Şekerpare filmini anlattığım yazımda Ertem Eğilmez’in hep iyi-kötü çelişkisinden yola çıktığını yazmıştım. Önce kötülerin karşısına mahalleyi/aileyi insancıl değerleri koyar ve insancıl değerlerle donanmış, işbirliği içindeki mahalle/aile kötüleri yener. Yener ama iyilerin zaferi de insancıldır. Bu yengiyi bir diz çöktürme ayinine dönüştürmez. Kapitalist gelişme süreci içine giren ülkede kaybolmaya yüz tutmuş insancıl değerler, geleneksel aile ve mahalle ortamı gibi özlemi çekilen şeyleri sunar insanlara. Daha sonra Eğilmez’in filmlerindeki toplumun iyiliğine olan inanç akamete uğrar sanki. Karamsar toplum algısının başını göstermeye başladığı yer 1974 yılında çevrilen Salak Milyoner ve Köyden İndim Şehire filmleridir. Erkek Güzeli Sefil Bilo’da (1979) Maho’nun karşısına çıkan “iyi” yalnızca tek kişidir. Finalde Bilo Maho’yu yener ama hapse girer. Banker Bilo (1980) ve Namuslu (1984) filmleri ise yazımızın asıl konusunu oluşturan bir başka aşamaya karşılık gelir: İyi olan toplumda azınlığa düşmekle kalmamakta ve artık iyiliğini de muhafaza edememekte ve sonuçta intikamını alsa da kötüye dönüşerek bir nevi eriyip yok olmaktadır. Dilerseniz Banker Bilo (1980) ve Namuslu (1984) filmlerine göz atalım ve bunlarla ilgili saptamalarımızı sıralayalım.
[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]
Banker Bilo (1980)
Ertem Eğilmez’in klasik devresinin kapanış filmidir. Bu filmi Hababam Sınıfı Güle Güle (1981) ve bunu da sinemaya verilen 3 yıllık ara takip edecektir. Filmin yapımcısı her zaman olduğu gibi Nahit Ataman’dır. Senaryoyu Sadık Şendil ve Yavuz Turgul yazmıştır.
Bilo (İlyas Salman) ve Mahmut, nam-ı diğer Maho (Şener Şen) köyde yaşayan iki yakın arkadaştır. Maho Almanya’ya işçi olarak gideceğini söyleyip ortadan kaybolur ve yıllar sonra 1975 model turuncu bir Citroen ve kafasında tüylü bir Alman şapkası ile geri döner. Almanya artık işçi almayı bırakmıştır ama Maho para karşılığında herkesi Almanya’ya işçi olarak götürmeyi vadeder. Aslında bu, o yıllarda çok rastlanan bir dolandırıcılık tarzıdır. Senaryonun yazılmasına ilham veren de böyle bir dolandırıcılık vakasını konu edinen bir gazete haberidir.(1)
Maho yüklüce para aldığı ve içinde Bilo’nun da bulunduğu zavallıları türlü şaklabanlıklar ile Bulgar ve Alman sınırından geçirdikten(!) sonra İstanbul’un dış mahallelerinden birine bırakır. Arkadaşı İbrahim (Nizam Ergüden) ile birlikte aynı fabrikada çalışmayı umarak kilometrelerce yol yürüyen Bilo “Münih’e az kaldı gibi bir his var içimde” dediği bir anda karşıda Boğaz Köprüsü’nü ve camileri görür. Gene de ayılmayan Bilo en sonunda dolandırıldığını anlar. Bu arada arkadaşı İbrahim’i de kaybeder. İnşaat ameleliği, kaçak sigara satışı, manavlık gibi işlerle karnını doyurmaya çalışırken işçinin üç kuruşluk emeği üzerinden komisyon alan dayıbaşıları, rüşvetçi zabıtaları tanır.
