Aşk Acısı ile Baş Etmenin Yolu Olarak Unutmak
Charlie Kaufman’ın senaryosunu, Michel Gondry’nin yönetmenliğini üstlendiği 2004 yılının en çok konuşulan filmi Eternal Sunshine of the Spotless Mind evrensel bir konuyu, ayrılık acısını tartışmaya açıyor, bu sırada aşk, arzu ve sevgi gibi kavramlar üzerine de izleyicisini düşündürüyor. Peki siz ayrılık acısına katlanamayıp anılarınızdan vazgeçmeyi düşündünüz mü hiç?
“Anılar, tıpkı kıyı çizgisinin deniz tarafından şekillendirilmesi gibi,
unutma yoluyla şekillendirilmiştir.”
Marc Auge
Eternal Sunshine of the Spotless Mind filminin ana karakterleri Clementine (Kate Winslet) ve Joel (Jim Carrey) ayrılık acısı çekmek istemeyip, “hayatlarına devam edebilmek için” birbirlerini belleklerinden sildirmeye karar verirler, filmin isminde işaret edilen “spotless mind” işte tam da unutan, hiçbir şey hatırlamayan, lekesiz bir zihnin ta kendisi.
Film, gri tonların ağır bastığı bir odada uyuyan Joel’in, sevgililer gününe “uyanmasıyla” başlıyor. Böylelikle film daha ilk baştan “kendi gerçeğine uyanma”, “gözünü açma” ile ilgili metaforlarla izleyicisine ne hakkında bir film izleyeceklerinin bilgisini veriyor. Ardından öznel kamera, muhtemelen Joel ile Clementine’in sembolü olan biri mavi diğeri turuncu iki kuşu kafeste gösteriyor. O gün çalıştığı işi, nedenini bilmediği bir şekilde asan Joel, trene atlayıp yine nedenini bilmediği bir şekilde Montauka’ya gidiyor ve Şubat’ın ortasında sahilde tek başına dolaşıyor. Joel, kumu kazmaya çalışırken dalgalar ayak izlerini yok ediyor. Kumsaldaki silinen izler unutma ile gerçekleşecek yok oluşu simgelerken -ilk karede varlığı ile tamda orada olan turuncu ve mavi kuşlar gibi- bir kadın turuncu montu ve maviye boyanmış saçları ile kadrajın ucundan anlatıya dahil oluyor ve varlığı ile meydan okuyor bu gri atmosfere ve unutuluşa…
Montauka dönüşü trende Joel karşılaştığı bu kadını, yine nedenini bilmediği şekilde günlüğüne yaptığı çizime dahil ediyor, üstelik bu çizimde kendisi de dahil her şeyi siyah beyaz çizen adam, bir tek, henüz “adını dahi bilmediği” kadını kırmızı çizmeyi tercih ediyor. Hatırlanacağı üzere, yalnızca ilişkinin içerisindeki çizimlerde Joel kendisini renkli çiziyor. Hatta ayrılık acısı çekerken kendisini giderek bir ucubeye dönüştürüyor çizimlerinde. Trendeki bu çizimde Joel, hayatında Clementine olmadan tam da çizimdeki gibi renksiz biri. Aynı zamanda ikili arasındaki zıtlıkları işaret eden, kadının dünyasının renkliliğini imleyen bu çizim, 1552 yılına ait Paris haritasında bulunan bir katedral resmini de bence andırıyor. Siyah beyaz bir dünyada kırmızı renkli çizilmiş bu katedral, Heloise d’Argenteuil’ın, eşi Abelard tarafından gönderildiği ve yıllarca eğitim aldığı ve kaldığı manastırın çizimi.
