“Körler memleketinde görmek suç sayılır” demiş Cenap Şahabettin, öyle ya, vicdan müessesinden sızan ve başı illa belaya sokan farkındalık hali, insanın hürmetle taşıyacağı en kıymetli yüktür aslında, elbette anlayana. Pek meşhur bakmak ve görmek ayrımında, ölüm ve yaşam arasındaki kıl payında, şuurlu bir harekete çevireceğimiz ve sonucu ne olacaksa olsun be diyerek, hemen her şeye rest çekeceğimiz o büyüleyici an… Öhhö, öhhööö. Eee, bu süslü laflar nereye bağlanacak? Namlı seri katillerden Dahmer’in zavallı komşusuna, haliyle. Yahu arkadaş, oyuncuları, gerçek hayattaki suçlulara, kurbanlara benzetecek denli, incelikle, bin bir emekle dokuduğunuz kalburüstü projeyi, bir komşunun sıradan dramına çevirmeyi nasıl başardınız?
Sonuç belli, konu belli, zaman belli, yer belli, lakin kan kırmızısı çekici bir renktir, şiddet arzudur kimine, korku keyif verir diğerine. Bu ve benzeri istisnai ve cinai arzulardan, harbiden zevk alan tonla tuhaf insan var tüm yerkürede. İşte Jeffrey Dahmer, Ed Gein, Ted Bundy, John Wayne Gacy, Edmund Kemper, Richard Ramirez, Charles Sobhraj, Andrey Çikatilo, Pedro Alonso Lopez, Henry Howard Holmes, Albert Fish ve daha nicesi. Yamyam mı ararsın, ölülere tecavüz eden mi, canlı canlı kesip biçen, asitlerde eriten, bedenleri küle, kemikleri toza çeviren bir acayip yaratıklar. Bu hayli ünlü mahluk grubu, ücretli platformların ilgisini, sevgisini haliyle çekecekti. Öyle de oldu.
Kiminin filmi çekildi, ötekinin dizisi, berikinin belgeseli, hatta bazılarının hepsi, yani film yetmedi, belgesel kâfi gelmedi, dizi kesmedi. Hani fırsat bulsalar, katilleri canlandırır, kurbanlara o uğursuz, hazin ve korkunç anları, tekrar tekrar yaşatırlardı. Emin olabilirsiniz. Vasat işlerin arasında, iyi bir proje bulmanın, neredeyse denizde kum bulmak kadar zorlu olduğu platform cangılında, yine, yeni, yeniden serili serisiz katillere sarılacaklar, hiç kuşkusuz. Çünkü talep çok, seyirci gönder gelsin modunda takılıyor, doymak nedir bilmiyor, bilemiyor.
1990’larda polis ve adliye muhabiri olarak, birçok kanlı olayı takip ettim, cinayetler, intiharlar, kazalar, yangınlar, boğulmalar, patlamalar falan filan. Kanın o paslı, tuzlu kokusu, kurtlanan cesetlerin her yerinize sinen o yapışkan ve besbeter kokusu, inanın hala usumda saklı durur, arada sırada kendini hatırlatır. Çürüyen bedenlerle yaşayan insanların, normal olması ve öyle kalması mümkün değil, bu yüzden kendi adıma, bu seri katil milletini, tabut sineğine benzetirim. Tabut sineği denilen, azimli, açgözlü ve hedefinden asla şaşmayan canlı, ta yerin dibine girebilir, tüm ömrünü bir cesedin içerisinde geçirebilir. Güme gitmek diye buna derim!
Canilerle ilgili yapımlarda, gerçekten kurulduğum (gıcık kapmak işte) şey, bu iğrenç ve pislik herifleri, şiddete tapan vahşi kıyıcıları, onun çocukluğu da fenaydı be, aile ortamı bozuktu, çevresi leş idi, arkadaşları fecaatti diye diye, olağana çekme çabasıdır. Bu, kurbanlara hakarettir başlı başına. Kurbanlarla empati yapan yok, azılı suçluları yıldız mertebesine çıkartan çok! Tiktok denen illette, seri katilleri övenleri görüyoruz, adamlar kalkıp, tecavüzcü bir yamyamın uğursuz suretini dövme yapıyor bedenine, böbürlene böbürlene, kadınlar, aşk mektupları atıyor, şiirler yazıyor, çocuk katillerine. Ah! Siz, ölmeyi, bayılmak sanıyorsunuz, ziyadesiyle yanılıyor ve aldanıyorsunuz. Kelle kesildikten sonra, saçların ardından ağlanır mı diye sual etmiş Dostoyevski, aslında bu hesap, o hesap da siz yine de başlarınızı boynunuzun üzerinde tutun, cinai sebeplerden uzak durun.
