“Kur masayı Madam Despina,
Kirli beyaz muşamba örtüleri ser.
Çek sediri asmanın altına
Yanında bir ince Müzeyyen Abla
Yine mi güzeliz, yine mi çiçek
Hamdolsun
Taze mi bitti topik
Canın sağ olsun.”
Fatih Akın’ın yönetmenliğini yaptığı Duvara Karşı, Sibel ile Cahit’in trajik aşk hikayesini anlatıyor ve filmin arka planına göçmen olmaya dair yerinden edilmeyi içeren temaları; aidiyet, kimlik, kök salma, yersizlik yurtsuzluk gibi kavramları ekliyor ve çok katmanlı bir anlatı dili inşa ediyor ve bu hali ile Hamid Naficy’nin tanımladığı “aksanlı sinema”ya da örnek teşkil ediyor.
Duvara Karşı filmi göçmen olmaya dair çok dilli, çok kültürlü karakterlerin hikayelerini, farklı kültürlerin kesişim noktasında anlatırken, filmin soundtrackini de karakterler gibi çok dilli ve çok kültürlü yapıda oluşturuyor. Türkçe, Almanca ve İngilizce şarkılar, punk, rock, alaturka, pop, türkü gibi farklı müzik türleri ile harmanlanırken, her bir müzik, karakterlerin duygu durumlarının daha anlaşılır olmasına hizmet ediyor ve anlamı derinleştiriyor. Filmin açılış sekansı (ve aynı zamanda bitiş sekansı), Boğaz kıyısında şarkı söyleyen Selim Sesler ve orkestrasının müziği ile başlıyor. İdil Üner, Saniyem adlı türküyü söylerken arka planda Sultanahmet manzarası müziğe eşlik ediyor. Yedi kişilik grubun film boyunca söylediği şarkılar Brechtyen bir unsur olarak kullanılırken, aynı zamanda İstanbul, bir tür evde olma haline, yani köklere, ait olunan toprağa ve geçmişe duyulan nostaljik özlem duygusuna vurgu yapıyor ve onu fetişleştiriyor.
Memlekete yönelik bu hisse karşın, göçmen yaşamın temsilini klostrofobi, sıkışmışlık, arada kalmışlık gibi duygularla tanımlayan Fatih Akın, kamerasını Almanya’da klastrofobik bir mekana ve punk müziğe çeviriyor. Hamburg’da bir kulüpte, şişe toplarken görülen Cahit’in savrulmuşluğunun yansıdığı karenin ardından, Cahit arabasına biniyor, Depeche Mode’un, “bu sabah aşkımızın sabahı, bu sadece aşkımızın şafağı, seni hissediyorum, kalbin şarkı söylüyor” sözlerini içeren şarkısı Seni Hissediyorum (I Feel You) eşliğinde yol alıyor ve bir süre sonra arabasını duvara karşı sürerek intihar etmeye yelteniyor. Grubun solisti Dave Gahan’ın da intiharı ile Cahit’in intiharı arasında paralellik kurduran şarkı, sözleri aynı zamanda aşka dair de bir haberci durumuna geçiyor.
Duvara toslayan Cahit’in yolu psikiyatr kliniğinde Sibel’le kesişiyor. Terapide doktor Cahit’e The The grubunun şarkı sözlerini söyleyerek, “dünyayı değiştiremiyorsan, kendi dünyanı değiştir” diye tavsiye veriyor, ancak Cahit, “yaşamak, dans etmek, canımın istediğini yapmak istiyorum” diyen Sibel’in dünyasını değiştirmeyi tercih ediyor; kendi dünyasını değiştirmek yerine, bir başkasının kahramanı olmaya yelteniyor.
Cahit’i evlenmeye ikna eden Sibel, özgürlüğüne engel olan duvarların hepsini bir bir yıkarken, Cahit’in kendisine ördüğü duvarları da farkında olmadan yıkıyor. Filmdeki duvara karşı olma hali; ataerkil kurallara, geleneklere, dini kurallara, toplum kurallarına ve tüm yapılara karşı olma hâli iken; aynı zamanda aşka, yaşama, ölüme ve hatta kendi varoluşuna karşı olma haline de dönüşüyor. Bu karşı olma hali punk müziğin her türlü hiyerarşiyi yıkmaya yönelik tavrına denk düşüyor bir noktada, bu yüzden de Cahit, Sibel’le dans ettiği sahnede “punk ölmedi” diye bağırıyor.
Kendilerini sürekli kanatan karakterlerin kan revan içerisinde karşılaşıp birbirlerine aşık olmaları, Sibel’in özgürleşme ve kendini bulma, Cahit’in varoluşunu anlamlandırmadaki hevessiz dönemine denk geliyor. Birey merkezli modern dünyanın varoluşuna karşıdır sanki aşkın getirdiği tutsaklık hali. Bu yüzden aşk krize dönüşüyor karakterlerin dünyalarında. Yine mi Çiçek şarkısı ve yarattığı hüzün duygusu, tam da aşkın paradoksal yapısında saklı bir hissi görünür kılıyor. Cihan Akın tarafından seslendirilen ve Sezen Aksu’nun vokalde yer aldığı şarkı, gündelik yaşamın katı gerçekliği içerisinde yaşamın getirdiklerini olduğu gibi kabul etme halini hatırlatır, “canın sağ olsun” ya da “hamdolsun” derken.
Müzik eşliğinde market alışverişi yapan Sibel, akşama bir çilingir sofrası hazırlığında iken kamera raftaki Yeni Rakı şişelerini gösterir izleyicisine. Birazdan Cahit, gülümseyerek aşık olduğu kadını yemek yaparken seyrederken, Sibel keyifle masayı hazırlar; Türk usulü dolma doldurur, peyniri ve kavunu doğrar. Aslında bu aşkın dillendirilmediği ancak hissedildiği sahnede her ikisi de evliliklerini bir anlık da olsa gerçeğe dönüştürmenin suni keyfini yaşarlar. Ancak bu büyülü an, ailesinin çocuk isteği ile dalga geçen Sibel’e “hadi yapalım” diyerek aşkını ilan eden Cahit’in sözleri ile yıkılır. Sibel’in yanıtı karşısında hayal kırıklığına uğrayan Cahit masayı terk ederken, Sibel ise tutulduğu bu aşktan kurtulmak istercesine, annesinden tarifini öğrendiği dolmaları klozete döker ve özgürlüğünün tadını çıkarmak üzere dışarı çıkar. Aşk karşısındaki yaşamın açmazlarını gösteren sahne, aynı zamanda aşkı yakıcı, kanatan, acı veren bir duygu olarak ele avuca sığmayan hali ile gösterir ve daha en baştan aşk, bireyin kendisine ördüğü duvarlar ile ulaşılmaz bir arzu nesnesine dönüşür.
Filmin finalinde İstanbul’a, sevdiği kadına doğru yol alan Cahit, içsel bir yolculuk içerisinde kendisini bulurken, Sibel ise tekrar bir aile kurumu içerisinde kendisini tanımlamaya çalışır. Cahit, Birol Ünel’in de doğduğu kent olan Mersin’e; köklerine, ait olduğu topraklara doğru değişmiş olarak yol alırken, Yine mi Güzeliz şarkısı bu trajik aşk hikayesinin ve karakterlerinin tutsaklığının sembolü olur ve Cahit ile Sibel’e ait bir hüznü izleyicisine emanet ederek, hayatın gerçeğinde aşkın imkansızlığına işaret eder.
Öteki Sinema için yazan: Zehra Yiğit
Referans
- Naficy, H. (2001). An accented cinema: Exilic and diasporic filmmaking. Princeton University Press.