Soğuk Savaş dönemi Amerikan sinemasının (hatta dizilerinin ve çizgi romanlarının) baş kötüsü rolündeydi Komünistler. Fakat 80’lerin ortalarından itibaren, yani Rusya’daki komünizmin yıkılması yaklaştıkça bu tutum biraz yumuşamaya başladı. Sylvester Stallone, Rocky IV’te kendini Gorbaçov’a ayakta alkışlatırken Arnold Schwarzennegger de ondan aşağı kalmıyor, Red Heat filminde James Belushi’yle işbirliği yapıp Gürcü asıllı uyuşturucu kaçakçılarının yakalanıp Rusya’ya iadesi için canını dişine takıyordu. Bilimkurgu türü de bu akıma kayıtsız kalmadı. Her ne kadar bu konunun bilimkurgudaki en önemli temsilcisi 1991 tarihli Star Trek VI: The Undiscovered Country (Uzay Yolu VI: Keşfedilmemiş Diyar) olsa da, 1985 tarihli Enemy Mine (Düşmanım) bu alanda kayda değer bir film olarak göze çarpıyor.
Yıl 2092. Sınırlar kalkmış, insanlık tek bir halk haline gelmiştir. Teknolojideki gelişmeler sayesinde uzaya açılmış, başka yıldız sistemlerinde koloniler kurmuştur. Fakat Drak adında bir ırkla yaşadığı anlaşmazlıklar savaşa dönüşmüştür. İşte bu savaştaki uzay çatışmalarından birinde Willis E. Davidge adlı bir pilot, ölen arkadaşının intikamını almak için Jeriba Shigan adında bir Drak’ın peşine düşer. Jeriba kolay lokma değildir. Davidge, Jeriba’nın gemisini yaralamayı başarır ama kendisi de gezegene acil iniş yapmak zorunda kalır. Artık ikisi de bu keşfedilmemiş gezegende yalnızdır. Öncelerini birbirlerini öldürmeye çalışırlar, ama zaman içerisinde hayatta kalmak için birlikte çalışmak zorunda olduklarını anlarlar. Bu şekilde başlayan yakınlıkları zaman içerisinde dostluğa dönüşür. Ancak yalnızlık, zaman içerisinde ikisinin de dengesini bozacaktır. Davidge, birbirlerine zarar vermemeleri için bir süre uzaklaşmaya karar verir. Çıktığı keşif gezisinde, gezegende yalnız olmadıklarını, yağmacılar adı verilen kanunsuzların yakınlarda kaçak bir maden işlettiğini görür. Yağmacılar, Drak’ları köle olarak kullanmaktadır. Hemen Jeriba’nın yanına dönen Davidge’i işleri iyice karıştıracak olan bir sürpriz beklemektedir: Jeriba hamiledir.
Filmin adı iki anlama geliyor. Bunlardan biri, aynı zamanda Türkçe adı olan “Düşmanım”. Diğeriyse “Düşman Maden”. Bu kelime oyunu boşuna yapılmamış, zira film pek çok şey olmaya çalışıyor ve “Düşman”la “Maden” kelimeleri burada 2 önemli unsur olarak göze çarpıyor. Film, öncelikle birbirine düşman olan iki kişiyi birbirlerinden kaçamayacakları, birbirleriyle savaşamayacakları bir ortamda mahsur bırakıyor. İki karakteri düşmanlıklarını bir kenara bırakmaya zorlarken hem Soğuk Savaş alegorisi yapıyor, hem de öğrenilmiş nefret, sevgi, uzlaşı ve olgunlaşma gibi anahtar sözcüklere sahip bir hikâye anlatıyor. Finale doğru yine aynı alt metinlere hizmet edecek olan “Maden” hikâyesiyse daha ziyade aksiyon ihtiyacını karşılamaya yönelik.
Filmdeki karakterler ve dostluk hikâyesi gayet güzel işliyor ama senaryonun kusursuz olduğu da söylenemez. Maden hikâyesi filmin gidişatını bir anda çok farklı bir yöne çekiyor ve dostluk öyküsüyle yeterince iç içe geçmemiş. Bunun sebebi, senaryonun uyarlandığı Barry Longyear hikâyesinde böyle bir şey olmayıp bunun filme sonradan, stüdyo baskısıyla eklenmiş olması. Bu sahneler filmin sadece son 20 dakikasını oluşturuyor ama finale de zarar veriyor. Örneğin Davidge’nin peşinden gezegene inen arkadaşlarının amacı meçhul. İnsanın aklına onu yargılanmak üzere geri götürecekleri geliyor ama daha ziyade yardım ediyormuş gibi görünüyorlar. Dahası, Davidge’e ne olduğu, o gezegende yaşananların, oradan kurtarılan Drak’ların savaşın gidişatını nasıl etkilediği, iki ırk arasında bir barış umudu doğurup doğurmadığı da meçhul. Yani sonuçlandırma meselesinde ciddi sıkıntılar var. Yine de film bittikten sonra aklınızda daha ziyade karakterler ve aralarındaki dostluk ilişkileri kalıyor. Bu da filmin artısı.
Sinema tarihine Das Boot gibi bir başyapıt hediye etmiş olan yönetmen Wolfgang Petersen, Hollywood’a sadece 1 yıl önce çektiği, Batı Almanya – ABD ortak yapımı Die Unendliche Geschichte (The Neverending Story / Bitmeyen Öykü) filmiyle adım atmıştı. Film, Michael Ende’nin aynı adlı meşhur romanının (kesinlikle okunmalı) sadece ilk yarısını konu alıyordu. Zaten güzel olan öykü, döneminin ilerisinde görüntü efektleri (Falcor’u ağzımız açık izlemiştik) ve başarılı oyunculukla bir araya gelerek bir klasik ortaya çıkarmıştı. Enemy Mine geldiğimizde efektlerde bir gerileme olduğunu görüyoruz. Uzaydaki sahnelerden sorumlu Industrial Light & Magic’in sadece 2 yıl önce Return of the Jedi gibi bir şaheser yarattığına inanmak zor ama filmin geliştirme sürecinde yaşanan sıkıntılar, eski yönetmen Richard Longcraine’in ayrılışından sonra tüm sahnelerin Wolfgang Petersen tarafından yeniden çekilmesi gibi şeyler yüzünden oluşan bütçe sıkıntıları bunda etken olabilir. Wolfgang Petersen’in oyuncusundan performans almayı gayet iyi bildiği bu filmde de kendini belli ediyor. Filmin bütün yükü Dennis Quaid’le Louis Gossett Jr’un omuzlarında. Quaid, klişe bir “küstah Amerikan kahraman” portresi çiziyor ama pek bir falsosu da yok. Filmin gerçek yıldızıysa Louis Gossett Jr. Uzaylı Jeriba rolünde en unutulmaz performanslarından birini veriyor.
Çıktığı dönemde gişede çakılan Enemy Mine, eleştirmenlerden de pek olumlu notlar alamamış. Fakat 17 yıl sonra yine eleştirmenlere yapılan bir başka gösterim sonucunda gelen değerlendirmeler çok daha farklı olmuş. Bu bakımdan filmin değerinin yıllandıkça arttığını söyleyebiliriz. Artık kült mertebesine erişmiş olan Enemy Mine’ın efektleri eskimiş görünebilir ama filmin anlattığı dostluk öyküsü ve karakterleri hâlâ dipdiri.