Escape From L.A, John Carpenter’ın meşhur Watergate sandalından yola çıkarak senaryosunu yazdığı ve dünya çapında büyük başarı elde eden Escape From New York’un devam filmi.
Hikayesi Escape From New York’a fazlaca benzediği ve içerdiği şiddet gerekçesiyle epey eleştirilen L.A, ilk filmin yakaladığı başarıya ulaşamasa da, distopik dünyası ve günümüze atıflarıyla es geçilmemesi gereken bir film. Bilhassa kurgulanan dünyada, Murat Tolga Şen’in yerinde tespitiyle, Gezi Parkı olaylarının nedenlerine rastlamak, şu sıralar izleyenler için filmi daha ilgi çekici kılacaktır…
Öteki Sinema için yazan: Başak Bıçak
Film genel hatlarıyla, Escape From New York’ta olduğu gibi, Los Angeles şehrinde suç oranlarının artması ve depremle anakaradan kopan şehrin yalıtılarak açık bir cezaevi haline getirilmesini konu alıyor. Ancak filmin giriş kısmında verilen bilgiler, yaşadığımız zaman açısından tam manasıyla ibretlik! Çünkü ABD Başkanı yaşanan büyük felaketten sonra anayasayı değiştirip ömür boyu başkanlığını ilan ediyor. (Başkanlık sistemi ve anayasa tartışmalarına baktığımızda sadece bu kısımda bile Türkiye ile hemen benzerlik kurmak mümkün.) Yine ilk filmde olduğu gibi bir polis gücü (!) oluşturuluyor ve ordu gibi kullanılarak şehirden kaçış imkânsız hale getiriliyor. Başkan teokratik bir devlet sistemi kuruyor ve kırmızı et yemeyi, sigara içmeyi hatta Müslüman olmayı dahi suç kapsamına sokuyor; başkenti de Washington’dan kendi doğduğu şehre taşıyor…
Peki, dini değerlerin önem kazandığı bir devlet sistemi ve ABD deyince akla ilk kimler geliyor sizce? Elbette Evanjelistler! Bilindiği üzere, Başkan Jimmy Carter, ardından Ronald Reagan ve Baba Bush döneminde yönetim üzerindeki etkilerini arttıran Evanjelikler, oğul Bush zamanında güçlerinin doruk noktasına ulaştılar. Protestanların muhafazakâr kanadını oluşturan Evanjelikler, kürtaja ve eşcinsel evliliklere de karşı çıkarlar çünkü bu tarz eğilimlerin dine ve kiliseye zarar vereceğine inanırlar. Evanjelizme inananların gündelik yaşamlarına dahi İncil egemendir ve toplumsal değerleri de buna göre şekillendirmek isterler. Ahlaki değerler ve katı bir dini anlayış söz konusu olduğunda-filmin çekildiği yılı da göz önüne alarak-akla ilk gelen isimlerden biri de şüphesiz George H. W. Bush, yani baba Bush oluyor. Ama oğlu da kendisiyle aynı görüşlere sahip olduğu ve başkanlık dönemi boyunca da Evanjelist yaklaşımını sıklıkla dile getirdiği için oğul Bush da filmdeki başkana benzetilebilir.
L.A’de, ilk filmden tanıdığımız Snake Plissken’in New York’tan kaçışının üzerinden 16 yıl geçiyor ve bu anti-kahraman yeni bir görevle karşı karşıya kalıyor. Başkan’ın kızı Ütopya, dünyayı neredeyse 500 yıl geriye götürecek, medeniyeti yok edecek bir cihazla suçlular adası Los Angeles’a kaçıyor ve adaya hakim olan bir teröriste katılıyor. Snake’in de yine belli bir süre içerisinde bu cihazı kurtarması gerekiyor. Ütopya baktığımızda, oldukça ilginç bir karakter ve isminin Ütopya olması tesadüf değil. Babasının aksine eşitliğe, özgürlüğe inanan ve bu yolda babasını bile karşısına alıp, onun kurduğu hapishaneye kaçan biri. Başka bir deyişle, belki babası zamanla distopyaya dönüştüreceği ütopyası için ona bu ismi vermiş olsa bile, Ütopya kendi düşünün peşinden gitmeyi tercih ediyor.
