1981 doğumlu yazar Ercan Mehmet Erdem, ilk sezonunda özellikle yabancı dizi izleyicisi genç seyirciye kendini kabul ettirmeyi başaran Behzat Ç.’nin baş senaristi. Dizi ne kadar Emrah Serbes’in Her temas iz bırakır ve Son Hafriyat romanlarına dayansa da, esere kattıkları ve romandaki havayı yansıtmadaki başarısı ile çok daha fazla konuşulmayı ve takdir edilmeyi hak ediyor.
Kendisi ile hem senaristliği, hem ikinci sezonda dizinin gelişimini konuştuk. Soru seçiminde yardımcı olan friendfeed camiasına da teşekkürlerimizi sunarız.
Öncelikle röportajımıza yeni sezonda tüm Behzat Ç. ekibine başarılar dileyerek başlamak istiyorum.
Behzat Ç. özellikle yerli dizi izlemeyen, zamanının çoğunu internette geçiren genç seyirciyi vurdu. Hatta dizinin bir ara yayından kalkacağı söylentisi çıkınca sosyal medyanın gücü kullanılarak kanala baskı yapıldı. Bu kitleyi ele geçirmenizi neye bağlıyorsunuz?
Ben artık bizim dönemimizin geldiğine inanıyorum. Sadece önüne konanı değil, nitelikli olanı arayıp bulan bir kitleden bahsediyorum. Eleştirel yaklaşabilmek çok önemli diye düşünüyorum. Bize de öyle yaklaşılıyor. Evet, seviliyoruz ama en ufak bir hatamız bile fark edilebiliyor. Bu yüzden de ince işçilik yapmak zorundayız. İnternette klavye oynatan insanlarla aramızda konvansiyonel bir bağ olduğunu düşünüyorum. Sosyal medya bu kadar yaygın değilken havaya yazıyormuşsunuz hissi uyanabilirdi, şimdi ise dizi bitince insanların ne düşündüğünü öğrenebiliyoruz. Bu da yeni bir paradigma yaratıyor. Sektör yavaş yavaş bunun farkına varmaya başladı, ama yerleşmesi için biraz daha zaman gerekiyor. Zira hala reytingi iki bin kişinin evine yerleştirilen aletler belirliyor.
Emrah Serbes ve Serdar Akar konuşulurken sizin ve dizinin diğer yönetmenleri Doğan Ümit Karaca ve Zekeriya Kurtuluş’un geri planda tutulması biraz eleştiri alıyor. Bu bilinçli bir tercih mi oldu yoksa senaryo ile ilgilenmekten dolayı kendiliğinden gelişen bir durum mu?
Birinci sezonda diziyi Serdar Akar, Doğan Ümit Karaca ve Zekeriya Kurtuluş yönetti. Ama dizinin Genel Yönetmeni Serdar Akar olduğu için öyle düşünüldü sanırım. Bu sezonda ise yine Genel Yönetmenimiz Serdar Akar, ancak bu kez diziyi büyük ölçüde Doğan yönetmekte. Serdar Akar TRT’de yayınlanan Mor Menekşeler’i çekiyor. Senaryoya gelince, dizi Emrah’ın romanından uyarlandığı için senaryosunu da onun yazdığını zannetti insanlar. Emrah bu konuyla ilgili açıklama yapsa da fazla insana ulaşamadı sanırım. Biz sadece on bölümde bir birlikte yazıyoruz.
İlk sezon finali ilk bölümden bilindiğini söylemiştiniz ikinci sezon için de böyle bir temellendirme yapıldı mı?
Yapıldı. Ayrıntılarına fazla girmeyeyim burada, ama bu sezonun sonu da şimdiden belli.
Emrah Serbes ile okul zamanı bir gecekonduda yaşadığınız ve Hayalet’in hikayesinin buradan izler taşıdığını okudum. Gerçeklik payı nedir?
Ulucanlar caddesinde gecekondulara bakan 1+1 bir evde yaşadık. Hayalet’in hikayesi buradan izler taşır elbette, ama oradaki mesele Dikmen’deki direnişten gelir. Bizim anılarımızla onların direnişi Hayalet’in hikayesinde buluşuyor diyebiliriz.
Festus Okey, Hrant Dink cinayetleri gibi yakın dönem lekelerimize göndermelerle dolu bölümler izledik. Geri dönüşler nasıl oldu? Bıçak sırtı konuları işlemeye devam edecek misiniz?
Olumlu geri dönüşler oldu. Romanın ruhu dizide devam edecekse bu tür konuların işlenmesi gerekiyor. Bu sezon da bu tür mevzulara girmeye devam edeceğiz. Her bölümde ufak da olsa politik göndermelerimiz oluyor, ama ara sıra yaptığımız özel bölümlerde konunun altını kalınca çiziyoruz. Kırk dört ve kırk sekizinci bölümlerde de kalın çizikler var.
