Erotizmin Direnişi ve Skandalların Zamanı: Pinku İlk Dalga

24 Nisan 2015

Japon erotik sinemasını tür olarak genel anlamda özetleyen ilk yazıdan sonra daha çok filmlere odaklanan bir yazı ele almamak ayıp olurdu. Bu yazıda türün tarihsel gelişimine devam ederken önemli filmleriyle Pinku’nun İlk Dalga’sını bir anlamda skandalların zamanını ele alıyoruz.

Öteki Sinema için yazan: Merve Çay

Pinku için kabul edilen kelime “Softcore” ama baktığımızda pek de “soft” diyemeyiz filmlere. Tecavüz, sadizm, sadomazoşizm gibi temalar oldukça yaygın. Fakat ele aldığımız dönem 1960 ve 1970 arası zaman yani İlk Dalga yönetmenlerinin dönemi ise türün cinsellik odaklı filmlerinden çok daha farklı bir alana giriyoruz. Pinku’nun ilk dönemi sayabileceğimiz bu dönem, Japonya’nın politik ve sosyal ortamının yansımalarını görebildiğimiz eserlere sahip.

Zaten 1955’ten itibaren Japon Sineması’na genel olarak baktığımızda mevcut duruma eleştirinin ve isyanın oldukça önemli bir yer ettiğini görüyoruz. Nükleer silah kullanımı ve savaş eleştirilerinin başlangıcı sayabileceğimiz ilk Kaiju filmi Godzilla’nın çekildiği tarihler de bu zamana geliyor. Bu dönem, Amerikan yönetimi altından çıkmış bir Japonya var karşımızda.

Bir anlamda daha özgür olunan bu ortama rağmen dönemin Japon halkının Pinku filmlerine bakışının oldukça farklı olduğunu söylemek gerek çünkü ilk başlarda Pinku için kolay zamanlar geçmemiş. Day-Dream’in yönetmeni Takechi’nin dördüncü filmi olan Black Snow (1965), Market of Flesh gibi döneminde oldukça büyük bir skandal yaratmış.

Black Snow

Black Snow filminde Amerikalı bir askeri öldüren ve şiddet sayesinde tahrik olan bir Japon genci görüyoruz. Japon sinema tarihinin ilk müstehcenlik davası da bu filme açılıyor. Yönetmen sonunda kazandığı davada ifade verirken “Filmde çıplaklık olduğunu kabul ediyorum fakat o sahnelerdeki çıplaklık Japon insanının Amerikan istilası karşısında ne kadar savunmasız olduğunu sembolize etmektedir” diyerek eleştirmenlerin Pinku incelemelerini de oldukça Freudyen bir yöne çekiyor.

Pinku miladı sayılan Market of Flesh’in çıkış tarihi olan 1962’den 1971’e kadar sürede sinemalarda vizyona girmiş pinku filmleri demin bahsettiğim gibi “İlk Dalga” olarak geçiyor. “İlk Dalga’nın Kahramanları” olarak geçen yönetmenlerse Hiroshi Mukai, Kinya Ogawa ve Shinya Yamamoto. Yine de pinku filmlerinin 50 yıllık geçmişine bakıldığında yıldız olarak nitelenen kişi bu döneme adını altın harflerle yazdıran Koji Wakamatsu’dan başkası değil. Japon sinemasında tam olarak belli bir yere konamayan yönetmen seks, şiddet ve politikayı birleştiren filmleriyle dönemin hem seksüel hem de politik açıdan hayal kırıklığına uğramış gençliğini oldukça etkiliyor. Yönetmen, Ecstasy of the Angels, Violated Angels, Go Go Second Time Virgin gibi sosyal ve politik derinliğe sahip pek çok filmiyle de uluslararası ün kazanıyor.

blank

Yönetmenin 1965 yılında Berlin Film Festivali’nde gösterilen filmi Kabe no Naka no Himegoto (Secrets Behind the Walls) Japonya’da Black Snow’la aynı yıl başka bir skandala imza atıyor. Japon medyası ve halk filmin Japonya için yüzkarası olduğunu söylüyor ve filmin bir şekilde festivalden çekilmesine çalışıyor. Yaşanan bu skandallar ilgiyi Pinku’nun üzerine topluyor tabii ki ve Pinku filmlerinde bir patlamaya sebep oluyor. Black Snow’un yönetmeni olaylardan bir süre sonra Kabuki yönetmenliğine dönse de Wakamatsu Pinku filmler çekmeye devam ediyor ve tür için oldukça önemli olan Taiji ga Mitsuryo Suru Toki (The Embryo Hunts In Secret) ile Okasareta Byakui (Women In White) gibi filmlerle yoluna devam ediyor.

Wakamatsu’nun filmleri 60’ların Japon avangardının bir kısmını oluşturuyor ayrıca Japon Nouvelle Vogue Sineması (Yeni Dalga) ile de benzerliklere sahip. Japon sinemasının, Fransız Yeni Dalga’dan etkilense de kendi tarzını ortaya koyarak isim yapan yönetmenleri Yoshida Yoshishige, Imamura Shoei ve Ai no Korrida ile Ai no Borrei gibi filmleriyle Cannes Film Festivali’nden ödülle dönmüş Oshima Nagisa gibi Wakamatsu’nun filmleri de politik anlamda devrimci ve Japon toplumunun baskıcı yapısını eleştiriyor. 1968’den sonra Wakamatsu’nun filmleri daha da politikleşiyor. Bunun bir nedeni de senaryo yazarı Adachi Masao’nun giderek aşırı sola kayması. Adachi daha sonra Japon Kızıl Ordusu’na katılarak ülkeyi terkediyor. Tabii dönemin Pinku yönetmenlerinin çoğu Wakamatsu ve Adachi kadar radikal değil ama çoğu 60’ların bu karışık sosyal ve politik ortamını filmlerine taşımış.

