki, “A, The Shining’i çekmişler, evin babası da roman yazarı, demek böyle gidecek” derken, film ani bir manevrayla dikkatsiz bir Zindan Adası (Shutter Island) taklidine dönüşüveriyor. “Aile”yi dert edinen, bu yüzden de belli anlarda epey duygusallaşması gereken filmin bu konuda en büyük numarası, bu sekansların tümüne acıklı yaylıların hayat verdiği bir tema müziğini döşemek olmuş.
Buraya kadar tamam ama fikirler zekice uygulanmayınca, yapılmak istenenin altındaki ticari kurnazlık iyice ortaya çıkınca işin tadı kaçıyor. Finaline doğru elindeki tüm malzemeyi bir kenara bırakıp, 90’ların Showtime filmlerinin sıkıcılığında bir polisiyeye dönüşen Korku Evi, ne yönetmenini sevenler, ne de ünlü oyuncularının işlerini takip edenler için doyurucu bir seyirlik olamıyor ne yazık ki… O kadar oyuncunun içinde dikkati en çok çekenin evin küçük kızları olması da işin başka bir ilginç ve acıklı tarafı. Halbuki hikayeyi bu kadar dar bir kanladan akıtmak yerine, yan karakterler ve onların öyküyle etkileşimi biraz daha güçlendirilebilse ortaya yine de zevkle izlenebilecek bir film çıkabilirmiş.
Hollywood oyuncuları, kariyerleri nerede olursa olsun, ticari sinema örneklerinde görünmekten çekinmez. Profesyonelliğin gereği de budur zaten ve olayın gayet farkında olarak neredeyse hiç efor sarfetmeden rol kesiyorlar. Yine de Naomi Watts’ı bu kadar önemsiz bir karakteri, böylesine canı sıkılarak oynar görmek hoş değil.
Jim Sheridan gibi, muhteşem bir filmografisi olan bir yönetmenin elinden ancak bu kadarının geldiğini görmek acı verici… Aslına bakarsanız, kariyeri Yeni Bİr Ülke’den beri inişte ve son 2 filmiyle kimselere yaranamadı fakat zanaatı güçlü, gerçek bir hikaye anlatıcı olduğu da ortada. Yeni yönetmenlerde iş yok derken, eskilerin de yağmacılık yaparak idare ettikleri zamanlarda sinema seyircisi olmak zor.
Her şeyin sonunda, Korku Evi ancak evde DVD üzerinde izlenince zevk alınabilecek ve bu seviyede önemsenebilecek bir film… Film hafızası olan seyirci, ilk dakikadan finale kadar yapılan bir dolu göndermeyi yakalayarak izlediği şeyden keyif alabilir ama bunların hiç birinin saygı duruşu niyetini taşımadığını gördüğünde hayal kırıklığına uğrayacaktır…
ilk yayınlanma: http://www.beyazperde.com/filmler/film-145616/elestiriler-beyazperde/