Günün birinde dolandırıcı arkadaşı Maho’ya rastlar. Maho’dan hesap sormak istese de Maho onu kandırmayı başarır. “Sor bir hele niye yaptım”dır, dolandırılan Bilo olsa da Maho hep mağdurdur! Bilo’nun gönlünü alan Maho onu karaborsacılık yaptığı toptancı deposunun başına geçirir, tüm kanuni sorumlulukları ona yükler. Pek çok ürünün karaborsaya düştüğü kriz ortamında Maho istifçilik yapmaktadır. Maliye depoyu basıp istiflenen yağları bulunca Maho işin içinde sıyrılacak ve kanuni muhatap olan Bilo onun yerine hapse girecektir. Üstüne üstlük Maho hapse giren Bilo’ya vadettiği gibi içeride ona bakmayacak ve hatta onu bir kere olsun ziyaret etmeyecektir. Hapisten çıkınca arkadaşı İbrahim’in kalantor bir sigara tüccarı haline geldiğini görür. Ondan yavuklusu Zeyno’nun (Meral Zeren) ailesinin İstanbul’da olduğunu öğrenir. Zeyno’nun babasının çalıştığı şirkette, tabi ki ona avanta vererek çalışmak ister. Şu tesadüfe bakin ki şirket, Bilo’nun hapiste yattığı yıllarda semirdikçe semiren Maho’nundur. Maho ile karşılaşınca gene hesap sormak istese de gene onun tarafından kandırılır. Maho’nun oturduğu apartmana kapıcı olmaya razı olur. Maho’nun evine temizliğe giden Zeyno, Maho’nun metresi olmuştur ve dikkat çekmemesi için Bilo ile nişanlanır. Bilo, Maho ile Zeyno’yu kendi evinde sevişirken yakalar. Maho malum yöntemlerle Bilo’nun gönlünü alır. Bilo’yu şirketinde kendisine yardımcı yapar ve bir meşrubat şirketi işini bağlamak için yurtdışına çıkarken ona genel vekaletname verir. Bilo’nun dürüstlüğünden zerrece kuşkusu yoktur. Yurtdışından döndüğünde ise acı gerçeği öğrenir: Bilo genel vekaletnameyi kullanarak Maho’nun tüm mal varlığına el koymuş hatta karısını (Ahu Tuğba) elinden alarak intikamını almıştır.
Banker Bilo, 1979 tarihli Erkek Güzeli Sefil Bilo’nun mantıksal devam filmidir ama her yönden onu aştığı kesindir. Şener Şen’in ve İlyas Salman’ın Sefil Bilo’dan sonra bu filmde iyice yerine oturan oyunculukları ile 1983 yılında çevrilecek olacak Şekerpare’ye kadar olan olan en iyi performanslarını sergiledikleri kesindir. Atıf Yılmaz’ın çevirdiği Dolap Beygiri (1982) ve Şekerpare (1983) Maho-Bilo diyalektiğinin izinden yürüyen çok başarılı filmler olarak sinemamızdaki yerini alacaktır.
[/box]
[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]
Namuslu (1984)
1981 yılında Hababam Sınıfı Güle Güle’yi çektikten sonra sinemaya bir süre ara veren Ertem Eğilmez’in dönüş filmidir. Yapımcılar Ferit Turgut ve Kadir Turgut’tur (Uzman Film). Yardımcı yönetmen olan Başar Sabuncu senaryoyu da yazmıştır. Sabuncu’nun bir yıl sonra çekeceği Çıplak Vatandaş (1985), Namuslu’nun mütememmim cüzü (ayrılmaz parçası) olarak kabul edilip izlenmelidir.
Devir Özal devridir. Eski-yeni Türkiye’ye yeni adım atılmıştır. 12 Eylül’ün ardından ülkemiz çok şükür “güven ortamına” kavuşmuştur, Özal ile nurlu ufuklara doğru koşmaktadır. Başarı, verimlilik, hür teşebbüs yeni yükselen değerlerdir. Ali Rıza (Şener Şen), Aziz Nesin ve Muzaffer İzgü hikayelerinde sıkça rastladığımız dar gelirli memurlardan biridir. Bir şirkette mutemettir. Dürüstlüğünden ötürü bir türlü iki yakası bir araya gelmemekte ve ömrünü rutubetli bir bodrum katı dairesinde kendisini hor gören eşi (Ayşen Gruda), kendisinden nefret eden kayınvalidesi (Adile Naşit) ve sevip saymayan oğlu ile birlikte mutsuz bir biçimde geçirmektedir. İş yerinde, kapıcısından genel müdürüne herkes yolunu bir şekilde bulmaktadır ama Ali Rıza dürüstlüğünden ödün vermemektedir.