Wakamatsu’nun filmlerinden bazılarına daha detaylı bakmak istersek ilk olarak ele alabileceğimiz film 1964 yapımı Chronicle of an Affair olabilir. Japon Yeni Dalga’sının önemli filmlerinden sayılan Shohei Imamura’nın Insect Woman (1963) hikayesine benzer fakat daha şiddetli bir biçimde ilerleyen bir senaryo görüyoruz filmde.

Hikaye, genç bir çiftçinin kızı olan Kayo ve baskıcı ufak kasabasından şehre yani Tokyo’ya gidişi ile ilgili. Kasabasında 3 kişinin tecavüzüne uğrayıp karların içinde çırılçıplak bırakılmasının ardından Kayo’nun yakuzaların işlettiği bir genelevde çalışmaya başlamasıyla devam ediyor film. Seks endüstrisinde çalışmaktan ancak bir tekstil fabrikasında iş bularak ayrılabilen Kayo, kurtuluşu yaşlı ve zengin bir sevgili edinerek bulsa da toplumsal ilerleyişi bir cinayetin şüphelisi olarak polis merkezinde son buluyor. Bir anlamda Japonya’daki ataerkil iktidarı, Kayo’nun yaşadıkları ile eleştiriyor yönetmen. Ayrıca tür içinde büyük şehre göçen kadınların ataerkil güçler ve kapitalizm ile daha da zorlaşan hayatlarının pek çok yönetmence tekrar edilecek kalıbını da oluşturuyor.

blankİkinci olarak yönetmenin Go Go Second Time Virgin isimli filmini ele alabiliriz. Wakamatsu’nun film şirketinin bulunduğu apartmanda 4 günde çekilen film ölümün, seksin ve kültürel anarşinin bir karışımını içeriyor. Poppo ismindeki genç kıza bir grup tarafından tecavüz edilmesiyle başlayan film bu sahneyi hiçbir şey yapmadan izleyen Tsukio ile Poppo’nun birbirleriyle flashbacklerle gelen geçmişlerini paylaşmalarıyla devam ediyor. Poppo, Tsukio’dan sürekli kendisini öldürmesini istiyor fakat Tsukio benzer bir geçmişe sahip olduğundan Poppo’ya karşı giderek aciz kalan duruşuyla bunu kabul edemiyor. Aynı grubun başka bir gece Poppo’ya tekrar tecavüz etmesi sırasında Tsukio’nun tek tek gruptaki herkesi öldürmesiyle devam ediyor film. Ölüm ve seksin kişiliklere bürünmüş felsefi temelde bir yansımasını sunuyor yönetmen. Eleştirmenlere göre bir yandan da hükümetin sansür yasalarına karşı politik bir duruş sergileyen yönetmen sunduğu anarşide insanı cezbeden bir yan oluşturmak yerine izleyicilerin içinde bulundukları durumu sorgulamaya başlamalarını istiyor. Özellikle bir sahnede Poppo, bir karaktere değil kameraya yani seyirciye dönüp söyledikleriyle yönetmenin Pinku türünün kalıplaşan yapısının ve filmleri izleyen Japon erkeklerinin kadınları ve kadın bedenini nasıl gördüğünü açık açık eleştirdiğini bize gösteriyor.

“Anneme bir çete tecavüz etti ve sonrasında beni doğurdu. İkimize de tecavüz edilirken döktüğümüz gözyaşları kadınların gözyaşları mı? Ne gözyaşından bahsediyorsunuz? Ne üzüntüsü? Ben kadın değilim. Ben hiç üzgün bile değilim. Ben ağlamam. Ben hiçbir zaman üzülmem.  Ben… Ben hiç mi hiç üzgün değilim… Cehenneme kadar yolunuz var! Siktirin gidin!”

Filmin sonunda benzer geçmişleri, yaşadıkları hayatın çıkışsızlığı ile iki genç kurtuluşu kendilerini çatıdan aşağıya atarak buluyor. Filmin son sahneleri ise ülkemizde de Türkçe’ye çevrilmiş Lone Wolf and Cub mangasından şiddet sahneleri ve Roman Polanski’nin eşinin Masonlar tarafından öldürülmesinin haberleriyle sona eriyor.

Wakamatsu çoğu filminde olduğu gibi bu filmiyle de bize; stilize kamera açıları, avangart sahneler ve oldukça iyi müzikler sunuyor.

İlk Bölüm: Japon Erotik Sineması: Pinku Eiga

blank

Misafir Koltuğu

Öteki Sinema ekibine henüz katılmamış ya da başka sitelerde yazan dostlarımız her fırsatta harika yazılarla sitemize destek veriyor. Size de okuması ve paylaşması kalıyor...

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Sinemada Gökyüzü Şehirleri ve Saldırgan Yapılar

Geleceğe pembe gözlüklerini çıkarıp bakan bilimkurgu filmlerinde gökyüzü şehirleri, uygarlığın
blank

Üçüncü Sinemada Devrimci Kimliğin Sunumu ve Türk Sinemasından Örnekler

Arkadaş filminde, “burjuva dönüştürücüsü” ve “halk aydını kimliklerine” Yılmaz Güney