Bu yazıda Endonezya sinemasından ve özellikle popüler bir alt tür olan istismar (exploitation) filmlerinden bahsetmek istiyorum ama “Endonezya sineması da nereden çıktı şimdi?” diyecek okurlar için kapsamlı bir giriş yapmaya ihtiyacım var…

Woody Allen, 1987’de çektiği Radio Days filminde, radyo dinleme çılgınlığının dönemin kimliğini belirleyici olduğu 40’lı yılları anlatır. Benzer bir durum ise memleketimizde 30 yıl sonra yaşanacaktı. 80’ler geldiğinde Türk halkı için “video çılgınlığı” dönemi başlamıştı. Video denen teknoloji büyüsü ile memleket sıkıyönetim günlerinde tanışmıştı. Tek kanallı ve sıkıcı devlet televizyonunun yayınladığı naftalin kokulu filmlerden ve dizilerden gına gelmiş halk bu inanılmaz eğlence vaadine kanıp, neredeyse 3–4 maaş toplamına sahip olunabilen Video cihazlarını TV’lerinin altına ve yine üstünde dantel olması şartı ile yerleştirivermişti bile. Bu kadar pahalı olmasına rağmen bu kadar çok kişi tarafından alınmasının en önemli sebebi de, ilan edilmemesine rağmen neredeyse demirperde ülkelerinden bile daha despot bir anlayışla yönetilen memlekette, sıkıyönetimin de etkisi sebebiyle eğlence namına hiçbir şey kalmamış olmasıydı. Video’da film seyretmek bir statü sembolü haline gelirken, halkın çekirge iştahına eldeki stokların yetişmeyeceği de gün gibi aşikârdı. Dünyanın geri kalanında da benzer durumlar yaşandığından olsa gerek,  seyredilmemiş Hollywood ve yan sanayileri üretimi filmler azaldığında, İtalyan sinemacılar buna pratik bir çözüm buldular. Yönetmen, oyuncu ve filmlerin ismini değiştirerek Amerikalıymış gibi yapmak!

Bu biraz da mecburiyetten kaynaklanan bir çözümdü çünkü video izleyicisi “ille de Amerikan olsun, ister çamurdan olsun…” talebi ile film kiralıyordu. Bu yüzden 80’lerin video insanlarına 30 yıl kadar gecikmiş bir haberim var. Hollywood işi diye seyrettiğimiz o filmlerin yarısı İtalyan, Filipin ya da Endonezya yapımı idi.

Şimdi yazıyı yavaşça asıl konumuz olan Endonezya sinemasına getirelim. Geçmişte Amerikalılardan daha iyi kovboy filmi çekmiş İtalyanlar bu taklit işinde ve Avrupalı yüzleri bulmakta pek zorlanmıyorlardı ama Filipinli ya da Endonezyalı filmcilerin işi biraz daha zordu. Neyse ki Endonezya da, asırlar süren İspanyol, İngiliz ve Hollanda işgali yüzünden pek çok melez yaşıyordu. “beyaz adam öne, bizim çocuklar geriye!” formülü ile pek çok film çekilip dünya pazarına sunuldu ve bazıları hatırı sayılır gişeler yaptı. Şimdi Endonezya filmlerinin pek haberimiz olmadan bizim sinemalarımıza ve video mucizesi ile evlerimize kadar girdiği o muhteşem günlere geri döneceğiz ama Endonezya film endüstrisinin erken zamanlarını da kapsayan bir yolculuk olacak bu…

