Dunkirk: Başyapıt mı Yoksa Alelade Bir Film mi?

23 Temmuz 2017

Sinemanın son yıllardaki popüler yönetmenlerinden Christopher Nolan’ın yeni filmi Dunkirk, büyük bir beklentiyle birlikte vizyondaki yerini aldı. Tabii, yönetmenin daha önceki işlerine göz attığımızda Dunkirk için heyecan duymak kaçınılmaz bir süreç halini alıyor. Gelgelim film, izleyenleri ikiye bölmüş durumda. Başyapıt olduğunu da savunan var, alelade bir film olduğunu da! Peki, Dunkirk nasıl bir film? Gelin hep birlikte inceleyelim.

blankÖncelikle yiğidi öldürmeden hakkını vermek gerekir. Dunkirk, hiç de öyle sıradan bir film değil. Herkesin de üzerinde mutabık olacağı şekilde film, adeta görsel bir şöleni huzurlarımıza getiriyor.  Burada Nolan’ın yönetmenlik becerisine şapka çıkarmak gerekir. Çünkü başarılı sinemacı, abartısız bir tabirle; biçimsel bir başyapıtı huzurlarımıza getiriyor. Temponun bir an olsun düşmediği, müziklerle harikulade bir şekilde desteklenen bu anlatı, kuşkusuz ki izleyenleri filme bağlayan yegâne husus.

Dunkirk’i başarılı olarak addetmemize olanak sağlayan durumlardan ilki realitenin son raddede hissedildiği savaş sekansları. Açıkçası Nolan, izleyenlerine eşsiz bir tecrübe yaşatmayı vadediyor. Çünkü Dunkirk sahilinde yaşanan hadiseler, herkesi içine çekme potansiyeli taşıyan muazzam bir gerçekliğin eseri. Bu durum hem filmin akıcılığına pozitif katkı sağlıyor hem de Dunkirk’i savaş filmlerinin içerisinde özel bir yere koymamıza olanak sağlıyor.

Filmin bir diğer artısı ise müzikler. Hans Zimmer imzalı çalışmalar, filmin her bir anında izleyicisine eşlik ediyor ve gerilimi doruk noktasına çıkarmak için çaba sarf ediyor. Açıkçası Nolan’ın bunda fazlasıyla başarılı olduğunu da söyleyebiliriz. Hatta müziklerin, Tom Hardy’den, Mark Rylance’dan bile daha başrol kalibresinde olduğu aşikâr. Evet, yer yer müziklerin fazlalığı kulak tırmalayacak seviyeye gelebiliyor ancak senaryo zaafının da bu şekilde giderilmeye çalıştığı açık bir şekilde ortada. Nitekim müziklerin bu denli fazla kullanmasından, ben bir izleyici olarak şikâyetçi değilim. Çünkü Dunkirk, bir içerik filminden ziyade tekniğe önem veren biçimsel bir örnek. Bu da görüntüden, müziğe kadar kullanılan her bir detayı, olduğundan daha önemli bir haleti ruhiye içerisine yerleştiriyor.

blank

Nolan’ın Interstellar’da da birlikte çalıştığı görüntü yönetmeni Hoyte van Hoytema ise filmin bir diğer artısı. Nitekim savaş sahnelerindeki görselliğin, olabilecek en dokunaklı şekilde izleyiciye aks ettirilmesi filmi “Sinemasal bir haz” olarak değerlendirmemizin önünü açıyor. Bu da, görüntünün büyüsüne kendimizi teslim etmemize fırsat tanıyor ve harikulade bir mühendisliği tecrübe etmemize olanak sağlayan en önemli husus olarak beliriyor.

Evet, Dunkirk ile ilgili övgü dolu sözler sarf ettikten sonra gelelim filmin negatif taraflarına. Esasen Christopher Nolan filmlerinde zayıf bir taraf bulmak, çoğu zaman imkânsıza yakın bir durumdur. Ne var ki Dunkirk, yönetmenin eleştirilmeye en açık filmi.  Ancak öncelikle şurada anlaşalım. Eğer ki Dunkirk, herhangi bir yönetmenin ilk filmi yahut tanınmamış bir ismin zirve projesi olarak piyasaya çıksa, şu an film yere göğe sığdırılamıyordu. Bu yüzden filmin en büyük handikabının Nolan’ın markalaşmış ismi olduğunu söyleyebiliriz. Memento, Prestige, Inception, Interstellar gibi başyapıtların altına imzasını atan bir isim, artık çıtayı öylesine yükseğe koydu ki, ne yapsa sevenlerine az gelecektir. Bu da filmden çıkan herkesin, “Ya Nolan daha iyisini yapardı” söyleminin refleks olarak dile getirilmesine fırsat tanıyor.

