Mark ve Jay isimli iki kardeşten müteşekkil Duplass biraderler, son yıllarda içinde yer aldıkları projeler ile Amerikan Bağımsız Sineması’nın önde gelen temsilcilerinden biri haline geldiler. Ayrıca ‘mumblecore’ akımının yaratıcıları arasında gösteriliyorlar.
Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca
Amerikan Bağımsız Sineması’nın son yıllarına damgasını vuran sinema akımı ‘mumblecore’, düşük bütçe ile çekilmiş, genelde amatör oyuncuların yer aldığı, doğaçlamaya fazlasıyla yer veren doğal diyalogların hâkim olduğu filmleri tarif etmek için kullanılıyor. Doğallığın ön planda olması en belirgin özellik olarak dikkat çekiyor. Gerçek mekânlarda dijital olarak çekilen filmler, genelde bir ya da birkaç karakterin başından geçen günlük, rutin olayları resmederken, haliyle sinemanın klasik anlatım yapısından uzak durmuş oluyor.
Her ne kadar Andrew Bujalski’nin 2002 tarihli Funny Ha Ha isimli filmi, ilk örnek olarak kabul görse de daha geriye gittiğimizde Jim Jarmusch’un Stranger Than Paradise’da (1984) ya da Richard Linklater’ın Before Sunrise’da (1995) benzer teknikleri kullandığını gözlemlemek mümkün. Hatta daha da geriye gittiğimizde asıl fikir babasının John Cassavetes olduğu bile iddia edilebilir.
Jay Duplass 1973 yılında, kardeşi Mark ise 1976 yılında New Orleans, Louisiana’da doğmuş. Katolik bir ailede yetişen kardeşler, hayatlarının filmi olarak Raising Arizona’yı (1987) gösteriyorlar. Jay, verdiği röportajlardan birinde şöyle demiş: “Eğer Raising Arizona’yı izlemeseydim, sinema yapıyor olmazdım, gerçekten. Etkisi o kadar uzun sürdü ki. Mark ve beni sinema yapmaya iten her şeyin kökeninde bu film var. Raising Arizona şimdiye kadar izlediğim en ilham veren film.”
The Puffy Chair (2005)
Duplass biraderlerin beraber yazıp yönettiği bu ilk uzun metrajlı filmde Mark Duplass karısı Katie Aselton ile beraber oyuncu kadrosunda yer alıyor. Filmde ayrıca Rhett Wilkins, Julie Fischer ve Duplass biraderlerin anne ve babası Larry ve Cindy Duplass da rol alıyor.
Josh, babasına doğum gününde vereceği hediyeyi eBay’de bulur ve çocukken baba evinin başköşesinde yer alan koltuğa çok benzeyen bir pofuduk koltuk satın alır. Yanına uzatmalı sevgilisi Emily’i de alan Josh, arabayla yola çıkar. Kendince harika bir plan yapmıştır. Yolda kardeşi Rhett’e uğrayacak, iki lafın belini kırdıktan sonra yola devam edip koltuğu satın aldığı yere gidecek, koltuğu arabaya yükleyip babasının doğum gününü kutlamak üzere baba evine doğru yola çıkacaktır. Rhett’in de gelmek istemesi sonucu plan daha ilk ayakta sekteye uğrar. Aksilikler bununla bitmez. Hep beraber koltuğu satan adamın deposuna geldiklerinde, internette görünenden çok farklı bir koltukla karşılaşırlar. Olaylar Josh’un planladığından çok daha farklı şekilde gelişmeye devam eder.
The Puffy Chair, gayet eğlenceli bir yol filmi. Düşük bütçeli birçok bağımsız yol filminde denk gelebileceğiniz bir olay örgüsüne sahip The Puffy Chair, sırtını büyük ölçüde doğaçlama diyaloglara dayıyor. Burada da oyunculuklar devreye giriyor mecburen. Gerçek hayatta da karı koca olan Mark Duplass ve Katie Aselton, güzel bir enerji yakalayarak uzun süredir beraber olan iki sevgili rolünde inandırıcı bir performans sergiliyorlar. Onlara Rhett Wilkins ve Julie Fischer de eşlik edince, ortaya tıkır tıkır işleyen, mütevazı ama sağlam bir film çıkıyor.
Baghead (2008)
İkisi kadın, ikisi erkek dört oyuncu ormandaki bir kulübeye giderek, başrollerde kendilerinin oynayacağı bir senaryo yazmaya karar verirler. Matt (Ross Partridge), Catherine (Elise Muller), Michelle (Greta Gerwig) ve Chad’in (Steve Zissis) kulübedeki ilk gecesi pek verimli geçmez. Ertesi sabah Michelle’in gördüğü korkunç rüya diğerlerine ilham kaynağı olur ve şaşkın dörtlü bir korku filmi senaryosu yazmaya karar verir. Kafasına kesekâğıdı geçiren bir katilin, ormandaki kulübeye gelen dört kişiye saldırdığı bir hikâye üzerine yoğunlaşan ekip, gerçekten kesekâğıtlı bir yabancı ile karşılaşınca dehşete düşer.
Aynen önceki filmdeki gibi doğaçlama diyalogların hâkim olduğu Baghead, bağımsız film yapma dinamikleri üzerine getirdiği eleştiri ile dikkat çekiyor. Milyon dolarlar harcayarak, belli başlı klişelere saplanıp kalmış endüstriyel sinemaya alternatif bir konumdaki bağımsız sinemanın da artık kendi klişelerini yarattığından dem vuruyor. Kendi sinemasıyla dalga geçmekten korkmayan Duplass biraderler, Baghead ile cesur bir özeleştiriye imza atıyor.