İş arkadaşlarından Ergün (Necati Bilgiç) rüşvet yer. Remzi (Metin Çeliker) el altından çay ocağına ortaktır ve avantasını buradan doğrultur. Müdür Necati Bey (Zihni Küçümen) Remzi’nin aldığı avantadan kendi payını alır. Genel Müdür (Egün Uçucu), şirketin ihalelerini alan müteahhitlerden komisyon alır. İş yeri böyleyken Ali Rıza’nın etrafındaki diğer insanlar da farklı değildir. Kapıcı bahşiş almadan iş yapmaz. Ali Rıza’nın kayınbiraderi Mustafa (Erdal Özyağcılar) nalbur çıraklığından, açıkgözlülüğü sayesinde kendi nalbur dükkanına sahip olmaya kadar yükselmiştir. Velhasıl herkes bir yolunu bulup zengin olurken Ali Rıza’ya düşen ise borçlu olduğu kasap, manav ve bakkalın önünden başını önüne eğerek geçmektir.
Günün birinde Ali Rıza, yüklüce bir parayı bankadan alıp iş yerine getirirken soyulur. Ali Rıza’nın mutsuz hayatını kabusa çevirecek gelişmeler de bu olaydan sonra yaşanır.
Şirketteki kimse soygun olayına inanmaz. Herkes Ali Rıza’nın paraları kendisinin çaldığı konusunda hemfikirdir. Ama herkes Ali Rıza’nın iç ettiği düşünülen paradan kendi payını alma hesabındadır. Hırsızlık meselesi kapatılıp çalınan para şirketin yedek akçesinden karşılanır. İş yerindekiler böyle düşünmektedir de evdekiler, mahalledekiler farklı mıdır? Herkes aynı şeyi düşünmektedir ve ganimetten pay kapabilmek için elinden geleni yapar.
Eskiden pısırık, beceriksiz ve sümsük olarak tanınan Ali Rıza bir anda kıymete biner. Mahalleli onu domates kasalarından zafer takı kurarak törenle karşılar. İş yerindekiler kirli kazançlarından ona pay verir. Bakkal, kasap ve manav veresiye mal verme yarışına girer. Ev sahibi kendi dairesini ona verip bodrum katına taşınır. Nasıl olsa bir gün Ali Rıza paraları zuladan çıkarıp harcayarak ve onların payını da verecektir! İşin en ilginç yanı şudur ki Ali Rıza’nın etrafında hiç iyi insan yoktur. En yakınından en uzak tanıdığına kadar herkes çıkar peşindedir.
Çevresindekilerin sahte davranışlarından ve hırsız damgasından bunalan Ali Rıza filmin 2. dönüm noktasında cinnet geçirir ve bir anda başka bir adam dönüşür. Artık daha saygısız ve paragöz birine dönüşmüştür. Paralarını çaldığını kabul ederek herkesten yüklüce para toplamaya başlar. Gerçek hırsızlar yakalanıp da Ali Rıza’nın hırsız olmadığı anlaşıldığında ise o topladığı paralarla beraber çoktan bir yolcu gemisinin lüks kamarasında yerini almış ve geminin hareket saatini beklemeye başlamıştır. Diğerleri ise avucunu yalayacaktır.
Ertem eğilmez filmlerinden görülen en karanlık toplum tasarımlarından birini içeren bu film Şener Şen’in en vasat oyunlarından birine sahne olur. Çünkü elinden geleni yapsa da canlandırdığı karakter tek boyutlu olarak düşünülmüş vasat bir karakterdir.
[/box]
Karşıtlık mı, Çelişki mi?
Yazının başında da söylediğimiz gibi bizi her iki filmi de aynı yazıda ele almaya iten neden iki filmde de başlangıçta saf, iyi ve karın ağrıtacak derecede dürüst olan ana karakterlerin, Bilo ve Ali Rıza’nın filmin finalinde kötüye dönüşmesidir. Ve yine her iki filmin de toplum algısı karamsardır. Artık maddiyatın her şey demek olduğu bir toplumun içinde geçer. Namuslu, biraz daha geç bir dönemde cereyan eden olayları anlattığı için kara mizah dozu yüksek bir şekilde abartıya giderek nerdeyse iyisi olmayan bir toplumu anlatır. Namuslu’nın eleştirisi daha sert olduğu için abartısı hoşgörülebilir sınırlar içindedir.
