Mad Max‘den sonra en sevdiğim distopik aksiyon filmlerinden biri olan 1981 tarihli Escape from New York / New York’tan Kaçış‘ı tanıtmak istiyorum sizlere. Gerçi kült mertebesine ulaşmış bu şahane seyirliği duymamış bir öteki sinemasever var mıdır bilmiyorum. Varsa da hemen titreyip en yakın DVD satıcısından hem New York’tan Kaçış‘ı hem de devamı olan Los Angeles’tan Kaçış‘ı alıp izlemesini salık veririm. Yoksa insan içine çıkamaz ona göre! (Bizi çok ciddiye alanlar var, onlar için açıklayayım da bu bir espriydi).
Filmimiz 1997 yılında geçmekte. III. Dünya Savaşı sonuçlanmak üzeredir. Hem ABD hem de düşmanı Sovyetler savaştan büyük yaralar almışlar ve bir barış yolu aramaktadırlar. Bu çatışma ortamından dolayı suç oranları artmıştır. Artık suçlular hapishanelere sığmayınca hükumet 1988 yılında Manhattan adasını yoğun güvenlikli bir şehir hapishaneye çevirir. Buraya giren suçlular ömür boyu hapis cezasına çarptırılmıştır ve ölüm adadan tek çıkış yoludur. Ancak içerideki ortam suçluların çeteleşmesine ve dokunulamayan bir örgütlenmeye gitmelerine neden olmuştur.
Savaşın sonlanması için bir toplantıya giden Amerikan Başkanı (Donald Pleasence) uçağı Air Force One’ın düşmesi sonucu kendini bu tehlikeli adada tutsak bulur. Suçlular Başkanı esir alarak tüm askeri gücün adadan çekilmesini isterler.
Polis amiri Bob Hauk (Lee Van Cleef) çözüm yolu olarak eski asker yeni suçlu tam bir anti-kahraman olan “Snake” Plissken (Kurt Russell)’ı adaya gidip başkanı 24 saat içinde sağ salim getirmesi için ikna eder. Böylece banka soygunundan içeri alınan Snake özgürlüğünü kazanabilecektir. Ancak Hauk Snake’in kaçmaması için vücuduna saatli bir bomba yerleştirir. Böylece Snake başkanla beraber dönerse hem hayatına hem özgürlüğüne kavuşabilecektir. Snake böylece Dünya Ticaret Merkezine inerek hayatının macerasına doğru ilerler…
John Carpenter’ın Watergate skandalını eleştirmek için 1976’da senaryosunu yazdığı NY’tan Kaçış stüdyolardan yeterli desteği görmeyince uzun süre rafa kalkmış. Yönetmenin Halloween’daki başarısı sonrasında ise çekim şansı bulabilmiş. Carpenter senaryoyu hazırlarken dönemin ilginç filmlerinden Death Wish‘den oldukça etkilendiğini gizlememiştir.
Snake rolü için yapımcı şirket Charles Bronson ya da Tommy Lee Jones‘un uygun olacağını söylese de Carpenter Kurt Russell’da ısrarcı olmuş ve Russell hayatının en önemli rolünü böylece kapmış. O zamana kadar Disney’in komedilerinde rol bulabilen aktör bu film ile kariyerine yön vermiştir. Ancak çektiği sayısız film arasında Snake gibi bir role de bir daha bürünememiştir. Rusell, Snake rolü için “O tam bir savaşçı, dövüş stili Bruce Lee, The Exterminator ve Darth Vader’ın Eastwood’un sessiz kahramanları ile bir karışımı gibi” der.
Snake’in Slag (Ox Baker) ile giriştiği mücadele de filmin en önemli anlarından biridir. Gerçek hayatta bir güreşçi olan Baker kendini ringte sanınca ortaya oldukça gerçek bir dövüş sahnesi çıkmış, hatta bir ara Russell sinirlenerek Ox Baker’ın üstüne yürüyerek “Gerçekten dövüşüyorsan ben de dövüşmeye başlarım” dedikten sonra ekip ikiliyi sakinleştirmek için bayağı bir uğraşmış.
Film akıl almaz bir şekilde 7 milyon dolar gibi düşük bir bütçe ile kotarılmış. Bu kısıtlama nedeni ile Carpenter, filmdeki distopik New York şehrini vermelerinin imkansız olduğunu bildiğinden filmi New York’ta çekmekten vazgeçmiş ve tüm ekip Amerika’nın en pis en yıkık şehrini bulmak için kolları sıvamışlar. Böylece Batı St. Louis, Illinois ve Missouri set için uygun bulunmuş. Filmin sonundaki credits bölümünde St.Luis’deki stiptizcilere yer verilmesinin başlıca nedeni de budur.
