Patlamalı kemik kırmalı çizgiromanlara hastayım ama hiç Dredd okumadım. Nasip kısmet olmadı, hep çok istedim. Hiç okumasam da Dredd benim için hep yüzünün yarısı maske kaplı asık suratlı Stallone oldu. Ya çizerleri itiraf etmese de Judge Dredd’in tasarımında Stallone’den ilham alındı ya da Stallone binlerce yıllık kapsamlı bir projenin sonucu olarak Rambo ve Rocky’e ek olarak Dredd’e de hayat vermek için doğdu (ikinci durum bana çok daha olası geliyor). 1995’in Judge Dredd’ini seyrettik, heyecanla dolduk, sonra büyüdük, filmin aslında (güzel tasarımlarına rağmen) koca bir balon olduğunu zor da olsa kabullendik. Geçmiş geride kaldı, bugün 2010’lu yıllardayız ve artık yeni bir Dredd var. Peki merhametsiz yargıç, beyazperdedeki bu bütünleme sınavını veriyor mu? Evet, veriyor. Gayet güzel, çarpıcı bir şekilde veriyor. Dredd 3D, keyifle seyredilecek, pişmanlık yaratmayacak bir aksiyon.

Öteki Sinema için yazan: Yigilante Kocagöz

Dediğim gibi Dredd okumadım, hayranları o yüzden özetimdeki hataları hoş görsünler lütfen. Nükleer savaş sonrası Amerika’dayız. Ülkenin büyük bölümü çöle dönüşmüş, radyasyondan kaçabilenler Mega-City’lere sığınmışlardır. Hikayemizin geçtiği Mega City-1, 800 milyon nüfuslu, aklımızın alamayacağı bir hızda suç işlenen dev bir cehennem kampıdır. Yeni dünya düzeninde adalet, aynı anda hem jüri hem yargıç hem de infazcı görevini yerine getiren polis-hukuk birimi Judge’lar tarafından sağlanmaktadır. Biricik asık suratlı Dredd’imiz bu işin en iyilerindendir ve her mesai saati iki ucuz B filmi aksiyonuna bedeldir. Rutin silahlı çatışmaların ardından merkeze dönen Dredd’e, çaylak “Judge” adayı Cassandra Anderson’ı bir gün boyunca teftiş etme görevi verilir. Adalet savaşçısı olarak umut vaat etmeyen ancak psişik güçleri ile teşkilatın ilgisini çeken Cassandra, ilk sınavını yakınlardaki bir gökdelen blokunda verecektir. Gökdelen bloklar; iki yüz katlı, kaleyi andıran yapılardır ve Mega City’de nüfusun büyükçe bir kısmına ev/mahalle sahipliği yapmaktadırlar. Dredd ve Cassandra bir uyuşturucu baskınını durdururlar ve gökdelenden dışarı çıkmaya yönelirler. Bilmedikleri ise içinde bulundukları gökdelen blokun, şehrin tüm uyuşturucu şebekesini elinde bulunduran Ma-Ma adlı çete liderine ait olduğudur.

Şimdi muhtemel bir yanlış algıyı hemen düzelteyim: Dredd bir Hollywood uyarlaması değil. İngiltere-Güney Afrika ortak yapımı (Bilimkurgu-aksiyon türü için çok alıştığımız bir birliktelik değil bu). Açıkçası gerek senaryo, gerek tasarım açısından kafamdaki pek çok soru filmin Hollywood üretimi olmadığını öğrendikten sonra kendiliğinden çözüldü. Dredd parmak ısırtan bir senaryoya sahip değil, ama gereksiz dramaya da yatmıyor, yaptığı işin suyunu da çıkarmıyor, seyircinin yaş ortalamasını altıdan küçük alan diyaloglar da sunmuyor. Filmin başında sanki Dredd’in doğası ve geçmişine dönük flashbacklere maruz kalacakmışız gibi bir imaj verilmiyor değil ama (neyse ki) film ilerleyen dakikalarda bu numaralara yatmıyor. Anladığım kadarıyla hem Dredd hayranlarının hem de seriye yabancı olanların seyredebileceği, çizgiroman olsa üç dört sayılık bir miniseri olabilecek bir macera düşünülmüş ve beyazperdeye uyarlanmış, iyi de olmuş.