İlk filmin iyi adamı Bilo’dur, diğerininki Ali Rıza. İlk filmin kötü adamı Maho’dur, İkinci’nin kötü adamı tüm toplumdur. Namuslu’nun abartılı karamsarlığı bizi bir sistem hakkında düşünmeye iter.
Maho ve Bilo’nun, Ali Rıza ile toplumun birbiriyle olan sürtüşmesine ne ad verebiliriz? Verebileceğimiz en yanlış ad “karşıtlık”olacaktır. Zira karşıtlık birbirinin yokluğunu varlık sebebi olarak alan iki şeyin arasındaki durumdur. Birbirini kesin olarak dışlayan iki şeyi anlatır. Halbuki Bilo ile Maho arasındaki, Ali Rıza ile çevresindeki çıkarcılar arasında cereyan eden şey “yadsıma”yı barındırsa da kesinlikle “karşıtlık değildir”. Çünkü biz biliriz ki Biloların karnını güç bela doyurmasını sağlayan küçük lokmalar Mahoların midesine indirdiği büyük lokmalardan dökülenlerdir. Tersten ifade edecek olursak Maholar, Biloların küçük lokmaları üzerinden kazandıkları büyük lokmalar sayesinde Maho olurlar. Şunu da söylemek yanlış olmaz: Maho’nun içinde küçük bir Bilo, Bilo’nun içinde küçük Maho yaşar. Demek ki iki kutup arasında birbirini dışlayan bir karşıtlık durumundan çok sürtüşmeli bir bağ kuran üçüncü bir şeyden, bir dolayımdan bahsedilebilir ki bu da üretim sistemidir. İşte böyle sürtüşmeli bir varoluş halini çelişki olarak adlandırmak doğru olacaktır.
Kuyu Hikayesi
Çeşitli kitaplarda değişik versiyonlarını okuduğum eski bir hikaye vardır. Bir genç, bir rüya görür. Yaşadığı köyün içindeki su kuyusundan içen herkes aklını kaybedecek, delirecektir. Genç elinden geldiği, nefesi yettiğince köy sakinlerini uyarmaya çalışsa da onu dinleyen olmaz. Herkes kuyunun suyundan içerek aklını kaybeder. Gel zaman git zaman köyde aklı başında olan tek kişi olarak delilerle uğraşmak zorunda kalan genç hayatından bezer. Kuyunun başına geçer, çıkrığa asılır ve kuyudan çektiği suyu kana kana içer.
Her iki filmin iyi kahramanlarının filmin sonunda intikamını alması, bunu da kötülerin silahlarını gene kötülere doğrultarak yapması elbette iç serinleticidir. Ama her iki finalin korkutucu tarafı iyi kahramanların finalde iyi olarak kalamamaları, en az Maho kadar, avantacı müdür kadar, komisyoncu genel müdür kadar kötü hale gelmeleridir. Yani kahramanlarımız, film boyunca insanlara ondan uzak durmalarını söyledikleri haksız kazanç kuyusunun başına gelip çıkrığa asılmış ve kovayı kafalarına dikmişlerdir. Buradan şu karamsar sonuç çıkar: Bu toplumda iyi kalmak mümkün değildir. İyilik ancak kötülüğün kuluçka evresine verilen addır. Karamsar bir kaderciliği bir kenara bırakarak sistemli düşünce ile varacağımız nokta, çıkaracağımız ders şudur: Birbirini yadsıyan ama dışlamayan ve aralarındaki dolayım sayesinde çelişki oluşturan iki şeyden her biri mutlaka diğerinden küçük bir parçayı içinde taşır. (Çünkü dolayım bunu gerekli kılar.) Dolayımı değiştirmediğiniz sürece bu iki kutup kendi içinden karşıtını çıkarak dolayımın sürekliliğini sağlar.
Özellikle 1973 sonrası Arzu Film yapımlarında toplumsal eleştirinin sınırlı kaldığını bunun da dünyayı algılayış biçimindeki idealizmden kaynaklandığını daha önce anlatmıştık. Sınırlı ve yer yer yetersiz kalışın bir nedeninin de şu olabileceğini düşünüyorum. Sözünü ettiğimiz filmler her şeye rağmen gişe komedileridir ve mümkün olan en büyük izleyici kitlesini sinema koltuklarına çekmek ister. Politik bir eleştiri dilinin bu amaca ters düşeceği düşünülmüş olabilir. Sistemli bir eleştiri yapmak her zaman sert politik ve dogmatik bir dil kullanmak demek değildir. Ama o günlerin sansürü de hesaba katılarak sistemsiz bir eleştiri dili tercih edilmiş olabilir. Bunu da anlamak gerekiyor.