Filmin gerçekten NY’da geçen tek sahnesi ise başında özgürlük anıtının görüldüğü bölümdür. Hatta bu sahne için özgürlük anıtında ilk defa film çekilmesine izin verilmiş. Filmin efektlerinin bir bölümünü ise o zamanlar Roger Corman‘ın New World Pictures şirketinde çalışan ünlü yönetmen James Cameron üstlenmiş. Film için yapılan maket tasarımlar Blade Runner‘da da boyanarak tekrar kullanılmış.
7 milyon dolarlık bütçeye sahip NY’tan Kaçış tüm dünyada 50 milyon doların üstünde bir gelir elde ederek sektöre damgasını vurmuştur. Günümüzde de birçok aksiyon filmine ya da popüler kültüre etkilerini görebiliriz. Örneğin birçoğumuzun sabahlayarak oynadığımız Metal Gear Solid serisinin başkahramanının adının Snake olması bir tesadüf değildir. J.J.Abrams da Cloverfield‘deki özgürlük anıtının kafasının kopma sahnesini NY’tan Kaçış’ın posterinden esinlenerek çektiğini söyler.
Filmin orijinal kopyaları uzun süre kayıp olduğundan sinema versiyonu dışında bir versiyonu da piyasaya çıkamamıştır. Ancak MGM’in uzak depolarında şans eseri orijinal kopya bulununca Snake’in banka soyduğu 10 dakikalık bölüm de görücüye çıkabilmiştir.
1996 yılında Kurt Russell bir kez daha karşımıza Snake karakteriyle Escape From LA filminde döner. Serinin bu devam filmi ilkinin gölgesinde kalsa da oldukça eğlenceli bir yapım olarak hatıralarda kalmıştır. Özellikle basketbol sahnesi unutulmaz film sahnelerim arasında yer alır. Neyse o da başka bir yazı konumuz olsun fazla irdelemeyelim.
Gelen haberlere göre remake için de kollar sıvanmış durumda ne yazık ki. Russell ile özdeşleşen Snake karakteri için isim bile belli olmuş. 300’ün yılmayan savaşçısı Gerard Butler pek yakında New York’tan kaçarken karşımıza çıkabilir.
Gerek eğlenceli yapısı ve gerekse bütçesine bakarak bu distopik aksiyon filminin B-filmlerin gururlu temsilcilerinden biri olduğunu söyleyebilirim. Bu güzel eser remake ile kirletilmeden önce mutlaka görülmelidir.
Vay be!
Escape From LA’i de isteriz Masis!
Hayranım o filme!
LA’i ben de çok severim bir o basketbol sahnesi bir de dalgaların üstünde sörf yaptığı bir sahne vardı ki unutamam hiç. Yazmak lazım onu da bir araştırayım:)
john carpenter. başka söze gerek yok. yoktan var eden ender yönetmenlerden. ayrıca 2010’da sahalara geri dönüyor 2si kesinleşmiş 3 filmle.
Bu siteye bu kadar yakışan ve aynı derecede popüler olan filmler az bulunur heralde. Bu film de onlardan biri. İlk izlediğim film ”Los Angeles’tan Kaçış”tı. Cine 5’in, Cine 5 olduğu zamanlarda izlemiştim. Yıllar sonra aslında ilk filmin Los Angeles’tan kaçış olduğunu öğrenip bunu da izledim. İki filmin arasında o kadar yıl olmasına şaşırmadım desem yalan olur. Konu dışında neredeyse birbirinin aynısı olan bu filmleri yapım yılı bazında değerlendirdiğimizde kesinlikle New York’tan Kaçış önce gelir. Söylenecek çoğu şey yazı söylenmiş. Benim söyleyeceğim tek şeyse. My name is Plissken!