Sosyal Medyada takip ettiğim kadar diziyi gerçekçi bulduğu için çok seven, bir de polisi yücelttiğini söyleyerek yeren bir kitle mevcut. Tabii ülkemizde bir şey çok sevildi mi mutlaka kötüleyen bir kesim de çıkıyor. Emrah Serbes son açıklamasında baya sinirli bir tonda cevap verdi. Size gelen bu eleştirileri takip ediyor musunuz ve düşünceleriniz nedir?
Takip ediyorum. Diziyi senaryo anlamında gerçekçi kılmak benim önceliklerimden biriydi. Senaryonun üslubuna uygun çok iyi bir cast yapıldı. Serdar Akar bir gün bana ‘sen Shakespeare’den daha şanslı bir yazarsın, yazdıklarını bu adamlar oynuyor,’ dedi. Çok da haklı.
Polis şiddetini yüceltme meselesine gelince, ben böyle düşünmüyorum. Bizim derdimiz süper kahraman yaratıp onu ya da mesleğini yüceltmek değil. Onu olduğu gibi aktarabilmek. Bize polislerden de tepki geliyor ve bu tepkiler çoğu zaman ‘bizi de çok yücelttiniz kardeşim,’ diye gelmiyor. Mutlak iyi ile mutlak kötülerin hikayesi yok bu dizide.
Ankara’da çok önemli bir oyuncu potansiyeli var ancak iş olmadığı için genellikle İstanbul’a geliyorlar. Behzat Ç. bu yönden bir ateş yaktı, sizce devamı gelir mi yoksa İstanbul’un egemenliğini kırmak zor mu görünüyor?
Ankara özel bir yer benim için. İstanbul’un egemenliği kırılır mı bilmem ama İstanbul’a gelmeden önce Ankara’da bir süre takılmanın faydalı olacağına inanıyorum.
Ankara’dan çıkmış Pilli Bebek grubunun dizide kullanılması kimin düşüncesi idi? Dizi bir yönden de grubu tekrar gün yüzüne çıkarıp özellikle genç Türk Rock dinleyicisine sevdirdi. Senaryoyu yazarken dinliyor musunuz grubu?
Pilli Bebek grubuyla çalışmak -benim bildiğim- Serdar Akar’ın fikriydi. Bir gün ofiste oturuyorduk, şunu bir dinle dedi, Pilli Bebek’in Rahat adlı parçasını açtı. Sanki bu iş için bestelenmiş gibi, dedi. Ben de dinlediğimde aynı şeyi hissettim. Daha sonra parça bizim jenerik müziğimiz oldu ve dizinin müziklerini Pilli Bebek yapmaya başladı. Bence çok iyi bir iş çıkarıyorlar.
Merak edilen bir konu da sinema filminin dizide hangi zamana denk geldiği. Bu konuda bir ipucunuz var mı?
Bağımsız düşünülmesi gerekir. Film, dizide geçen zamanın neresine tekabül ediyor, ben de bilmiyorum. Pek de düşünmedim açıkçası, zira ben kaldığım yerden, araya film girmemiş gibi devam ettim.
Geçenlerde dizide güvenlikçilere edilen bir laftan dolayı bir güvenlikçinin Erdal Beşikçioğlu’na dava açtığı haberi yayıldı. Hala gerçek ile kurguyu ayıramayan bir seyirci kitlesine iş yapıyorsunuz, bu gibi durumlar bıkkınlık yaratıp kendinizi frenlemenize neden oluyor mu?
Kurmacanın gerçeğe yaklaşması için çaba sarf ediyoruz. Ama burada bir ayrım var. Kurmaca olan, zihinlerde gerçeği temsil etmeye başlarsa orada düşünsel bir sakatlıktan bahsediyoruz demektir. Açılan davalar aslında Behzat Ç. karakterine açılıyor. Kurmaca bir karakteri gerçek bir mahkemede yargılayamazsınız, diyeceğim ama onu da yapacaklar bu gidişle. Ayrıca bu laf 16.bölümdeydi, aradan 25 bölüm geçti, bir sene oldu, hala gündeme gelmesi bana tuhaf geliyor.
Peki polislerden gelen tepkiler nasıl? Behzat ve ekibi ne kadar temiz olsalar da gerek üstleri gerekse çalıştıkları diğer ekiplerde hep çürük elmalar var. Bu durum bir rahatsızlık yarattı mı?
