Bir hayalet nedir? Kendini yinelemeye mahkûm bir trajedi mi? Bir acı anı belki. Hala canlı gibi gözüken ölü bir şey… Zamanda asılı kalmış bir his. Bulanık bir fotoğraf gibi… Kehribarın içinde tuzağa düşmüş bir böcek gibi.

blank1939 yılında İspanya iç savaşının ortasında bir yetimhanedeyiz. Bir çocuğun babasızlığı ve bunu bilemeyişiyle açıyoruz perdeyi. Yetimhanenin tam ortasında o gün çekilen acıları çok iyi anlatan bir bomba duruyor. Yere saplanmış, sessiz…
Oradaki çocukların bazıları onun hala yaşadığını düşünüyorlar, geceleri kalbinin attığını. Ve Carlos elinde çizgi romanları bu çocuklara dâhil olduğunda yetimhanede gerçekleşen her şeyi onun gözlerinden görmeye başlıyoruz. Ve o gözler bizi iç çeken bir hayaletin acısına taşıyor.

Türkçeye Şeytanın Bel Kemiği olarak çevrilen film, 2001 yapımı 106 dakikalık bir fantazya. İçinde etiyle ruhu arasına sıkışmış bir kadının acıları, bir hayaletin iç çekişleri, gizli ve naif bir aşkın yürek sıkışıklığı ve bir gencin ne olursa olsun var olma hırsı mevcut. Tam bunların ortasında ise bir çocuk duruyor. Her şeyini savaşta kaybeden Carlos…

Bu açıdan değerlendirdiğimizde filmi bir kategoriye sokmak zor! Ve bu zorluk işin içine Meksika’nın dahi çocuğu Guillermo Del Toro girince daha da güzelleşiyor. Lakin film bir hayalet hikâyesi gibi başlasa da yetimhanenin ortasına düşmüş o bombanın birbirine bağladığı aşkı, iktidarı, masumiyeti ve nefreti içeren mükemmel iç içe geçmiş bir yapı niteliğinde. Aslında yapım ilerlerken düşünmüyor da değilsiniz, asıl bomba görünen devasa metal mi yoksa masumiyet maskesini en güzel şekilde taşıyan çocuklar mı diye?

blank

Olaylar filmin ilk yarısında her ne kadar durağan bir akışta seyretse de yönetmen ikinci yarı da tüm örgüyü birbirine bağlayıp hızlandırarak seyircisini mutlu etmeyi başarıyor. Hayaletin içine kazınmış tüm dram açığa çıkarken yapımın karakterleri tek tek sahneye çıkıp gerçek yüzlerini gösteriyorlar. Guillermo Del Toro her zaman ki gibi ilmek ilmek işlediği senaryosuna, abartısız, sade ve gerçekçi bir dille eklemiş görselliğini. Hikâyeye konu olan mekânın özenle seçildiği çok net… Seyrinize başlarken sizi vuran, olayların içine çeken mekân oluyor. Sonrasında ise kendinizi olayların akışına bırakıyorsunuz. Her ne kadar Pan’ın Labirenti kadar büyük bir sihir taşımasa da yapımın sihri sadeliğinde ve gerçekçiliğinde gizleniyor.

Filmin oyuncu kadrosu da oldukça iyi, özellikle çocuk oyuncuların samimi performansları çarpıcı… Acılı hayaletimizi canlandıran Junio Valverde’yi özellikle tebrik etmek gerektiğini düşünüyorum. Marisa Paredes, Eduardo Noriega ve Federico Luppi yapımın diğer başarılı oyuncularından.

blank

Guillermo Del Toro bu işi biliyor dedirten bir yapım El Espinazo Del Diablo. Asıl hayaletin itiraf edemediğimiz acılarımız olduğunu biliyor yönetmen. Aslında gözümüzün önünde devasa bir bomba gibi dursa da biz dillendirmedikçe içten içe kalp atışlarıyla bizi öldürmeye devam eder sırlarımız, acılarımız. Her daim eşitlik ve naiflikten yana olduğunu söyleyen dudaklarımıza inat bazen bizi yönetecek olanı seçmeyi istememizde ayrı bir itiraftır dile gelmeyen. Hala seyretmediyseniz mutlaka seyredin. Huzurla…

blank

Melahat Yılmaz Özberk

1981 Ankara doğumlu... Anadolu Üniversitesi Türk dili ve Edebiyatı bölümünde okuyor. Gölge- e Dergi ve Öteki Sinema’da çeşitli film eleştirileri ve hikâyeler yazıyor. Tek dileği yazacak sözlerinin bitmemesi ve bunları sayfalara dökebilmek…

1 Comment Bir yanıt yazın

  1. İspanyol korku sinemasının avrupai duygusallığı çok etkiliyor beni… Bu da en sevdiğim örneklerinden biridir. Guillermo del Toro’nun düşük bütçeyle çalışırken daha başarılı olduğunu düşünüyorum.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

El-Cin (2013)

El-Cin İzleme Kılavuzu: Karacadağ filmi El Cin’i, yönetmenin sinemasının artık
blank

Le Village des Ombres (2011)

Kökeni 1800'lerin sonuna kadar uzanan bir lanet öyküsünü beyazperdeye taşıyan