blankBeklenen günler geldi ve pandemi yüzünden gösterimi defalarca ertelenen epik film Dune nihayet ülkemizde de seyirci karşısına çıktı.

Filmi basın gösteriminde izledikten sonra yapılan bir özel gösterimde tekrar izledim. Dune’un bilim kurgu seyircisi için (aslında herkes için) bir ödül olduğuna inanıyorum. Dune, Star Wars kadar ihtişamlı, Mad Max Fury Road kadar tozlu ve onlar kadar etkileyici, ayrıştırıcı dokunuşlar ile de özel bir film.

Dune, soylu ailesi çöl gezegeni Arrakis’in kontrolüne sahip olan Paul Atreides’in (Timothée Chalamet) hikayesini anlatıyor. Galaksinin farklı noktalarındaki (tıpkı Star Wars’taki gibi mono ekolojik) gezegenler, İmparatora bağlılık yemini etmiş rakip feodal aileler tarafından yönetilmektedir. Çok değerli bir kaynağın tek üreticisi olan çöl gezegeni Arrakis’in kontrolü asil aileler arasında son derece talep görmektedir. Bu kaynağı elde etmek isteyen feodal rakiplerden Harkonnen ailesi tarafından, Paul ve ailesine tuzak kurulur. Bu tuzağın sonucunda Paul’un ailesi darmadağın olarak firari hale gelir. Paul, ailesinin Arrakis’in kontrolünü yeniden kazanması (ve gezegene adalet getirmek) için bir isyan başlatır.

blank

Bir Yunan tragedyası gibi başlayıp gelişen (ve nihayetlenen) Dune’un hikayesi hayli eskimiş görünebilir çünkü uyarlandığı 6 kitaptan oluşan seri 1965 yılında yayınlandı. Yani, bundan 56 yıl önce ve hikâye o tarihten bu yana yağmalanıyor.

Star Wars ya da Game of Thrones, hepsi bir şekilde Dune’a benziyor. Haliyle bu film de onlara… Güç-iktidar-hanedan savaşları, hayatta kalma, yükselme süreçleri, düzen ve adalet getirecek nihai bir savaş!

Star Wars’ta gücü (force) kullanan Jedi rahiplerini hatırlayın, burada da sesi (voice) kullanan Bene Gesserit tarikatı var. Luke gibi Paul da ailesi katledilmiş bir soylunun oğlu ve güçle sarmalanmış bir keşif ve büyüme yolculuğuna çıkıyor. Ve o da ne tesadüftür ki Arrakis’e çok benzeyen bir çöl gezegeninde, Tattoine’de yaşıyor. Game of Thrones’taki (savaş kazandıran) ejderhaların yerine çöl solucanlarını koyun. Ailesi katledilmiş John Snow’u düşünün. Yönetme gücüni elinde tutan Lannister’ların yerine Harkonnen’leri koyun.

blank

Uzatmanın gereği yok; Frank Herbert’ın güçlü eserlerinin etkilediği sinemacıların filmlerinde-dizilerinde Dune ile olan benzerlikler yakalamak mümkün. Belki de bu yüzden (ve biraz da 1984 yılında çekilen başarısız uyarlama sebebiyle) Dune’dan uzak durmak gerek. Gerçekten özel bir dokunuş olmadan seyircide bayat ekmek tadı bırakabilecek bir proje bu ama Dennis Villeneuve önüne çıkan tuzakları aşmayı başarmış ve ortaya hayranlıkla seyredilen büyük bir film koymuş. Üstelik bunu daha hikâyenin başını izleterek yapıyor! Filmin finaline yakın Chani’in de (Zendaya) dediği gibi; “bu sadece başlangıç!”

