En Suyu Çıkmış 10 Hollywood Klişesi

29 Temmuz 2012

Hollywood’un Pek Sevdiği

Aklı Olanın Hazzetmediği 10 Hollywood Klişesi

blank* ABD ya da İngiliz vatandaşı olmadığı halde herkes gramatik açıdan kusursuz, lakin aksanlı İngilizce konuşur. Aksanlı İngilizce konuşan adam bilin ki yabancıdır. Örneğin adam Transilvanyalı, 14. yüzyılda şatosunda yaşıyor. Ama Erasmus programıyla yurtdışında master yapan öğrenciler gibi aksanlı İngilizce konuşuyor. Ya da Tibet’in dağ köylerinin birinde doğmuş, hayatında köyden dışarı çıkmamış, ama aksanlı İngilizcesi ile sana bana taş çıkartıyor. Anlıyorum; Amerikan izleyicisi altyazı okumayı sevmiyor. Tamam! Ok! All right! Lakin; en azından adamı orjinal dilinde konuştursanız, üzerine dublaj yapsanız, alttan da 90’lı yıllarda belgesel izler gibi adamın sesi az da olsa duyulsa… Fena mı olur yani?

* Film, “çok enteresan bir geçmiş zaman”da geçmektedir. Geçmişimizin gün yüzüne çıkmamış karanlık bir çağıdır, ya da kahramanlar ve tanrılarla dolu mitolojik çağlardır. Bu filmlerde esas erkeklerin neredeyse tamamı uzun etek benzeri giysilerle takılırlar etrafta. Belden yukarısı (aslında kalça kemiğinden itibaren desek daha doğru) mütemadiyen cıbıldır. Eğer karlı boranlı, fırtınalı soğuklu moğuklu bir havaysa; filmin kalanı, set ekibinden figüranına kuzu yünü abalarla gezse bile, esas oğlanlar göğsü bağrı açıkta koyan kürk yelekler giyerler. Yelekler dansçı tşörtü gibi kısa, yamru yumru el kadar birşeydir. Hani giymesen ve 3 santimetre karen daha açıkta kalsa, kesin zatülcenpten ölürsün… Bir de bu sert adamlar, barbarlık müessesesinin gereğince, film süresinde en az bir kere aşık oldukları kadına kaba davranırlar. Sanıyorum içerden içerden yanma yapıyor bu hadise. Biraz ısınıyorlar. Ugg!

blank* Dünyanın sonu gelmek üzeredir. Ya fenafillah bir salgın hastalık tüm nüfusu öldürecektir, ya dünyaya bir göktaşı çarpacaktır, ya herkes zombiye dönüşecektir, ya da uzaylılar dünyayı yok edecektir… Her neyse… Fakat ne hikmetse ordu, hikayenin sonuna kadar düzeni sağlama görevini icra etmeye devam eder. Askerler bir kere olsun göreve itaatsizlik etmez. Kaçan ya da korkan çıkmaz. Dünyanın geri kalanı kelimenin tam anlamıyla çıldırmış – kafayı yemiştir, ama ordu mensupları peygamber sabrıyla görevlerinin başındadır. Adamı almışsın Manchester’ın Aşağı Stretford bölgesinden, Londra’da çavuş eylemişsin. Bu adam ailesini, anasını babasını, yavuklusunu hiç mi merak etmez. Dünyanın sonu diyoruz neticede, Irak’ı bombalayıp dönmek gibi birşey değil ki bu…

* Biliyoruz ki bir Dracula imajı, bir vampir kültü var. Modernizm öncesi edebiyatta çok da güzel örnekleri vardır, halk mitleri ise muhteşemdir. Lakin gençlik filmi klişelerini alıp Dracula’nın üzerine oturtunca olmuyor işte! Ortaya derdi ya hatun götürmek olan buğulu bakışlı bir seks bombası, ya da bin küsür yaşında olmasına ve deriiin kültürüne rağmen 18’lik çıtırlarla takılan saçma bir romantik çıkıyor. Bazı filmlerde öyle kötü oyunculara oynatıyorlar ki Dracula’yı, sarsılarak ağlayasım geliyor. MC Hammer madalyonları ile rap yıldızı gibi göğsü bağrı açmış, New York sokaklarını arşınlıyor koskoca Dracula. Acıyın azıcık ne olursunuz, etmeyin, eylemeyin, kırdırmayın Hollywood’u insana…