Endonezya’da yapılan ilk filmler, 1900’lerin başında Hollandalıların çektiği belgesellerdir. İlk uzun metrajlı Endonezya filmi ise Lutung Casarung (Büyülenmiş Maymun, 1926)dur. Bu filmin oyuncu kadrosu o dönemde bir filmde oynamak fahişelik yapmaktan farksız sayıldığı için tamamen Hollandalılardan oluşmaktadır. Endonezya sinemasının ticarileşmesinde Çinli sinemacılar ve özellikle Wong kardeşler önemli rol oynamıştır. Hollanda/Endonezya melezi gazeteci Albert Balink ve Wong’lar arasındaki işbirliğinin sonucu olarak ilk sesli Endonezya filmi Pareh (Pirinç, 1936) ortaya çıktı ve devamı da geldi. Endonezya filmlerinin başlıca iki esin kaynağı vardı. Popüler Tiyatro ve egzotik ülkelerde geçen Hollywood müzikalleri… Bu iki etki yeni bir eğlence aracı olan çizgiromanların senaryolar için yağmalanmaya başladığı 60’ların sonuna kadar hâkimiyetini sürdürecekti.

halamancontoh02

1949 yılında Endonezya bağımsızlığını kazandı. Milliyetçi Ahmet Sukarno hükümetinin aklında ki son şey ise yerli film endüstrisinin kurulması ya da hali hazırda olanın kurtarılması idi. Sinema salonlarının teker teker kapandığı, yükselen milliyetçilik ile Çin filmleri hariç dış yapımların rağbet görmediği bir dönem yaşandı. Sukarno 1965’de General Suharto tarafından düzenlenen askeri bir darbe ile devrildi ve Suharto Endonezya için “Yeni Düzen” ilan etti. Artık batıya kucak açılmıştı ve sinema bundan en çok etkilenen alan oldu. Film piyasasını canlandırmak için yanıp tutuşan yetkiler sansürün gevşemesine izin verdiler. Bunun sonucu olarak dünya da ne kadar seks ve şiddet içeren film varsa bir anda Endonezya’ya doluşuverdi. Sinema endüstrisi hızla büyüyordu. 1969 yılında Endonezya’da yalnızca 292 sinema salonu varken 10 yıl sonra bu sayı 1500’e çıkmıştı. Yine 1969 yılında sadece 10 film çekilmesine rağmen 1977 yılında tam 134 uzun metraj yerli film çekilebilmişti. Endonezya hükümeti, film ithal edenlerin aynı zamanda yapımcı olmalarını ve ithal ettikleri her 3 film için 1 film çekmelerini şart koşan yasalar ile endüstrinin şekillenmesine büyük katkıda bulunuyordu ama niteliksel açıdan bakıldığında tamamen ticari bir yapılanma söz konusu idi. Yapılan tüm filmler nerdeyse aynıydı. Halk söylencelerinden türemiş fantastik öyküler üzerine popüler Hong Kong ve Tayvan filmlerinin dövüş sosu dökülerek elde edilmiş işler… 70’lerin sonuna doğru ise filmlerin fantastik duygusunun dozu epey kaçacak ve başka hiçbir yerde görülemeyecek gariplikte işlere imza atılacaktı. Endonezya sinemasının en önemli kahraman figürü çizgiromancı Ganes Th. Tarafından yaratılan “kör adam”dır. Endonezya’da istismar sinemasının patladığı dönemlerde pek çok kez filme alınan ve tek silahı uzun bir bambu sopa olan mistik bir dövüş sanatları kahramanı olarak işlenen bu figür bizde ki “Kara Murat” karakterinin yarattığı etkiye karşılık gelir.