Carpenter gibi ağır muhafazakar bir yönetmenin en başarılı işlerinden biri. öncelikle filme dönem olarak bir bakalım. çok yakın tarihte Amerikada özgürlük hareketleri yükselmiş muhafazakar cumhuriyetçilerin Amerikası, liberal demokratlar tarafından ele geçirilmiştir bunun altında yükselen bazı eşitlik, adalet, insan hakları gibi temeller yatar. 60 larda baş göstermiş olan bu akım, gerek siyahi ırkın özgürlüğü gerek kadın hakları olsun gerek sosyal adalet olsun pek çok değer üzerinden somutlaşarak gerçekleşti. Şimdi gelelim sinemanın bununla ne alakası var. Hollywood her zaman bir Amerikan ideolojisinin propaganda fabrikası oldu. Bu propagandalar ise en güzel şekilde bilim-kurgu, aksiyon ve korku türleri üzerinden yapıldı, yapılıyor. Escape from N.Y.’ye gelince ise burada da ılımlı tavırlara sahip liberal görünümlü başkan, korkak ve görevini yerine getirmekten aciz zavallı bir başkan olarak karşımıza çıkar. Bu korkaklık ve zayıflık da sadece daha fazla problem yaratır. Var olan problemlerin kaynağı muhafazakar yapının sert tutumunun eksikliğidir. Şimdi “ben izledim hiç de öyle bir şey anlamadım”, “sana öyle gelmiş” gibi düşünceler oluşabilir. Bunu da şu şekilde açıklayabilirim umarım: “her gün tv de sinemada şiddete maruz kalan bir birey zamanla o şiddete karşı duyarsızlaşır, şiddet günlük yaşamın bir parçası haline gelir, yani rutinleşir ve farkedilmez olur.”
John Carpenter ve Ağır muhafazakar mı?
Cöptenadamın yorumu bilimkurgusal olmuş veya Carpenter’in başka filmlerini zilememişsin…
They Live’de Reagan dönemini eleştiren birisi ağır bir muhafazakar olmasa gerek. Biliyorsun Reagan Cumhuriyetçi olarak seçildi…
John Carpenter’in They live üzerine bir röportajından:
“I wanted to say something about a lot of the things what were going wrong in the country at the time. There was this trend to unrestrained capitalism, it was absolute total stupidity some if it. All the problems I thought had been solved were back: censorship, racism. But I didn�t want to preach. So I took a short story and adapted it.”
Bu cümlelerden Carpenter’ın net politik fikrini çıkarmak o kadar rahat olmasa gerek. Rambo da aynı şeylere karşı değil miydi? Ya da, en azından bizim hükümetimizden yetkili birilerinin yaptığı konuşmalarda da benzeri ifadeler yok mu? Çoğu yerde Carpenter, ağır olmasa da (Amerikan) muhafazakar olarak tanımlanıyor. Benim için hala biraz muğlak bir tanım bu.
Muhafazakarlıkla hiç işim olmaz. Lakin çocukluğumdan beri takip ettiğim, ismini bildiğim ilk “yönetmen” olan Carpenter’a, daha doğrusu sinemasına (kötü filmlerine rağmen) söyleyecek kötü bir şeyim de olmaz.
Örnek vermeye çalıştım yoksa tabiki bir örnekten yola çıkarak değerlendiremezsin.
Ancak Liberalleri eleştirip cumhuriyetçilere destek verdiği söylenmiş bende bunun antitezi “they live” derim. Oda zaten noktayı koymaya yeter :) Ayrıva Halloween 3 filmini izlemenizi de tavsiye ederim…
peki nasıl bir muhafazakar Carpenter? Sex konusunda mı?
Muhafazakar tanımı yapmamız çok önemlidir…
Neyin Muhafazakarı? Dini mi? Milliyetçi mi?
Belki solcu muhafazakar da olabilir… Her konuda muhafaza etmeyi savunan ve daha farklı görüş savunan vardır ancak aşırı muhafazakar tanımı ve eleştirdiği noktaya göre Carpenter’ın çizgisi Chalrton Heston muhafazakarlığı gibi bir noktaya işaret ediyor. Siyahlara karşı ırkçılıkta aldığı tavır ve sinema yaklaşımı carpenter’ı aşırı muhafazakar bir noktada tutmuyor hatta eğer aşırı muhafazakarsa neden Hollywoodta yer almamış? yani amerikan aşırı muhafazakarlığı WASPı savunur… white american anglo saxon.. O noktada nasıl bir muhafazakar?
Oysa bu filmler Amerikalı aşırı bir Muhafazakar yönetmenin filmleri midir? :
In the Mouth of Madness
Prince of darkness
Vampires
Village of the Damned
LA ve nY filmleri
They Live
Assault on precinct 13
Halloween
Bu arada eklemek istediğim bir nokta daha var:
Kavramları tartışırken ve idda ederken daha açıklayıcı olmamız gerekir.
Bir yönetmenin siyasi görüşü ile sineması aynı olmayabilir. Carpenter’a muhafazakar bir sinemacı dememiz mümkün değil.
Benim karşı çıktığım nokta Carpenter’ın siyasi görüşü öne sürülerek propaganda içinde yer aldığının ifade edilmesi oysa listesini verdiğim filmler sistem ile ilgili sorunları irdeliyor.