Los Angeles adasındaki Cuervo Jones isimli Perulu teröristin Che Guevara’ya benzemesi ise oldukça dikkat çekiciydi. Latin Amerika devrimleri ve Che’nin öldürülmesi baz alındığında, Amerika’nın düşmanı olarak Che’ye benzeyen bir karakterin çizilmesi ABD’nin Latin Amerika politikalarına yapılan bir gönderme olduğunu düşünüyorum. Filmde tam anlamıyla bir terörist olarak lanse edilmesine rağmen, ABD’nin Che’ye bakış açısını göstermek amacıyla Carpenter’ın bunu bilinçli olarak yaptığına inanıyorum. Fazla iyi niyetli de olabilirim tabi…
Escape From New York ile küçük bütçesine rağmen gişede büyük bir hasılat yakalayan John Carpenter, on beş sene sonra çektiği bu ikinci filmde yeniden Kurt Russell ile çalışıyor. Russell’ın kariyerinin en iyileri arasında sayılabilecek bu serinin, Escape From Earth isimli devam filmi planlansa da, L.A.’de istenilen başarı elde edilemediği için Carpenter bu fikrinden vazgeçmiş. Filme yeni bir soluk kazandıran Steve Buscemi ise Escape From New York’taki Ernest Borgnine karakterinin muadili olarak yer alıyor. Hatta Buscemi’nin, ilk yönetmenlik denemesi Trees Lounge’ı finanse edebilmek için L.A.’de rol aldığı söyleniyor.
L.A.’de en ilgimi çeken kısım ise yaşamak için estetik ameliyatlara bağımlı hale gelmiş, bu uğurda insanlıkları kaybetmiş, bambaşka yaratıklara dönüşmüş insanımsı varlıklar oldu. Filmin çekildiği ve başlangıcı olan yıl 1990’lar olmasına rağmen, olayların yaşandığı yılın 2013 olması hem benim bu yazıyı yazdığım zaman açısından, hem de Carpenter’ın 2000’li yıllara bakışı açısından önemli taşıyor. Yönetmenin, bahsettiğimiz bu insanımsıları, başkanı, devlet modelini göz önüne aldığımızda epey karamsar bir bakış açısı sergilediğini söyleyebiliriz. Bunun en büyük sebebi de baba-oğul Bush’ların uzun bir dönem Amerikan siyasetine yön vermeleri ve katı ahlak anlayışlarıyla bezeli bir yönetim modeli benimsemeleri.
İlginç olan bir diğer nokta ise, Amerika’nın ve Evanjeliklerin uzantısı olan bir partinin ve Başbakan’ının, ülkemizi getirdiği nokta dolayısıyla filmdeki Başkan’la büyük oranda benzerlik taşıyor olması… Gezi Parkı olaylarının altında yatan asıl sebep, herkesin de bildiği gibi halkın var olan yaşam tarzına ve modeline devletin artık aleni bir şekilde müdahale etmesidir. Birkaç ağaçla başlayan olayların, halkın genel tepkisi haline gelmesine şaşıranlara ise Birinci Dünya Savaşı’nın da bir veliahdın öldürülmesinden çıktığını hatırlatmak gerek…
İktidara geldikleri günden bu yana, kendi inançları çerçevesinde bir yönetim modelini halka benimsetmeye çalışan bir parti başkanının, halkının kaç çocuk doğuracağından, doğurup doğurmayacağından tutun da nerede nasıl davranacağına ve hangi saatler arasında içki içeceğine kadar karar merci haline gelmesi, onu L.A.’deki totaliter Başkan’dan farksız kılıyor. Bu sebeple L.A.’de kurgulanan dünya, her ne kadar Bush’un gölgesinde olsa da, Erdoğan’ı ve Türkiye’nin bugününü çok iyi özetliyor. Escape From L.A., aksiyon sahneleri ile Carpenter’ı ve B filmleri sevenler için keyifli bir seyirlik, ancak içinde bulunduğumuz zamanda yeniden değer kazanan bir bilimkurgu. İzlediğinizde, Başkan’ın ve yönetim şeklinin bize benzerliğine çok şaşıracaksınız… Ve sevineceksiniz, çünkü artık bizim de artık Ütopya(lar)’mız var!
Escape from L.A. fragman