Can Yalçınkaya’nın kaleme aldığı daha detaylı bir Baghead kritiğine BURAYA tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Cyrus (2010)
Karısı Jamie ile boşanmasının üzerinden yedi sene geçmesine rağmen, John hala depresyondan kurtulabilmiş değildir. Evden dışarı çıkmayan John’ın en yakın arkadaşı ve destekçisi, eski eşi Jamie’den başkası değildir. Yeniden evlenmeye karar veren Jamie, John’ı düğününe davet eder. Bu sayede belki yeni biri ile tanışabilecektir. Çok isteksiz olsa da ısrarlara dayanamayan John, daveti kabul eder. Düğünde tanıştığı Molly ile geceyi beraber geçiren John, yeni bir ilişkiye başlamak üzeredir. Ancak önünde çok önemli bir engel vardır; Molly’nin hala kendisiyle beraber yaşayan oğlu Cyrus.
Cyrus, Duplass biraderlerin filmografisinde bir değişimin başladığı nokta olarak gösterilebilir. Binlerle ifade edilen kısıtlı bütçelerden sonra yedi milyon gibi hiç de fena sayılmayan bir bütçe ile işe koyulan biraderler, ikinci önemli değişikliği de oyuncu seçiminde yapıyor. Daha önceki işlerinde tanınmamış oyuncular ile çalışmalarına rağmen, bu filmde John C. Reilly, Marisa Tomei, Jonah Hill ve Catherine Keener gibi ünlü isimlere yer veriyorlar. Onun dışında değişen fazla bir şey yok. Duplass biraderlere özgü doğaçlama diyaloglar ve günlük rutin olaylardan çıkan komik durumlar gibi ‘mumblecore’ klişeleri yerli yerinde duruyor. Ana akım sinema ile ‘mumblecore’ akımının birleşmesinden ortaya çıkan melez bir film olarak nitelendirilebilecek Cyrus, an itibarıyla Duplass biraderlerin filmografisindeki favori filmim.
Jeff, Who Lives at Home (2011)
Jeff, annesinin bodrumunda yaşayan, dışarı çıkmaktan imtina eden, 30’lu yaşlarına gelmesine rağmen hala çalışmamakta direnen, uyuşturucu bağımlısı biridir. Shyamalan’ın Signs (2002) filmine kafayı takan Jeff, kendi hayatında da işaretler arayan ve işaret olarak yorumladığı her küçük ayrıntının peşinde koşan hayalperest bir hayat sürmektedir. Eve gelen yanlış bir arama sonucunda ‘Kevin’ ismine takılan Jeff, sadece kendi hayatını değil, kardeşi Pat ve annesi Sharon’ın hayatlarını da kökünden değiştirecektir.
Aynı Cyrus gibi melez bir film olarak tanımlayabileceğimiz Jeff Who Lives at Home, yaklaşık 10 milyon dolar gibi ‘mumblecore’ için astronomik sayılabilecek bir bütçeye sahip. Başrollerde yer alan How I Met Your Mother’ın Marshal’ı Jason Segel, Hangover serisi ve The Office dizisi ile tanınan Ed Helms ve Susan Sarandon gibi ünlü isimler yer alıyor. Duplass biraderlerin Cyrus’da kullandıkları formül, burada da işe yarıyor. İzlerken pek sıkıntı yaratmayan, akıcı ve komik bir film kotarmayı beceren ikili, maalesef gişede fena battı. Hâlbuki Cyrus, parasını kurtarmayı başarmıştı.
Jeff, Who Lives at Home fragman izle
The Do-Deca-Pentathlon (2012)
Otuzlu yaşlarındaki iki kardeşten Mark evlenip bir çocuk sahibi olmuştur. Jeremy ise kumar tutkusuna hapsolmuş yalnız bir hayat sürmektedir. İki kardeşin arası açıktır. Henüz lise çağındayken kendi aralarında 25 sportif müsabakadan oluşan bir pentatlon düzenleyen iki kardeş, kimin galip geldiği konusunda anlaşamadıkları için o günden beri konuşmamaktadır. Mark’ın doğum günü sebebiyle uzun zamandan sonra baba evinde tekrar bir araya gelen kardeşlerin rekabet duygusu alevlenmekte gecikmez. Diğer bütün aile bireylerinin karşı çıkmasına rağmen, gizlice yeni bir pentatlon düzenleyerek kimin daha ‘iyi’ olduğu konusunda nihai bir karara varmak için yarışmaya başlarlar.
The Do-Deca-Pentathlon, The Puffy Chair ve Baghead’e daha yakın duran bir film. Aynı onlar gibi ‘mumblecore’ akımının tipik bir örneği olmasından ötürü Duplass biraderlerin köklerine dönüş projesi olarak isimlendirilebilir. Bir önceki filmlerinin gişede batmasından dolayı böyle bir tercihte bulundukları söylenebilir. Çok da yanlış bir tespit olmamasına rağmen, filmin yapım süreci ile ilgili önemli bir detayı da eklemekte fayda var. The Do-Deca-Pentathlon, aslında 2008 yılında çekimleri tamamlanıp sonrasında rafa kaldırılan bir proje. Kimbilir, Jeff Who Lives at Home gişede Cyrus gibi başarılı olsaydı, belki de uzun süre gün yüzüne çıkmayacaktı.