Katiller, seri katiller, vahşi katiller, azılı katiller, sanıldığı kadar az değildir ha, üstelik bir araya gelirler, ülke kurmayı bile denerler. IŞİD denilen katiller sürüsü, bunun en büyük örneği değil miydi? Örgütlü kötülük, bireysel kötülükten kat be kat belaydı, bildiniz, gördünüz, okudunuz, izlediniz. İnsanları çatılardan attılar, yaktılar, taşladılar, havaya uçurdular. Yani bu manyaklar aramızdalar, yamacımızdalar. Koşullar oluşsun diye bekliyorlar, fırsat kolluyorlar, kimsenin gökten zembille indiği yok, iki ayaklı şeytanlar tam burada, yakınımızda.
Bitti mi? Yok, hayır! Başı ve sonu besbelli acılı, kanlı, sancılı gerçeklik yerine, fantezi ve bilimkurgu severiz biz (kendi adıma, başkaları namına konuşuyorum, kusura bakmayın), işte bu nedenle, Yüzüklerin Efendisi: Güç Yüzükleri (Lord of the Rings: The Rings of Power), Ejderha Evi (House of the Dragon) ve Andor’u es geçmek, yakışmazdı bünyemize. Hop diye içine daldık, bildiğin dadandık, hunharca. Durun şaka yaptım. Fantezi ve bilimkurgu sevdamız kesin, ancak bu saydığım dizilerin de sonu besbelli. Artık neticeye değil, sürece bakmayı öğrendik, nihayet ne olursa olsun, girişten bitişe ilerleyen nihai yolda serüven kaçınılmaz olsun.
Zaten 21 Aralık 2012’de hepimizin ölmesi lazımdı, Maya takvimine göre, ekstradan yaşadık son 10 seneyi, belki de bunca alengirli şey, onca tuhaflık, soluk almaya devam ederek, kadim bir medeniyete yamuk yaptığımız için başımıza geliyordur, kim bilir? Mavra bir yana, Andor, bir Star Wars klasiği tadında ilerliyor, Güç Yüzükleri, kıskıs güldürüyor, harbi harbi neler yapıyorsun ey şanlı Galadriel! Lakin Ejderha Evi, üstüne kata kata büyüyor. HBO’nun böyle bir misyonu var, incelikler mevzusunda ustalaşıp, tıpkı nakış işler gibiler.
Bir süre elimizi, ayağımızı çektik. Şimdi bir adım geri çekilip, bakıyorum büyük resme, hayır, bunun göndermesi bile komik değilmiş. Resim mesim yok, unutun. Hah! Herkesin eleştirmen olduğu yerde, elbette izlemeyin ve seyredin şeklinde bölünecekti halkımız, öyle de olmuş. Bırakın artık, seyrettiği şeylerle insanları yargılamayı, şu adını saydıklarımın kötüsü dahi, birçok dizi adlı saçmalıktan iyidir, hoştur.
Hayır, insanların bir kısmı, asri zamanlarda vandallığa meyletmiş, Ork da neymiş, Uruk-hai gibi gecelere akıyorlar, sokaklara çıkıyorlar. Gündelik hayatın böylesi dibe çekilmesi, can güvenliği endişesi, fantezi dizileriyle köpürtülmez, bunu destekleyen yegâne şey mafya özentisi, şiddet, hiddet, nefret ivmeli yerli dizilerdir, bilesiniz.
Ursula K. Le Guin, Sesler kitabında şöyle der; “Bir nesil, bilginin cezalandırıldığı ve cehaletin saadet olduğunu öğrenerek yetişiyor. Bir sonraki nesil cahil olduklarını bile bilmeyecek. Çünkü bilginin ne olduğunu bilmeyecekler.” Bunu bir yere bağlamayacağım, görünen köy, görünen köydür işte. Ejderhalar çok güzel değil mi ya, ne dersin Galadriel, galaktik evrende Jedi şövalyesi olmak ister miydin? Of! Kafam çok karıştı, Aman! Bu saçma sapan yazı bitsin artık! Hem ne der Bernard Shaw; “En kötü kitabın bile iyi bir sayfası vardır. O da son sayfası!” Ha ha ha!
Öteki Sinema için yazan: Alper Turgut
Mükemmel bir yazı. Elinize sağlık. Teşekkürler.