blank

* Yeni mezun idealist avukat ya da broker, Central Park’ta yürümeye başladığında, müzikallerde kariyer yapmak için orta Amerika’dan New York’a gelmiş uzun bacaklı balerin ile çarpışma ihtimali; sigaranın kanser yapması ihtimalinden bir hayli yüksektir. Bu ikisinin daha ilk bakışmada aşık olma ihtimallerinden ise bahsetmiyorum bile. Kardeşim Amerika’da kriz var, broker’lara artık etmek yok. Orta Amerika’dan gelen kızlar da Christina Aguilera olmak istiyor. 2 bin – 3 bin kişiye ulaşan Broadway müzükallerinde ne işleri var… Değiştirin şu plot’u artık. Konulu pornoda bile daha çok twist var yahu.

* Hikaye 16. ya da 17. yüzyılda geçiyorsa; ortada Sex and the City’ye taş çıkartacak entirikalar, seks üçgenleri – dörtgenleri, bir birinden karmaşık durumlar vardır. Kimin eli kimin cebinde, kim kimle yatıyor, kim kimin peşine adam takmış, kim kime çaktırmadan seks hocası tutmuş, kim seks hocasına aşık olmuş hiç belli değildir. Görünüşe göre 16. – 17. yüzyılda herkes tavşanlar gibi tepişiyordu. Madem öyleydi de, neden asıl nüfus patlaması sanayi devriminden sonra ta 19. yüzyılda yaşandı, sorarım… Hollywood! Sana diyorum!

blank

* Göğüs, bel, incik, boyun gibi hayati yerlerinden yara aldıktan sonra, 5 saat daha dövüşmeye devam eden adam/kadın! İsviçreli bilim adamlarınca incelenmen gerektiği inancındayım.

* Hollywood ve populer kültür tarihinde “public enemy” (toplum düşmanı) adıyla anılan ve bolca filmleri çekilen adamların/kadınların tamamının banka soyguncusu olması size de biraz garip gelmiyor mu? Toplumun düşmanı olan adam, girer ev soyar. Ne bileyim, adam öldürür. Çocuk kaçırır… Amerika gibi bir ülkede banka soyan adam toplumun değil, olsa olsa kapitalizmin düşmanıdır. Yemeyen de yemiyor yani…

* Yahudi lobilerinin desteğiyle komedi filmi yapılmasından gına geldi. Araya sıkıştırılan Yahudi esprileri falan… Çok sıkıcısınız…

* Hollywood’da ödül almak isteyen bir adamın tarzı ne olursa olsun, politically correct (siyaseten doğru) üslupta film yapması yeterlidir. Eşcinsellerin tamamı çok hassas insanlardır, Meksikalılar’ı suça iten hayat koşullarıdır, diktatörlerin de insan yönü vardır, fahişelik yapan kadınların anneleri hep çok kötü insanlardır, zencilerin Harlem dışında var olmaları neredeyse imkansızdır… Örnekler çoğalır. Siyaseten doğruculuğu çok sever Hollywood. Bir tür yardım balosu düzenlemektir zira bu filmler. Dozunda acıma ve kontrollü empati duygusu pompalanır, hayatın gerçekleri güzide bir seyirlikle bir kez daha hatırlanır, sosyal sorumluluk yerine getirilir ve huzur içinde uykuya dalınır. Tanrı Amerika’yı korusundur… Siyaseten doğrucu filmler, pozitif ayrımcıdır ve her türlü ayrımcılık can acıtır. Zira dostun attığı gül yaralar adamı…

blank

Ezgi Aksoy

Sinema yolculuğu 80’li yıllar korku filmleriyle başladı. Ucuz filmlerle büyüdü. Sinema, yazından sonraki en büyük tutkusudur. Şuan LeMan, yeniHarman ve Bayan Yanı’nda araştırma dosyaları ve populer kült yazıları yazmakta ve medeniyet üzerine kafa yormaktadır.