Behzat Ç. ve ekibi de temiz değil aslında. Sistemin parçası olan insanlar, hele ki sistemin devamı için maaş alıyorsa sistemden bağımsız tertemiz varlıklar olarak kabul edilemezler. Behzat Ç. gibi biri sisteme karşı olabilir, ama her eyleminde onu yeniden inşa eder. Bizim hikayemiz bu çelişkiden çıkıyor. Bir yandan bir insanı katil yapan sisteme kızıp diğer yandan katili ‘adalet’e teslim eden, böylece toplumsal vicdanı onaran ama bireysel olarak vicdanı yaralanan bir insanın dramıdır Behzat Ç. Ayrıca hiçbir zaman kendine dair sağlıklı çözümlemeleri olan biri değildir. Geçen sene bir bölümde şöyle bir şey diyordu: “Hep parçalamak istedim, bir şeyleri yıkmak, ama yerine ne koyacağımı bilemedim.” Bu bir arada kalmışlık hikayesidir bence. Kot taşlama işçilerinin hikayesini hatırlarsanız dediklerimi somutlaştırabilirsiniz; bilhassa finalde oğlu silikozis hastası olan babanın Behzat Ç.’ye attığı tiradı…
Yabancı polisiye dizilere bakarsak sezonlar boyunca yakalanamayan çok zeki bir seri katil ve onu yakalamaya and içmiş bir baş karakter mevcuttur. Behzat Ç.’de bu rolü geçen sezon Ercüment doldursa da zekasından çok parası ve çevresi ile kurtuluyordu cinayetlerden. Bu sezon Ercüment’in “yokluğunda” yeni bir “Ankara Canavarı” bekliyor mu bizi?
İnsanları öldürüp parmağını kesen bir katil var bu sezon. Geçen sezon seri katilin Ercüment Çözer olduğunu biliyorduk, bu sene cinayetleri işleyenin kim olduğunu bilmiyoruz. Farklı bir kurgu anlayışıyla devam ediyoruz.
Senaristliğin, özellikle dizi senaristliğinin iyi ve kötü yönleri nelerdir? Sinemaya geçecek olsanız yine bir polisiye mi düşünürsünüz, yoksa korku filmi gibi farklı tür sineması senaryoları da görebilir miyiz sizden?
Nitelikli metinler yazmak isterseniz bunun yeri dizi piyasası değildir elbette. Ama bazen denk gelir, yazdığınız senaryodan keyif alırsınız. Behzat Ç. benim için böyle bir iş. Televizyonun bilindik klişelerini uygulayarak, mevzuları basite indirgeyerek yazmak zorunda olmadığım bir proje. Bu yüzden keyif alıyorum. Kendi açımdan roman ya da sinema senaryosu yazmak için gereken süreyi satın almaya çalışıyorum. Kötü yanları ise eskisi kadar okuyamamak, haftada doksan sayfa yazma zorunluluğundan dolayı birçok şeyi ertelemek diyebilirim.
Behzat Ç. gerçekten benzersiz bir edebiyat uyarlaması oldu. Başka birinin eserini senaryolaştırmanın zorluklarını aşmış görünüyorsunuz. Peki hayalinizde yerli ya da yabancı başka bir kitabı sinemaya uyarlamak var mı?
Soruyu okuyunca aklıma Ursula K.Le Guin’in Mülksüzler adlı romanı geldi, sonra gitti. Biraz düşününce de bir Paul Auster romanı uyarlamak isterdim herhalde, belki Brooklyn Çılgınlıkları. Yerli olarak da Sabahattin Ali’den ‘Kürk Mantolu Madonna’yı uyarlamak isterdim.
Bir senaryoyu yaklaşık 5 günde yazdığınızı söylemişsiniz. Bu durum yaratıcı ve yetenekli olmanın dışında bir çaba gerektirir sanıyorum. Nasıl bir üretim süreci bu? Biraz bize yazarken nasıl bir ortamdan beslendiğinizi anlatır mısınız. Örneğin sessizliği mi seversiniz yoksa müzik mi açarsınız? Alkol-sigara tüketimi artar mı gibi? Belki senarist olmayı kafasına koyan gençlere bir yol gösterir.
Senaryo beş altı günde yazılmak zorunda, diğer dizilerde de bu böyle. Yazım ekibimde Birol Tezcan var, yetiştirmek için gece gündüz çalışıyoruz. Tabii bu iş için insanın evde yaşamaya şerbetli olması gerekiyor. Yazarken fonda çalan müzik her zaman iyidir, ama ne olduğu çok önemli. Ben genelde Joan Baez, Bandista, Jehan Barbur ve Ankaralı Turgut dinliyorum. Yazarken içki içmem. Bölümü bitirdikten sonra içerim, yaklaşık yirmi iki saat sürer. Sigara kullanırım. Bırakan arkadaşlar var, memnunlar, yazmaya devam ediyorlar.
İnternette takip ettiğiniz bloglar, siteler var mı?
Facebook, twitter, haberfabrikasi.org, bianet.org, afilifilintalar.com, sözlükler, fizy.com, gazeteler, vs. Çok bilinmedik şeyler değil.
Bizi kırmayıp bu yoğunlukta röportaj teklifimizi geri çevirmediğiniz için teşekkürler. Öteki Sinema okuyucularına son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Teşekkürler, iyi çalışmalar…