Ertem Eğilmez’i yalnızca sinemamızın melodram devresine damga vuran, efsane aile ve mahalle komedileri çeken bir yönetmen olarak kabul etmem. Ertem Eğilmez ve Arzu Film ekolü Türkiye’nin 70’li yıllarda içinden geçtiği sancılı ve çalkantılı değişimlerin izlenebileceği bir rehber olarak da çok değerlidir . Türkiye’nin eski-eski (çünkü 1980’de eski haline gelen bu dönemi bugünlerde ikinci defa eskitmiş bulunuyoruz) devresine ait insancıl değerlerin menfaat ve kötücül kar hırsıyla çatışması ve iyiliğin galip gelmesi, daha sonraki filmlerde kötülüğün karşısında iyinin yalnız kalması ve dürüst idealist aklın düzen karşısında düştüğü karamsarlığın merhalelerini sergilemesi açısından dikkate değerdir. Ayrıca bu ekolden yetişme yönetmen ve senaristler olan Yavuz Turgul ve Başar Sabuncu’nun filmleri de aynı derecede önemli rehberlerdir. Şunu söylemek yanlış olmaz; Ertem Eğilmez, Arzu Film ve onun bünyesinden yetişerek yoluna devam eden Yavuz Turgul gibi sinemacılar 70’li ve 80’li yılların Türkiyesi’nin ruhudur.
[box type=”info” align=”” class=”” width=””]
(1) Yıl 2018 olmuş ama Banker Bilo hala güncelliğini koruyan bir film. Nisan ayında Elbistan’da buna benzer bir dolandırıcılık vakası yaşanmış. Umre’ye götürme vaadi ile kişi başı 690 alan dolandırıcılar umre adaylarına Urfa’yı gezdikten sonra Elbistan’a geri bırakmış!
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/bu-da-oldu-umre-yerine-balikligol-turu-40803419
[/box]
Özgür, nefis bir analiz. Bayıldım, Öteki Sinema’ya yazdığın için çok teşekkür ederim!
Yazında kendi fikirlerimle uyumlu çok şey buldum. Mesela, Sadık Şendil ve Yavuz Turgul’un bir gazete haberinden yola çıkarak Banker Bilo’nun senaryosunu yazmaları ve dönemin olumsuz eleştirisini bir gişe filmi üzerinden seyirciye geçirebilmeleri yani şu an gişe-festival sineması ayırt etmeksizin bizde eksik olan şey: sıradan insana ulaşacak, onu eğlendirirken ayıltacak eleştiri…
Olacak O Kadar da bunu televizyonda yapmıştı. İyi sinemacıları festivallere sipariş kabızlık öyküleriyle oyalayarak gişe sinemasının hepten yobazlaşmasına yol açıldı. Bunun bilinçli bir kültürel erozyon olduğuna inanıyorum. Sinemayı bizden, bize film izlettirerek üstelik, çaldılar.
Sinema sanatını desteklemek maksatlı görünen ama yan tesirleri asıl etkisinden daha kuvvetli cazip bir sistem icadı var ortada. yapıma Bakanlık desteği- bakanlık destekli festival-ödül üçgeni… Ödül yoksa bile en az iki yıl sürekli seyahat ve beleş konaklama imkanı. Eleştiri getirebilecek sinemacıyı bu şekilde evcilleştirdiğinde, daha senaryodan otosansürü işleme sokuyorsun. Festival için üretim konfeksiyonlaşırken fon bulmada mahir ama sineması çapsız isimler ¨benim filmimin seyirciye ihtiyacı yok, bu kişisel bir serüven¨ bahanesiyle turlayıp sinema sanatını sıradan insanın önünden hepten çektiriyorlar. Kişisel serüven dediğin sünnet düğünü kasedinde olur halbuki! Artık gişe tarafı için bir şey yapmana gerek bile yok. Her şey şu an olduğumuz noktaya tıkır tıkır geliyor :)
Çok teşekkürler abi.Ustalardan övgü almak güzel şey :)
Kötüye dönüşmüyor. Sisteme ayak uyduruyor.
“Ya dışındasındır çemberin ya da içinde yer alacaksın”