11 Comments Bir yanıt yazın

  1. Abla çok güzel diyorsun ve sonuna kadar da katılıyorum ama şöyle bir şey var. İzliyorum, izliyorsun, izliyoruz… Adamlar bir formül tutturmuş ve onun üzerinden film yapmaya devam ediyor, yazında belirttiğin şeyler gerçekten doğru ama şöyle bir şey de var mesela bir Amerika’n filmi ”Tanrı Amerika’yı korusun” der genellikle evet de başka ne diyecek ki sonuçta o ülkenin en önemli gelir kaynaklarından biri sinema ve seyirciye de Amerika’n sevgisi aşılamak için bunu yapıyorlar. Son bir şey daha, ben sinemaya bu kadar detaylı bakmak istemiyorum, biliyorum içinde bir sürü siyasi şeyler barındırıyor Amerika’n filmleri ama ben umursamamaya devam etmek istiyorum., çünkü içinde ne olursa olsun ben buna sadece bir eğlence aracı ve sanat olarak bakarım. Yine de eline sağlık, çok güzel ve tamamen gerçek olan bir şeye değinmişsin. :)

  2. Yarayla alay eder yaralanmamis olan :( diye bitirilseymis beklendiginden daha vurucu olurmus.

  3. nüfus patlamasının sebebi sağlık/teknoloji/yaşam koşullarındaki gelişmeler, bebek-anne ölümlerinin azalması. bu kadar yerde yazan bi insan bunu biliyordur da espri yapıyordur diye umuyorum.

    o maddeden, bu kadar sevişmelerinin saçma olduğu çıkarımını ben yapamadım, bu klişeye ikna olamadım.

  4. banka-toplum ilişkisi, yani bankaların mudi paralarıyla işlemesi ve kapitalizmi işletmesi herhalde çok gizli bir şey değil? bankalar battığında krize girmemiz de herkesin bankadan yolunun geçmesiyle, payı olmasıyla açıklanıyordur herhalde?
    yani mülkiyet-toplum zemininin en iyi buluştuğu sembol bankalar, dolayısıyla bankalara karşı işlenmiş suçlar topluma ve mülkiyete işlenmiş sayılıyor. ama bir bedene ya da bir eve saldırı olduğunda bunu kitleye mal etmek sıkıntılı, bireysel husumete ya da manyaklığa çekmek kolay. oysa public enemy dozunda karizmatiktir de.

    hollywood basın bürosu bildirdi

  5. cgr; dediğiniz gelişmeler sanayi devriminden sonra yaşanmıştır. maddede belirttim. okuduğunuz anlamıyor musnuz?

    ayrıca mülkün zaten hırsızlık olmasına hiç deyinmeden, bankaların kendisinin toplum düşmanı olduğunu kısaca şöyle anlatayım. 21. yüzyılda dünya üzerinde yaşanan tüm savaşların çokuluslu bankalarda doğrudan ya da dolaylı ilişkisi vardır. bankalar silah tüccarlığından borç kontrolüne kadar türlü yollarla insanları ve hayatlarını kontrol altına alırlar. şuan çalışan insanların neredeyse tamamı, maaşlarının tamamını eline alamıyorlar. çünkü o para bankadan kredi kartlarına, faturalara ve diğer borçlara aktrılıyor. bunların tamamına sizin gibiler globalizm, benim gibiler de kapitalizm diyor. benim gibiler için bu toplum düşmanlığıdır, sizin gibiler içinse sistem. durum bundan ibaret..

  6. evet maddede belirtmişsiniz işte neden o zaman diye, ben de açıklayıverdim sizin için.

    ayrıca globalizm-kapitalizm concept’lerini esneterek kurduğunuz retorik pek hoş, umarım çok taraftar toplayabiliyorsunuzdur.
    siyaset biliminde biz kapitalizmi ve globalizmi aynı olguları adlandırmak için kullanmayız. Tavsiye: Politics, Andrew Heywood

    hem benim kim olduğumu ne düşündüğümü bilmeden, hemen bir sonuca atlama bir kavgacı yaklaşımı hiç yakıştıramadım.
    sakin olun lütfen, lise sıralarına geri dönmeye lüzum yok.

  7. Yani dikkat ettiyseniz “I <3 bankalar" gibi bir şey demedim. "Ama neden bankalar?" sorunuza açıklık getirmeye çalıştım.

    Gerçekten hayatımda gördüğüm en kolay ötekileştiren "solcu" sizsiniz. Ne demek canım "sizin gibiler, benim gibiler" falan, ne kadar düşük bir dil. Gerçekten çok ayıp.

