El Orfanato poster 1Bir korku filmine girdiğinizde perdede ne göreceğiniz aşağı yukarı bellidir. Tüm şablonlar çıkarılmış, yıllar içinde kullanılan her yeni korkutma aracı bir klişe haline gelmiştir. Yeni yetme yönetmenlerin ille de korku filmi çekerek başlayalım hevesleri yüzünden de başarılı olarak addediğiniz her korku filminin onlarca seyredilemez karbon kopyası her yerde karşınıza çıkarak bu klişeleşme duygusunu iyice güçlendirmiştir. Çocukluğunun acısını sevişgen gençlerden çıkaran sapık katiller, Çılgın bilim adamlarının başarısız deneylerinin ürünü envayi çeşit ucube, Zamanında çok kişiye mezar olmuş içi hayalet kaynayan Tekinsiz evler, Dünyayı ve özellikle ABD’yi yıkmaya and içmiş dev sürüngenler, Allahını şaşırmış vahşi hayvanlar, özellikle de böcekler ve fareler, ruhunu şeytana satmaya ısrarlı güç budalaları… Sizinde ekleyeceğiniz en fazla bir iki şey daha olabilir işte Sinema da yaratılmış korku evreni!

Mary Shelley, Edgar Allan Poe, H.P Lovecraft ve onların modern takipcileri olan Stephen King, Peter Benchley, Dean R. Koontz gibi yazarlar Beyazperde kabuslarının yaratıcısı oldular. Önümüzdeki yıllarda da bu türde devrimsel bir değişiklik beklenmiyor açıkcası “Cloverfield” gibi bazı önemli denemeler mevcut ama ilgili yazımda da belirttiğim üzere “Cloverfield” bir filmden ziyade bir deneyim ve bu türe multimilyon $’lık bütceleri sırtlanabilen Hollywood’dan başka kimse ne heves ne de cesaret edecektir.

Bu karamsar giriş tadımızı kaçırcakmış gibi gözükse de aslında işlerin sadece Kuzey Amerika sineması için iyi gitmediğini belirtmek isterim. Son umut olan, çekkigözlü korku remake’lerini de ille de amerikanlılaştırmak uğruna ellerinde itinayla patlatıyorlar. Bunun son örneği de geçenlerde izlediğim ve 1.5 saatlik zaman israfı “The Eye” oldu.

Belki de bu yüzden yani bir Amerikan filmi gibi yürümediği ve bitmediği için bu sene seyrettiğim tadı damağımda kalan tek korku filmi “The Mist” (akıllara zarar Türkçe adıyla Öldüren Sis) oldu. Türün iflah olmaz takipçilerinden olduğum için sinemalarda bize sunulanın (ittirilenin demek daha doğru olur) dışında Divx denen cennete elimi attığımda ise Avrupa sinemasından sessiz başyapıtlar her daim beni bekliyordu. Az sonra hakkında kalemimin yettiği kadar bir şeyler yazacağım film de bunlardan biri: Yetimhane – El Orfanato.

The Cronos, El Espinazo Del Diablo ve El Labiranto Del Fauno ile birlikte izlediğim ve çok beğendiğim 4. İspanyol korkusu olan Yetimhane – El Orfanato bize kesinlikle modası geçmiş bir öyküyü yine korku sinemasının sıkca kullandığı gıcırdayan salıncaklar, kendi kendine kapanana kapılar, pencereler vs. gibi araçlarla anlatıyor ama bunu oldukca sakin ve sırtını büyük efektlere dayamadan ve bir korku filminin gerçekten ihtiyacı olan mekan ve atmosferi sonuna kadar hissetirerek yaptığı için iyi bir kitabı yada yemeği bitirdiğimizde oluşan doyum duygusuyla kalkıyoruz koltuğumuzdan.

El Orfanato 23

Filmin konusunu merak edenler için copy-paste’nin gücüne tavlanarak yazıya ekleyiverelim: Laura’nın hayali çocukluğunu geçirdiği yetimhaneye geri dönerek, orayı yeniden yetim ve öksüzler için uygun hale getirmektir. Kendisinin bir zamanlar yetiştiği bu yere geri dönen Laura, yetimhaneyi satın alarak onu onarmak ve restore etmek ister. Küçük oğlu Simon ile burada yaşamaya başlayan Laura için ilk başta herşey yolundadır. Aslında bu yeni çevre Simon’un hayal gücünü geliştirmeye başlamıştır: Simon günlerini kendisinin yarattığı bir hayali arkadaşla geçirmektedir. Ancak Laura kısa zaman sonra bu hayali arkadaşın Simon’un kurgusundan çok daha fazlası olduğunu keşfedecektir.

Bu hayali arkadaşın bir süre sonra kendilerini rahatsız etmeye başlaması ve yetimhanede görülen garip olaylar, Laura’nın bir parapsikoloji uzmanına başvurmasına yol açar. Paranormal aktiviteleri araştıran bir grup uzman Laura’ya yardım etmek üzere yetimhaneye konuk olacaklardır.