En başta şunu söylemekte yarar var. Dunkirk, bir senaryo harikası değil. Hatta ortada dolanan net bir senaryo olduğunu dile getirmek dahi zor. Nedir Christopher Nolan ismini markalaştıran husus? İzleyenlerinin önüne akıl bulmacası şeklinde sunduğu senaryolar değil mi? İşte Dunkirk’in özelinde, o senaryo mühendisliğinin yerinde yeller esiyor. Bu da nasıl bir film ile karşılaşacağını az çok tahmin eden izleyiciyi ters köşeye yatıran husus olarak öne çıkıyor. Ancak işin özü de bu. Nolan, savaş sahnelerinin inandırıcılığına ve görsel doyuruculuğuna eğileyim derken, senaryoyu ikinci hatta üçüncü plana atmış. Bu durum ne yazık ki yer yer izleyicinin yaşayabileceği odaklanma problemini gün yüzüne çıkarıyor.

blank

Senaryoya ek olarak söylenmesi elzem olan konu ise, karakterlere gereken özenin hiç mi hiç gösterilmemiş oluşu. Bırakın herhangi bir karakterle bağ kurmayı, film bittikten sonra kimin ne için Dunkirk’te olduğunu dahi hatırlamakta güçlük çekebilirsiniz.  Evet, Nolan’ın yarattığı dünyada belki karakterlerle birebir bağlantı kurmamıza gerek yok; çünkü önemli olan savaşın vurucu atmosferi. Ancak bu da beraberinde yaşanan dokunaklı hadiselerde, duygunun izleyiciye aktarılmasının önüne geçiyor.

Duygunun izleyiciye geçmemesindeki diğer önemli husus ise, üç farklı hikâyenin paralel bir şekilde ele alınması. İlk bakışta dinamik bir kurgunun, filmin temposuna pozitif katkı sağladığı hissiyatına kapılabilirsiniz. Ancak Nolan film boyunca vitesi öylesine yüksek bir noktada konumluyor ki, bu da bir noktadan sonra filmin yorucu bir hal almasına neden oluyor. Keza bir yandan dur durak bilmeyen müzikler, bir yandan da dinamik kurgu derken, izleyicinin Dunkirk sahilinde oradan oraya sürüklenmesi kaçınılmaz bir süreç olarak karşımıza çıkıyor.

Dunkirk, belki Christopher Nolan’ın en iyi filmi değil ancak vurucu savaş sekanslarıyla birlikte izlenmeyi fazlasıyla hak eden bir iş. Senaryo ve kurguda vuku bulan zaafları bir kenara koyduğumuzda, teknik anlamda bir başyapıt ile karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Keza filmi izlerken adrenalin seviyenizin anbean yükseldiğini hissedecek ve bu dinamik tempodan yorulsanız dahi Nolan’ın çizdiği etkileyici savaş portresine hayran gözlerle bakmaktan kendinizi alamayacaksınız. En başa dönecek olursak Dunkirk, hiç de öyle alelade bir film değil. Naçizane tavsiyem, Nolan isminin yönetmen koltuğunda oturduğunu unutmaya çalışın ve karşınızdaki savaş filminin büyüsüne eşlik edin; pişman olmayacaksınız!

blank

Polat Öziş

1992 İzmit doğumlu… Küçük yaşlarda tanıştığı Yeşilçam filmleri sayesinde sinema en büyük tutkusu oldu. Sonrasında ilginç bir şekilde Muğla’ya İktisat okumaya gitse de tutkusundan vazgeçemedi ve sinemayla ilgili çalışmalar ortaya koymaya başladı. İzledi, düşündü, çekti. Sonunda ise filmler hakkında yazmaya başladı. Film Arası Dergisi, Film Hafızası ve Öteki Sinema’da çok sevdiği filmler hakkında yazmaya devam ediyor.

2 Comments Leave a Reply

  1. bu adamın hiç bir filmini beğenmedim 40 yıl önce çekilen batman’i millet başyapıt yaptı tepemize koydu ulan betmen bu betmen çizgi romanını okumamış adamlar george clooney’i michelle prefier’lı jack nicholson’lu filmlerinden haberi olmayan ergenler “dark naykt abi yeeeee” “jokeeerrr babaaa yeee” “kristopher nolan usta yeeee”” diye dolanıyorlar ortalıkta imdb’de godfather’la the shawshank redemption’la kafa kafaya gidiyor braveheart’ta tur bindiriyor back to the future’a toz attırıyor.. betman lan bu batman arkasında kim var ne var bilmiyorum ama bu adamın foyasını ortaya çıkarıcaksa eğer dunkirk denilen filmi desteklerim baştacı ederim ama zannımca bu goygoyla millet bunu da tepesine koyar. “nolan abi yeeeeea” diye dolanmaya devam eder.
    reklam sen nelere kadirsin.

  2. Filime Nolan folmi beklentisi ile gidenlerden biri de bendim, fakat tam bir hayal kırıklığına uğradım. Yorumda da bahsedildiği gibi güzel görüntüler var, müzik bazen sizi bunaltsa da etkileyici. Fakat mevzubahis senaryo ve konu bütünlüğü olunca tam bir fiyasko olarak değerlendiriyorum. Bir ara öyle garip zaman geçişleri oldu ki filmin makaraya sarılırken karıştırıldığını düşündük. Film çok iyide bizmi anlamadık derken patır patır millet salonu terk etti.
    Savaş filmi desen, torpido yiyen gemilerden başka doyurucu savaş sahnesi yok, hava mücadeleleri çok yavan, eski hava savaşlarının tekniğini bilmiyorsanız muhtemelen bu sahnelerdende bir şey anlamayacaksınız.

    Son olarak filme gitmeden bir kaç gün önce şu fevkalade reklamı seyretmiştim. Bir reklamdaki savaş böyle ise Nolan nasıl yapar diye düşünmüştüm. Filme giymek yerine bu reklamı tekrar tekrar izlesem daha fazla keyif alırdım heralde…

    https://youtu.be/VTzHj-R9McA

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

The Turin Horse / Torino Atı (2011)

The Turin Horse / Torino Atı (2011) yönetmenin jubilesini yaptığı,

Bad Biology (2008)

Bad Biology, yönetmen Frank Henenlotter'ın eski tatları bize yeniden yaşattığı