Çokça duyduğum bir eleştiri Dredd’in aşırı maço ve şiddet odaklı tavırlarından ötürü filmin “benzerleri gibi faşist nitelikte” olduğu idi. Açıkçası bu eleştirinin haksız olduğundan yanayım. Dredd’in evreninde şiddet ve totaliter devlet yönetimi var ve detaya inilmemesine rağmen başarılı bir şekilde tasvir edilmiş, ancak filmde “judge” temelli adalet sistemi ne eleştirilmiş ne de savunulmuş. Filme adını vermesine rağmen Dredd, sempati (ya da empati) kurulabilecek bir karakter değil. Ortodoks bir ahlak anlayışı var ama film bu anlayışı yücelten ya da sınava sokan bir konum almıyor asla (sadece bir sahnede elinde silahlarla Dredd’i vurmaya çalışan küçük çocukları öldürebilecekken, hatta yasalara göre öldürmesi gerekirken bayıltmayı seçtiğini görüyoruz). Dredd bir kahramandan çok yıllardır işini yapmaktan robotlaşmış bir devlet memuru. İlginç bir şekilde filmin adalet ve etik tartışmasını çaylak Cassandra vermekte. Cassandra, psişik güçlerinden ötürü insanların düşüncelerini okuyabiliyor. Bu da kimin suçlu kimin masum olduğu konusunda Dredd’e oranla onu avantajlı kılıyor. Filmde Dredd’i kabul edilmiş neo-Hammurabi yasalarını sorgulamadan uygulayan karakter olarak görürsek, Cassandra kendi muhakemesini yapan ve kendi yargısını veren bir karakter oluyor. Bir diğer deyişle Cassandra filmimizin vigilante’si. Açıkçası filme “faşizm yanlısı” diyeceksek filmin Dredd’e değil de Cassandra’ya nasıl baktığını incelememiz gerekir. Spoiler vermemek için konuyu daha irdelemeyeceğim ama işin sonunda filmi anti- değilse bile non-faşist bir noktada bulduğumu söyleyebilirim.

Tasarıma ve atmosfere de değineyim. Megabina, içine sıkıştırılmış mahalleler ve sürü halinde yaşayan binlerce insan fikri Avrupa bilimkurgu çizgiromanlarında çokça karşılaştığım, Moebius ve Enki Bilal gibi isimlerce çokça işlenmiş bir olay. Dredd’i tabii ki saydığım ustaların estetiğiyle kıyaslayacak değilim ama şunu diyebilirim; sanki bu eserler okunmuş da bu filme girişilmiş. Açıkçası gökdelen blokun ihtiyaç duyduğu, içinde yaşayanı bir karıncaymışçasına küçük ve önemsiz hissettiren havayı ben Dredd’de çok net aldım. Sırf  bu sebepten bile Dredd’in distopik atmosfer aşıkları tarafından izlenmesini isterim. Bunun dışında Slo-Mo içenlerin gözünden dünyayı algıladığımız 3D anlar gerçekten takdir edilesi kalitedeydi. Herkes işini iyi yapmış atmosfer ve görsellik konusunda, o kesin.

Tüm bu artı özelliklerine rağmen Dredd nasıl oldu ise gişede beklediğini bulamadı ve sequel planları askıya alındı. Buna rağmen Dredd’in devamını seyretmek isteyenler hiç de az değil. Açıkçası bu gruba kendimi de gönül rahatlığıyla dahil edebilirim. Aradığınız iyi ve sürükleyici bir aksiyon ise Dredd’ten kesinlikle memnun kalacaksınız. Yargıçların bir gününe ve dökülen yüzlerce mermi kovanına kendinizi hazırlayın.

Not: Merak etmeyin, unutmadım. Karl Urban, Stallone’in tahtını hak eden Dredd mi? Kıyaslama yapmak istemiyorum. Sadece şunu söyleyeyim;  asık suratlılıkta Urban’ın da aşağı kalır yanı yokmuş, bu film bize bunu gösterdi.

blank

Misafir Koltuğu

Öteki Sinema ekibine henüz katılmamış ya da başka sitelerde yazan dostlarımız her fırsatta harika yazılarla sitemize destek veriyor. Size de okuması ve paylaşması kalıyor...

1 Comment Bir yanıt yazın

  1. filmi genel olarak, raid: redemption’dan önce izlemiş olsaydım, daha çok sevebilirdim.. fakat üzerindeki o gölgeden bir türlü kurtulamadım, hala da o pencereden bakıyorum ve filmin dredd filmi olması dışında yeni bir şey sunamamasına takılıp kalıyorum.. umarım devam filmi ile “devam filmleri” klişesinde bir yenilik yapıp ilk filmin de orjinal filmin de önüne geçebilir..

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

The Mist / Öldüren Sis (2007)

Frank Darabont’un uyarlayıp yönettiği The Mist, gelmiş geçmiş en iyi
blank

Lockout / İsyan (2012)

Lockout / İsyan, eski, iyi bir filmin iyi olmayan taklidi.