https://www.otekisinema.com/wp-content/uploads/2009/03/poster4.jpgGiderek yükselen çizgiroman, dövüş sanatları filmlerindeki seks ve şiddet yetkilileri epey şaşırtmış ve %97’si Müslüman olan bir ülkenin en azından otorite kısmında infial yaratmıştı. Öyle ki Başkan Suharto, kendisinin de katıldığı bir film gösterimindeki (Suzanna, 1971) seks sahneleri yüzünden, kıpkırmızı olarak filmi durdurtmuş ve kızgınlıkla salonu boşalttırmıştı. Endonezyalı sinemacıları sansür belasından kurtulma yöntemi tıpkı bizde olduğu gibi basitti. Film sansüre seks ya da aşırı şiddet sahneleri olmaksızın kurgulanarak gönderiliyor ve onaydan geçiyordu. Aslında sinemalara da bu haliyle gönderiliyordu ama ikinci bir makine de hazır bekleyen bobinde filmin asıl iştah uyandırıcı! Sahneleri mevcuttu ve makinistler büyük bir maharetle filmi takip ederek, zamanı geldiğinde bu bobini çalıştırıyor ve anında yapılan bir kurgu ile film seks ve şiddet dolu olarak izleyicisi ile buluşuyordu. Entelektüel çevrelerden gelen tepkiler sonucunda “istismar” filmlerine karşı bir hareket oluşturuldu ve ciddi filmleri yurtdışına pazarlamak için resmi bir komite bile oluşturuldu. Fakat bu filmleri pazarlamak için tüm dünyayı gezen yetkiler dış alıcıların sadece şiddet ve seks içeren Endonezya filmlerini almak istediklerini acı bir şekilde tecrübe ettiler.

Endonezya istismar filmlerinin gösterdiği şiddet ve cinsellik bu talep doğrultusunda daha da arttı. Örneğin İlkel (The Primeval 1979) adlı filmde yerliler bir timsahı yakalayıp parçalar ve canlı canlı yerken izleriz. Timsahın canlı olduğu bellidir. Yerliler bağırsaklarını parçalarken onları ısırmak için hamle bile yapar. Başka bir sahnede ise dev bir yılan yakalanıp bir gübre çukuruna atılır ve daha sonra yerliler bu kurtlu yiyeceği afiyetle yerler!

70’lerde Endonezya istismar sinemasında popüler olan ve oldukça fazla cinsellik içeren bir başka tür ise “hapishaneye düşmüş kadın” (Women in Prison: WIP) filmleridir. Bu tür filmlerin bahanesi, Savaş sırasında seks kölesi olarak kullanılan (zalimler genelde Japon’dur) kadınların acıklı öyküsünü anlatmaktır ama aslında ticari sinemaya uygun olarak bunlar basit ve ucuz seks gösterileridir. Doğal olarak izleyicinin de tek derdi bu sert seks işkencelerini izleyebilmektir. Bu filmlerde işlenen zalim karakterler Suharto’nun devirdiği Japon destekli milliyetçi Sukarto hükümeti yüzünden de yetkililer tarafından da açık destek görmekteydi.

2531750_0Yazımızın başında da belirttiğimiz üzere Endonezya istismar filmleri ticari açıdan çok büyük potansiyel taşıyorlardı ama dünyanın geri kalanında ki izleyiciler başkahraman olarak genelde Avrupalı yüzler görmek istiyordu. Hal böyle iken Barry prima adındaki aktör bir Avrupa/Asya melezi olarak bu dönemin en aranılan oyuncusu olmuş, neredeyse uluslararası bir üne kavuşmuştur. Sisworo Gautama Putra’nın (takma adı: Sam Gardner) yönettiği, milliyetçi kahraman Jaka Sembung’un öyküsünü anlatan ve dünyada The Warrior (Savaşçı) adıyla gösterilen filmle büyük başarı kazanan aktör, Endonezya dövüş filmlerinin en bilinen yüzü haline geldi ve aynı seriye ait iki devam filmi daha çekti. Seks ve şiddet dışında bu filmlerin barındırdığı en özgün şey, içerdikleri güçlü anti-emperyalist mesajlardı ve asırlarca sömürge olarak kalmış ve ezilmiş yerli halk için bu çok güçlü bir duyguyu ifade ediyordu.