Evet 30’unu aşmış bazı okurların da farkedeceği üzere bu tipik bir *oldschool hayalet öyküsü ve bir zamanlar izleyip çok beğendiğimiz George G. Scott’un müthiş bir perfomans verdiği Peter Medak korkusu “Dehşet – The Changeling”den de güçlü esintiler taşıyor. Tekinsiz bir ev, acı çeken çocukhayaletler ve dehşeti daha da büyüten paranormalist uzmanlar.. .

Korkmak için bööee! diye bağıran ve her sahnede üç beş kişiyi yutan yaratıklar ya da elinde bahçıvan makasıyla barsak deşen psikopatların şart olduğunu zannediyorsanız “El Orfanato” size uykudan önce kadar sıkıcı gelebilir ama filmin ilk on beş dakikasına şans tanıdığınızda hiç sarkmayan senaryosu, yönetimi ve performanslı oyunculuklarıyla gerçekten yaratılan korku duygusunun esiri olacaksınız. Sebepsiz ve anlamsız hiçbir ölümün olmadığı, her yere kanın sıçramadığı ama kesinlikle tüyler ürpertici ve aynı zamanda son derece acıklı olabilen bu öyküyü yapımcı Guillermo Del Toro’nun himayesinde ilk uzun metrajını çeken Antonio Bayona yönetmiş… Çocuğunu kaybeden anne rolündeki başrol oyuncumuz inandırıcılığını hiç kaybetmiyor. hikaye anne üzerine kurulu olduğu nedeniyle üzerine çok fazla iş düşen Belen Rueda bu rolün altından başarıyla kalkıyor. Özellikle filmin sonunda çocuğunu bulabilmek için yaptıkları yürek sızlatıyor.

El Orfanato ruhsuz Hollywood korkularından bunalan bünyelere Çölde çay keyfini yaşatacak iddiasız ama kesinlikle çok başarılı Belki de bu yılın en iyi seyirliği, milyon dolarlık çöplerden sıra gelirse bizim sinemalarımızda da oynar diye düşünüyorum (Yazın sinemalar boş kalmasın zamanlarına denk gelecektir büyük ihitmalle) Mutlaka seyredin ve gece sakın yalnız yatmayın!

Öteki Sinema için yazan Murat Tolga Şen

blank

Murat Tolga Şen

Murat Tolga Şen, sinema eleştirmeni, senarist ve oyuncudur. Öteki Sinema'nın kurucusudur ve OFCS (Online Film Critics Society) üyesidir. 2012-2023 yılları arasında Medyaradar sitesinde TV sektörüne dair eleştiriler kaleme almış, 2014-2016 sezonunda Okan Bayülgen’in Dada Dandinista adlı programının yazı grubunu yönetmiştir. Ayrıca 2017-2019 yılları arasında Antalya Sinema Derneği’nin danışmanlığını yapmış ve 2014-2023 yılları arasında Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’nda oyunculuk yapmıştır. Şen, "Bir Notanın Hikayesi" adlı belgeselin senaryo yazarı ve "Bir İz - Madımak" belgeselinin danışmanıdır. Yazılarına Beyazperde ve Öteki Sinema'da devam etmektedir.

10 Comments Leave a Reply

  1. guillermo del toro’nun ismi bile yetiyor bir filmi iyi yapmak için. uzun zamandır “ananı” efekti ile irkildiğim ilk film olmuştur. özellikle finaldeki sürpriz gerçekten sürpriz oluyor. 6.hisden beri o ölü bu ölü diye bütün korku filmlerini izler bir yerinden olayı çözerim ama bu film hakkaten ters köşeye yatırdı, 90a taktı. pan’ın labirenti kadar duygusal, the others kadar gerilimli bir film.

  2. bütün gün boyunca havanın kararmasını beklemiştim. 2 saat boyunca ihtiyaç duyabileceğim herşey yanımdaydı. hava karardı ve ben biraz da dışardaki seslerin tamamen kesilmesi için bekledim. Sokak lambalarının odanın duvarlarına vuran ışıklarını engellemek için çift katlı perdelerimi çektim. Ses sistemini yoğun mesaisine başlatmak üzere ayarladım. Play tuşuna bastım…

    Eski kasvetli bir bina, esrarengiz bir bakıcı, bahçede kovalamaca oynayan çocuklar ve onlara sırtı dönük belki de iki yana açtığı kollarıyla çocukları gelecek tehlikelerden korumaya çalışan bir korkuluk…

    …ve yarım saat sonra elinde telefonla filmi çoktan unutmuş ben.

    Suspiria gibi çoğu yaşıtım tarafından izlemeye gerek duyulmayan bir filmi bile baştan sona heyecanla izlediğimi düşünürsek, masis ve filmi benden önce izleyen herkesin o kadar olumlu yorumlarından sonra böyle bir hayal kırıklığı yaşayacağım aklıma gelmemişti.