Yine arkadaşımızın muhafazakar yönetmenin propaganda yaptığını idda etmesini başka bir filmi örnek vererek çürütmek istedim.
Ayrıca bazı muhafazakar yönetmenler iddia edilenin aksine tarafsız kalmayı ve sadece bir yöne hizmet etmemeyi de seçebilirler. Bu açıdan baktığğımızda eğr yönetmen cum huriyetçi olsa bile o sisteme eleştiriyi de kendisi verebiliyor.
Ben John Carpenter aşırı muhafazakardır ve amerikan propagandası yapar eleştirisine katımıyorum.
Bir yönetmenin siyasi görüşünü propaganda yapmayacak şekilde filmlerine yansıtması politik görüşünü filme yansıtmadığı anlamına gelmez. Örneğin Carpenter sinemasında. Aslında aynı şeyleri söylüyoruz. Carpenter’ın ağır muhafazakar olduğu tanımına katılmıyorum. Muhafazakarlık sözlükte tek anlam içerse de, uygulamadaki ayrıntıları, dönemselliği yüzünden hepimizin ağzından neredeyse farklı anlamda çıkıyor, bir de işin bu kısmı var.
Muhafazakarlığın sinemadaki bazı tehlikeli alanlardaki yansımasının, çok da eleştirilebilir olduğunu düşünmüyorum. Daha doğrusu eleştiri yapılırken yanlış odaklanıldığını düşünüyorum. Örneğin, slasher filmleri muhafazakar kafaların ürünü diye geçer. Sevişen, keyif yapıcı maddeler kullanan, akılları beş karış havada, cazibeli ve aptal gençler doğranır, çünkü bunu haketmişlerdir gibi… Kurgu ile gerçeği ayıramayan insanları ayrı tutuyorum, hanginiz izlerken bu mesajı alıyor ve rahatsız oluyor? Bu durumun, medyada karşımıza çıkan “bu ne ahlaksızlık” gibi başlıkların altında “ibret olsun” diye gösterilmiş çıplaklık içeren fotoğraflardan farkı yok. “Ahlaksız” kelimesinin aslında iç gıcıklayıcı, tahrik edici bir tarafı yok mu? Bakmak istiyoruz, göstermek istiyoruz, içimiz rahat etsin, başkaları bizi yanlış değerlendirmesin diye de mazeretimiz bu oluyor. Bu durumda başta belirttiğim yanlış odaklanmanın gayet işimize geldiği söylenebilir, değil mi?
Aslında sözlükte de ayrı anlamaları var
Bunun sebebi başka dillerden Türkçeye girmesi:
Örn:Muhafazakarlık:
Toplumun değişmesine karşı direnç gösteren, toplumsal-kültürel değerlerin korunmasını savunan sağ kanat siyasi ideoloji.
wikipedia’da bu yazılmış…
Oysa
Muhafazakarlık kelimesinin ingilizcesi olan Conservatisme baktığın zaman ne demek istediğimi anlayacaksın:
Toplumun değişmesine karşı direnç gösteren, toplumsal-kültürel değerlerin korunmasını savunan denilmiş ama sğa bir rejim diye kesin çizgileri yok ingilizce de…
Liberal muhafazakarlık
Yeşil muhafazakarlık
Din muhafazakarlığı
Yani genel olarak kendine taşra çocuğu diyen Carpenter’ın Escape from New Yorkta amerikan propagandası yaptığını yani adamın aslında sağcı ve filmlerinde amerikan propagandası yaptığını söylemek yanlış.
Tanımların içinde sağ geçmesi veya geçmemesi çok da anlam kopukluğuna neden olmuyor. Sağ ile muhafazakarlık birbiriyle sıkı bağlantısı olan terimler. Bu “taşra çocuğu” olma durumu çok rahat “Anadolu çocuğu” olma durumuna çekilebilir. Dediğim gibi, aslında aynı şeyleri söylüyoruz. İlle de tartışılsın demiyorum ama tartışan iki kişinin farklı cümlelerle aynı şeyi söylemesi çelişki mi yoksa “tartışmada mufazakar tutum takınmama” durumu mu, okuyana kalmış. :)
Halloween 3 ve John carpenter derken Sinematik??? Bildiğim kadarıyla o film “season of the witch” alt başlıklı, seriyle (yani Michael Myers karakterinin hikayesi ile) hiç alakasi olmayan, insanların bilinç altını faşist amaclar için etkileyen lanetli oyuncaklar gibi garip bi konusu olan bi yapimdi… yönetmeni de carpenter diildi… fikir tartışması tamam da okuyucuya yanlış bilgi vermek olmuyo çok bilmiş, entelektüel kardeşler… sevgiler