‘Zerre’ Uluslararası Moskova Film Festivali’nde ‘En iyi film’, Jale Arıkan da ‘En iyi kadın oyuncu’ seçildi. Hiç şaşırmadım. Olması gereken buydu zaten ama ödüller yine eksik dağıtılmış. Erdem Tepegöz’de “en iyi yönetmen” ödülünü alıp evine götürmeliydi.
Öteki Sinema için yazan: Murat Tolga Şen
Son birkaç yıldan beri, ilk filmini çeken yönetmenlerin festivallerde boy göstermesine alışığım. Başlarda büyük sevinçle karşıladığım bu durum artık benim için bir miktar sıkıntı yaratıyor çünkü sinema sadece hevesle yapılabilecek türden bir sanat formu değil. Öyle anlar geliyor ki, festival salonunu kazsınlar, beni de gömsünler oraya diye düşünüyorum. Hele de bu gençlerin bol kepçeden ödüllendirilmeleri meseleyi iyice çıkmaza götürüyor çünkü daha ilk filmiyle memleketin en büyük festivalinde ödülü kapanın elinden yıllarca çekeceğiz demektir!
Yine de bazen, yine nasıl bir “iç dünyamda neler var da, saçamıyorum” tuhaflığı izleyeceğiz diye salona girip, nefesimin kesildiği oluyor. Film izlemekten de bu yüzden vazgeçemiyorum!
Zerre’nin yönetmeni Erdem Tepegöz’le, filmini izlemeden önce tanıştım 49. Altın Portakal’da… Aslında bu tür tanışmalardan çekinirim çünkü beğenimi arkadaşlığa ipoteklemek istemem. Neyse ki Zerre harika bir film ve her yerde söylediğim/yazdığım gibi “Yılın en iyisi” idi. Türk sinemasında böyle bir ilk yönetmenlik başarısı nadiren görülür. Derviş Zaim ve Tabutta Rövaşata örneğindeki gibi bir başarı…
Erdem’i tanıdıkça kadimlere ağzıyla kuş tutsa yaranamayacak bir genç sinemacı olduğunu da anlamıştım. Öncelikle biçimsel olarak tapınacakları bir sinema yapmıyordu. Birbirine eklenmiş upuzun planlar yoktu onun filminde… Sırtını minimalizme dayayıp oradan ekmek yemek yiyebilirdi pekala…
Filmin afişinde Tuncel Kurtiz’in “Yılmaz Güney Zerre’yi izlese çok severdi” sözü yer alıyor. Buna ben de bir ekleme yapabilirim. Yılmaz Güney izlese hem çok sever, hem de bu kadar sahipsiz bırakmazdı. Erdem Tepegöz ve filminin seçkin sanat çevrelerinde görmezden gelinmeye çalışıldığı gibi bir izlenime kapıldım, neyse ki film çok iyi de o engellemeler bir şekilde aşılıyor. Bu duygusal barajın sebebi sanırım Zerre’nin hikayesinin festival seçicilerine/jürilerine yaranacak kadar politik ötekileştirme içermemesi… Jale Arıkan’ın oynadığı (oynamadığı yaşadığı) karakter eski bir solcu militan olsa, hapisten çıksa vs. Böyle küçücük senaryo eklemeleri ile muktedirlerin gözünde çok daha muteber bir film çekebilirdi Erdem Tepegöz ama onun derdi bu değildi. Onun derdi kendi sinemasını yapmak… Ben bunu Zerre’yi izlediğim ilk 1o dakikada anladım.
Öyle olunca da havalara atıp, pamuklara sarmamız gereken bir yönetmenken daha mütevazı tebriklerle yetinmek zorunda kaldı. İstanbul Film Festivali’nde yarışma bölümüne giremedi örneğin. Film iyiydi, bazen hakkı yense de bahanesiz kalınan durumlarda o hak teslim edildi. Ama ne zaman “kulübe üye olanların” filmleriyle karşılaşsa kaybetti. Dürüstçe yazıyorum; Zerre, Tepenin Ardında’dan daha iyi bir film.
En büyük üzüntümü, bu ülkenin en tanınmış kadın sinema yazarlarından birisinin Zerre kritiğini okuduğumda yaşamıştım. Bir yönetmen sineması örneğinin yorumlandığı koca kritik yazısında yönetmenin adı bir cümleyle geçiştirilmişti. Ne zaman böyle kasıtlı bir durumla karşılaşsam aklıma hep Yavuz Turgul’un Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni filmi gelir.
-Herkes bir şeyleri aşmanın peşinde… Ama kimi kıvırıyor kimi kıvıramıyor.
– Ama kıvıramayan başkalarının yaptıkları göklere çıkarılıyor, alkışlanıyor, el veriliyor! O el bana niye uzanmadı?
-Sen dışarıdasın…
Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni filminin başkarakteri Haşmet Asilkan’ın aksine Erdem Tepegöz film çekme olayını müthiş bir şekilde ‘kıvırıyor’ ama dışarıda bırakılmaya devam ediyor. Ben yeni filmleri ile o duvarların hepsini yerle bir edeceğinden eminim.
Elimizde yüreklendirmemiz gereken harika bir genç sinemacı var. Kafayı biraz Nuri Bilge Ceylan’dan, Zeki Demirkubuzdan kaldırıp, “bu çocuk ne yapıyor?” diye bakmak gerek. Onca festivale, vizyon bolluğuna rağmen her zaman olan bir şey değil bu…