    Buradan sevgili Del Toro biladere Ferda Anıl Yarkın’ın o ilk gençlik zamanlarımdan kulağımda kalan şarkısını armağan etmek istiyorum “yazık ettiiiinn yazıık kendinden çok banaaaa…”

  3. çok korkunç bi film gerçekten. özellikle günümüzde et ve kan göstermeyi korkunç sanan yapımcıların çektiği saçma salak (saw gibi) filmlerden sonra çok iyi geldi bu film.

  4. filmin ortalarına doğru deliksiz bir uyku çekmiştim. açıkcası film beni çok fazla etkilemedi. daha iyisi için tayvan yapımı “dek-hor” u önerebilirim.

  5. El Orfanato son dönem İspanyol sinemasının üst düzey filmlerinden biri.Basit bir korku filmi gibi klişelerle başlıyor ama dramatik yapısı ihmal edilmediği için ilgiyi sonuna kadar tutabiliyor.6.His ve Diğerleri’nin başarısına bazı sahnelerde yaklaşıyor bile.

  6. El Orfanato’nun yönetmeni Juan Antonio Bayona yeniden çevirimler ile ilgili şöyle bir yorumda bulunmuş. “Amerikalılar dünyanın parasına sahip ama bir şey yapamıyorlar. Bizler ise paramız yok ama herşeyi yapabiliyoruz… Amerikan film endüstrisi risk alamadığı için zaten tutulmuş filmlerin yeniden çevirimlerini yapıyor.”

    Yeniden çevirimler söz konusu olduğunda Amerika bir süre ağırlık Kore olmak üzere uzak doğu sinemasına takıldı. Nasıl olsa meraklısı dışında pek bilen yok diye. Fakat iki yıldır zaten bilinen, zaten ünlü filmlere de takmış durumdalar ki ille de “yabancı” film olması gerekmiyor. Hoş, daha çok kendi iç pazarlarını düşündüklerinden, o pazar da eski olsun yeni olsun bu filmlerden pek haberdar olmadığı için, hatta olsa da bir şey farketmediği için pek farketmiyor herhalde. Eh, biz de o pazardan sayılmaz mıyız?!

    Şundan beş sene önce Last House On The Left’i yeniden çevireceklerini söyleseler yuh derdim. Şimdi ise suspus yerime siniyorum. Sinemada gidip izlemeyeceğim ama eminim evde oturup izleyeceğim. Asıl yuh bana olsun. :)

  7. Özellikle İspanyol ve Fransız korku filmleri gerçekten güzel olmaya başladılar. Bu filmden o kadar etkilenmeme rağmen İspanyol gerilimlerinin kendine özgü havası filmde var. Yazıda bahsedilen 4 film dışında ilginç bi film olan Eskalofrio ‘da bu tarz filmlerin arasına koyabiliriz. Türkçesini bilmiyorum ama İngilizcesi Shiver olarak çevrilmiş.

  8. Avrupa fantastik sinemasında hala “duygu” var arkadaşlar… Hollywood Stüdyo mamülleri plastik, sentetik, saçma sapan işlerden ibaret hale geldiler. Canım Gialloların içinden sadece kesme, biçme sekanslarını alıp “slasher” diye bir tür icat eder onu da geçen 30 yılda ısıtıp ısıtıp önümüze sürersen olacağı budur.

    Divx’in yükselişi devam ederse ki bence öyle olacak Hollywood sadece Mısır meraklısı redneck amerikalılara fim kakalayabilir hale gelecektir diye düşünüyorum. Sinema Avrupa’da başladı, orada devam etse ne güzel olur :)

  9. Divx denilen nimet olmasa bu filmlere ulaşmamız gerçekten imkansız olur. Ama altyazı eksikliği yüzünden bazı filmler elimizde olsada anlamadan izleme sorunu oluyor. Yinede film kültürünü geliştirmek için hala tek şansımız Divx heralde. Belli sinemalar ve yerler dışında sinemanın tadına varmak artık imkansız duruma geldi. Umarım internet sansürü divx film kaynaklarınada yansımaz :)) Konudan daha fazla sapmadan sinema ruhunun oluşuna katılıyorum. Yorumda demek istediğimde oydu. İspanyol gerilim sineması kendi ruhuna sahip ve bunu çoğu filmde hissettiriyor.

  10. Film havasıyla, gelişen olaylarla ve sonuyla etkiledi beni. The Mist filmini hiç beğenmemiştim. Çoğu yer gereksiz ve beni filme bağlamayacak türdendi. Ama bu film övgüyü hakediyor, bitirdikten sonra da bir süre insanı halıya odaklatıp düşündürüyor olaylar üzerine

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

The Objective (2008)

The Objective, sinemalarımızın kıyısına köşesine uğramayan ama tür meraklılarının mutlaka
blank

Siccin (2014)

Alper Mestçi, Musallat’larda denediği stili Siccin'de iyice ustalaştırmış, sadece çarpılma