  8. ben sakinim. yaklaşımım kavgacı değil. üslubum böyle olabiliyor zaman zaman.
    taraftar toplamak gibi bi derdim olsaydı çok farklı mecralarda yazardım sanırım.
    referans vererek konuşmak.. oldum olası sevdiğim bir hamledir.

    neyse.. amacım uzatmak ya da tartışma yaratmak değil. iyi geceler..

  9. İlk ikisi dışında, Hollywood klişelerinden çok Hollywood’un politik kodları diye adlandırılmayı hakeden bir yazı. Amerikan kapitalizmine bağlı bir endüstri olarak Hollywood bu klişelere mecbur. Klişe olmayan bir savaş filmi çekmek için tüm askeri malzemeyi Stanley Kubrick satın almak zorunda kalmış (Sanırım Full Methal Jacket’in malzemeleri ailenin elinde imiş). Korkusuz kahraman askerler klişesine bağlı kalırsan, tüm askeri malzemeler bedavaya gelir (Geçici bir süre için ordu kullanıma izin verebiliyor bildiğim kadarıyla).

    Ayrıca, bu kodların varlığını bilmek önemli diye düşünüyorum. Bunların farkında olan biri gönül rahatlığıyla bu filmleri seyredebilir ama farkında olmayan kitleler üzerinde yenilmez, adil ve yüce Amerika imajı yaratmadığını söylemek çok zor.

  10. Amerikan sineması en kritik dönemlerinden birini yaşıyor. Eğer yeşil perde teknolojisi kazanırsa önümüzdeki yıllarda bolca amerikan tarzı aksiyon ve savaş filmleri izleyeceğiz, Ama bağımsız sinemada azımsanacak bir durumda değildir.
    Her geçen gün kitlesini artıran bu bağımsız sinemacılar 7.Sanatın hakkını vermektedir. BoxOffice verileri bile artık 100 milyon dolara çekilen filmlerin güme gittiğini göstermektedir…