Dış alıcıların beklentilerine uyarak filmlerdeki şiddet, seks ve fantastik unsurların dozu giderek artıyor. Uçan, pelerinli Ninja kadınların Hollanda’lı sömürgecilerin kalelerini yerle bir ettiği, (The Warrior against Blind Swordsman) Timsahların karate yaptığı, (The Devil’s Sword) Bir kadının başkalaşma geçirerek dev bir yılana dönüştüğü, iç organları sallanan bir kafa olarak dolaştığı (Mystics in Bali) istismar sineması fanatikleri için bulunmaz nimet sıfatındaki filmler çekiliyordu. Taklitçi İtalyanları taklit eder bir şekilde de oyuncu ve yönetmen isimleri Avrupalılaştırılarak filmlerin ticari potansiyeli yükseltiliyordu.

Endonezya istismar sineması örnekleri 80’lerde video kulüplerin gözdesi idi ve bu dönemin en çok beğenilen hala hatırlanan gözdesi, bir intikam öyküsü olan Lady Terminator’dür. Film zalimce tecavüze uğramış bir kadının ruhuna giren kadim bir büyücünün kontrolü ele alarak bunu yapanlardan intikam alışını aşırı şiddet ve seks ile anlatır. Filmin başkahramanı ise bir AK-47’dir ve orijinal Terminator’ü kat be kat aşan bir kıyım yaşatır. Lady Terminator, Temmuz 1989’da Cakarta’da gösterime girdiğinde büyük tartışma yarattı ve dokuz gün sonra gösterimi yasaklandı. Tabi bu arada 105.000’den fazla izleyici filmi izlemişti ve film video’da tekrar patladı. Lady Terminator, aşırılığı dışında kurgusu ve son düzeltmeleri yurtdışında yapılan özenli bir işti ve fakat içerdiği seks ve şiddet neredeyse türü tamamen yasak hale getirdi. Bu açıdan çok başarılı ama sonuçları açısından felaket getiren bir iş olarak kabul edilir ve dönemin iyi para kazanan Rapi ve Parkit Films gibi şirketleri bu filmi lanetle anarlar.

lady12-tile

Endonezya’da hala dövüş sanatları, seks, korku ve şiddet içeren istismar filmleri yapılsa da geçmiş dönem örneklerine göre bunlar aşırı sentetik işlerdir ve çok azı uluslararası dağıtım şansı bulabilmektedir.

Meraklısına özel bu dosya ile öteki sinemalara çıktığımız yolculuktan umarım zevk almışsınızdır.  Yeni  B filmi izleyicileri için meraklı bir konu, eskiler içinse iyi bir hatırlatıcı olduğunu düşünüyorum. Son olarak “bu filmleri nereden bulabilirim?” diye sormazsanız çok sevinirim. Sürç-ü lisan ettiysek affola.

Kaynaklar

  • Mondo Macabro –Pete Tombs
  • Vikipedi Endonezya bölümü

 

blank

Murat Tolga Şen

Murat Tolga Şen, sinema eleştirmeni, senarist ve oyuncudur. Öteki Sinema'nın kurucusudur ve OFCS (Online Film Critics Society) üyesidir. 2012-2023 yılları arasında Medyaradar sitesinde TV sektörüne dair eleştiriler kaleme almış, 2014-2016 sezonunda Okan Bayülgen’in Dada Dandinista adlı programının yazı grubunu yönetmiştir. Ayrıca 2017-2019 yılları arasında Antalya Sinema Derneği’nin danışmanlığını yapmış ve 2014-2023 yılları arasında Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’nda oyunculuk yapmıştır. Şen, "Bir Notanın Hikayesi" adlı belgeselin senaryo yazarı ve "Bir İz - Madımak" belgeselinin danışmanıdır. Yazılarına Beyazperde ve Öteki Sinema'da devam etmektedir.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Metin Erksan’ın “Atatürk Filmi”

Metin Erksan’ın Atatürk Filmi kitabı 76 sayfalık mütevazı hacmine rağmen
blank

Hayalet Vasıta Mitleri ve Popüler Kültüre İzdüşümleri

Uyduların teker teker insanları bile gözetleyebildiği bu çağda, koca bir