Dune, 2.5 saatlik bir hipnoz seansı adeta. Perdedeki şeyden gözünüzü alamıyorsunuz ve muhteşem bir ses tasarımıyla da çevrelenmiş olarak kendinizden geçiyorsunuz. Denis Villeneuve ve ekibi, bilim kurguya düşkün seyirciye sinematik orgazmlar yaşatmak için yola çıkmış gibi duruyor. Gezegen, mekan, araç tasarımları birinci sınıf. Kullanılan her şeyin çöl tozu ve metal pası ile sarılmış olması da yaşayan bir evren fikrini güçlendiriyor.

Film boyunca Arrakis gezegeni, bu gezegenden çıkarılan baharat, gezegenin yerel sakinleri olan Fremenler ve gezegen canlıları hakkında bilgi sahibi oluyorsunuz. Dune bu anlamda, James Cameron’ın Avatar’ından bile cüretkar duruyor. Hans Zimmer’in, 2001 Space Odyssey’e ve David Lynch filmine de göndermeler yapan etkileyici temaları da Dune’u sarsıcı bir bilim kurgu başyapıtına çeviriyor. Hayran olduğum bir başka Kanadalı olan Gregory Colbert’in, Ashes and Snow adlı foto-video çalışmasının da filme ilham veren işlerden biri olduğunu düşünüyorum.

Dune, seyirciye bir final hediye eden ancak tüm hazırlığını yeni filme yapan bir iş. Umarım Dennis Villenuve, Leto Atreides’in (Oscar Isaac) cariyesi Jessica’ya (Rebecca Ferguson) söylediği gibi “daha çok zamanımız olur sanmıştım” diyerek kenara çekilmek zorunda kalmaz. Devam filminin daha da güçlü ve görsel açıdan etkileyici olacağını düşünüyorum. Bu Fransız Kanadalı sinemacıya çok güveniyorum zira Fransızların bilim kurguyu ve başka dünyaları yorumlama biçimi muhteşem. Okuduğum yüzlerce Frankofon çizgi romanının izlerini onların filmlerinde bulabiliyorum. Arap-Afrika ülkeleriyle kültür alışverişine giren kolonici bir ülkeden geliyor olmanın sonuçları bunlar. Bu filmler, Amerikan bilim kurgusunda pek rastlamadığımız (etkileyici) bir ezoterizm barındırıyor.

Dune’u izleyin, bunu gerçekten hakkeden bir film olması sebebiyle, bulabildiğiniz en büyük salonda izleyin ama ülkemizdeki sinema işletmeciliğinin sıkıntıları sebebiyle Dune’u 2 boyutlu, düzgün perdeli-projeksiyonlu bir salonda izlemenizi tavsiye ediyorum. İlle de IMAX olsun diyorsanız, İstanbul özelinde konuşuyorum, Anadolu yakasındaki Akasya AVM’deki IMAX salonu hem daha büyük hem de projeksiyon kalitesi daha iyi. İyi seyirler…

blank

Murat Tolga Şen

Murat Tolga Şen, sinema eleştirmeni, senarist ve oyuncudur. Öteki Sinema'nın kurucusudur ve OFCS (Online Film Critics Society) üyesidir. 2012-2023 yılları arasında Medyaradar sitesinde TV sektörüne dair eleştiriler kaleme almış, 2014-2016 sezonunda Okan Bayülgen’in Dada Dandinista adlı programının yazı grubunu yönetmiştir. Ayrıca 2017-2019 yılları arasında Antalya Sinema Derneği’nin danışmanlığını yapmış ve 2014-2023 yılları arasında Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’nda oyunculuk yapmıştır. Şen, "Bir Notanın Hikayesi" adlı belgeselin senaryo yazarı ve "Bir İz - Madımak" belgeselinin danışmanıdır. Yazılarına Beyazperde ve Öteki Sinema'da devam etmektedir.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Dark City / Gizemli Şehir (1998)

Dark City her ne kadar Matrix fırtınasından sonra kenara atılmış
blank

Cloverfield (2007)

Cloverfield’i gördünüz mü? Cevabın “evet” olduğunu kabul ediyorum. Peki, sevdiniz