  11. Benim de Zombi filmlerindeki klişelere ayrı bir ilgim vardır. Sanırım George Romero dan bu yana yapilmiş tümn filmleri seyretmisimdir. Aslında bu filmlerin ilk kaynaği 1922 yapımı Nosferatu’dur. (Drakula’dır).
    Metaforik acıdan bakarsak Fritz Lang’in Metropolis’i filmi, robotlaşmış tek güdümde hareket eden insanları açısından, bu türün başlangıcı sayılabilir. Ama esas Romero dan çok önce 1956 yapımı Body Sanatcher filmi bu türün bence zirvesidir.
    Çoğu elestirmene göre Metropolis deki gibi insanlığın tek tipleşerek ruhsuzlaşıp kapitalizm karşısında köleleşmesine gönderme vardır. Bana göre ise yapıldıği tarih itibariyle, “sosyalizm fobisi” pompalanmaktadır.
    Çünkü ‘kimliksizleştirme! dışında hiçbir şiddet müdahale yoktur.
    İstilacılar görünür varlıklari ile değil davranışları ile tehlike arzetmektedirler. Bu dönemde yoğun şekilde uzaylı filmi cekilmesi de soğuk savaş korkusunun simgesel yansımasıdır. Senaryo gereği uzaylılar istilacıdır ama şeklen baktığınızda varlıkları meçhuldür ve tamami kötü varlıklardır. Ta ki E.T ye kadar.
    Sinema sektörünün Walt Disney sonrası entertainment’e evrilmesine paralel gelişen savaş sonrası bilim ile, insanoğlu ayak basmasinın verdiği öz güvenle korktuğu dünya dışı varlıklarla kendini eş tutan anlayışı geliştirdi.
    En azından, hükümet destekli Holywood kültürünün, çizgi roman dünyasıyla paralel yarattığı süper kahramanlar evreninin halktaki yansıması bu oldu. Bu fikir ekimi tabi ki, aslında güçlü rakip ülkelere karşı psikolojik üstünlük, gariban ülkeler içinse hayranlık uyandırsın diye yapıldı. Kimbilir belki gerçekten uzaylılar vardır ve onların varlığını yadırgamayalım diye çocuklarımıza 8-10 gözlü, kafadan bacaklı abuk sabuk çizgi kahramanları sevdiriyorlardır.
    Böylelikle son 60 senede hep dünyanın gündemine paralel film yapıldı. Ama en çok tutan tür şiddet filmleri oldu. Bitmeyen savaşları haklılaştırmanın, olmuyorsa insanları buna alıştırmanın bir yolu olmalıydı. Öyle de oldu.
    Zombi filmleri de buna paralel, insanların gelecek kaygılarının en tavan yaptığı 2000’lerle birlikte değişime uğradı. Bu dönemde düşman ne uzaylılar, ne nükleer savaş ne de Komünizm’di. Bu sefer düşman, aynı Body Snatchers filmindeki gibi görünmez olarak aramızda dolaşan terörislerdi.
    Elde de zaten bir küresel ısınma, çevre felaketleri her an dünyaya çarparak bir göktaşı gibi toplu yok oluş fobileri de olunca hepsi birleştirildi.
    Yeni filmlerin ilk göze çarpan farkı, yaşayan ölülerin eski filmlerde bir cehennem laneti gibi insanlara musallat olmaları, klostrofobik gerçek üstü bir rüya atmosferinde verilirken, yenilerinde hayatın içinde başedilmesi gereken ve bu yolda her şeyin mübah olduğu bir mücadele şeklinde olmasıydı.
    Geçek dünyadaki, kapitalizmin bir üst katmana terfi etmiş insanların, kendi steril dünyalarındaki hakedilmiş kazanımlarının kaybının ya da paylaşımının korkusunu yaşamalarının simgesel anlatımıydı bu aslında.
    Filmlerdeki gibi, mülteciler güruhlar halinde, sadece yaşama içgüdüsü ile onların olmayana saldırmaktadır. Modern dünyanın kazanımlarını hak etmemiş bu kitlelerden kurtulmanın tek yolu onları rehabilite etmek değil yok etmektir.
    Onları yaşayan ölü varsayıp, kamyonla ezerek yakarak olmasa da, onların giremeyecekleri korunaklar inşa ederek uzak tutmak en iyisidiydi.
    Mülteci akınları öncesi tüzel kişilikler, tüzel kişiliklerle gerçek ilişkiler kurarken, şartların değişmesiyle devletler, gerçek kişilerle tüzel ilişkiler kurmayı tercih ederek, mültecileri insan kimliğinden soyutlayarak bir hayvan, hatta eşya muamelesi bile yapmayıp, başedilmesi gereken doğal afet gibi konumlandırdı.
    İşte bu toplumsalsızlaştırılmış insanın zombiye dönüştürülmesidir.
    Aynı, ilk dönem zombi filmlerinde, insanların tepkisi olağanüstü bir olayın dehşetini yaşamaları iken, yeni zombi filmlerinde, sanki nükleer savaş, göktaşı düşmesi ya da doğal afet gibi gerçekleşmesi ihtimal dahilinde bir olay gibi, metanetle karşılayıp mücadeleye girişmelerinin de sebebi budur.
    Her filmde olduğu üzere gerçek hayatta da tehlike karşısında gruplaşarak birlikteliklerini kendi çıkarları doğrultusunda savunanların başında bir “mesih” vardır. Ve bu lider varoluşlarının sürdürülebilirliği için gerçekleşmemiş tehlikenin bertarafı için onlardan önce davranıp karşı gurubun elimine edilmesine insanları ikna eder. Bu grup bazen zombilerdir bazen kısıtlı kaynaklara ortak başka düşman bir grup.
    Adını bilmedikleri bir ülkeye saldıran ülkelerine engel olmayan batılılar gerçek hayatta da bu içdüdü ile arınarak suçluluklarını bastırırlar.
    Aslında gerçek zombiler metaforik değil gerçek manada, ülkeleri savaşa sokup kendi bekaaları için kaynakları tüketip başka halkların kanını emen egemen ülkelerdir.-
    GÖKHAN ÇELEBİ

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

2010′un En Çok Okunan ‘Öteki’ Yazıları!

2010′un En Çok Okunan ‘Öteki’ Yazıları! Öteki Sinema yazarlarının, 2010
blank

Top 100: Edgar Wright’ın Favori Korku Filmleri

Shaun of the Dead’in yönetmeni ve senaristi Edgar Wright, geçtiğimiz