Heloise ile Abelard’ın hikayesi, Eternal Sunshine of the Spotless Mind isminin esin kaynağı. Hikaye kısaca şöyle; 18. yüzyılda yaşayan Heloise, kendisinden 20 yaş büyük hocası Abelard’la aşk yaşar. Durum öğrenilince filozof Abelard, genç kadınla evlenmek ister. Heloise ise Abelard’ın mecbur kaldığı bu zorunlu evliliği kabul etmez. Ancak bir süre sonra Heloise’in hamile olduğu öğrenilir. Abelard itibarını korumak için genç kadınla sessizlik yemini etmesi şartı ile evlenir. Bu evliliğe rağmen Heloise’in amcasının öfkesi dinmez, amca Abelard’ı hadım eder. Heloise kocasının önerisi üzerine bir manastırda yaşamayı kabul eder, her ikisi de kendilerini dine adarlar. Bir gün Heloise, Abelard’ın arkadaşı Philintus’a yazdığı mektubu görür, merakına yenilir ve mektubu izinsiz okur. Mektuptaki bu “özel” ve melankolik anlatım karşısında şaşkınlığa uğrayan Heloise, sayısız kere kendi ismini de bu mektupta görür. Acı içerisinde, hislerini anlatmak üzere Abelard’a bir mektup yazar. Yazdığı bu ilk mektubunda “engel olamadığım gözyaşlarım mektubunuzun yarısını sildi” der. Sonra da 22 yaşında kendi kendini gömdüğü rahibe manastırını ve hayatın tüm çekiciliklerinden aşkı için vazgeçişini, gördüğü rüyaları, yaşadığı aşk acısını, hissettiği çaresizliğini uzun uzun her bir mektubunda sevdiği adama anlatır. Karşılıklı mektuplaşmalar sürerken, Abelard ile Philintus arasındaki aşkı, Heloise sindiremez, Abelard’ın kendisini hiçbir zaman sevmediğine inanır, artık Abelard ile bir araya gelmek istemez, gönüllü olarak ondan da aşkından da vazgeçer. Yaşadığı bu aşk acısından kurtulmak için her şeyi unutmayı diler. Heloise’in aşkı Alexandar Pope’un Eloisa to Abelard isimli şiirine konu olur. Bu şiir filmin içerisinde Mary (Kirsten Dunst) tarafından, Joel’in zihin silme işleminin yapıldığı sahnede okunur.
How happy is the blameless vestal’s lot!/Ne mutludur suçsuz bakirenin dostları!
The World forgetting, by the world forgot./Unutulan Dünyada, dünyanın unuttuğu.
Eternal sunshine of the spotless mind!/Lekesiz zihnin sonsuz gün ışığı!
Each prayer accepted, and each wish resigned./Her isteği bırakılmış ama kabul görmüş her duası.
Bellek ile unutma arasındaki ilişkinin yaşam ile ölüm arasındaki ilişkinin aynısı olduğuna işaret eden Marc Auge ünlü kitabı Unutma Biçimleri’nde; “İçinde bulunulan zamanın, şu anın ve bekleyişin tadına varmak için unutmayı bilmek gerekir” der. Heloise gibi aşk acısı çeken filmin yönetmeni Michel Gondry film hakkında yazılan Eternal Sunshine of the Spotless Mind isimli kitabın Hatıralarım Yaralıyor başlıklı önsözünde yaşadığı aşk acısını dillendirir. Gondry, bu yazısında babası öldükten sonra Eternal Sunshine of the Spotless Mind’ı çekmek için New York’a kız arkadaşı ile taşındığını, ancak bir süre sonra kız arkadaşının Los Angeles’a dönmeyi düşündüğünü söyleyerek kendisinden ayrılmasını anlatır.
“Söylemeye utanıyorum ama babam için hissettiğim acıdan daha büyüktü. Bazen sokakta o kadar çok ağlıyordum ki yürümeyi bırakmak zorunda kalıyordum çünkü artık kaldırımı göremiyordum. Onu ihmal mi ettim? Bilmiyorum. Sanırım yaşlandım. Yani fiziksel olarak. Ben çirkinleşirken BK daha güzelleşti ya da gerçekten acınası bir şey oldu. Acınacak haldeydim. BK düşünmesi gerektiğini ve kararını önümüzdeki haftalarda vereceğini söyleyerek aniden ayrılmıştı. Sonucu çok iyi biliyordum ve endişe beni içten içe kemiriyordu, bu yüzden Office Depot’a gittim, en büyük karton kutuyu aldım ve BK’nın tüm kıyafetlerini ve hatıralarını paketledim. Filmi bir sonraki izleyişimde, Jim’in Clementine’in eşyalarını topladığı sahne artık bir “film anı” değildi. Artık Eternal Sunshine’ı izleyemiyorum. BK’nın numarasını cep telefonumdan sildim (meşhur sarhoş arama sendromunu önlemek için) ve geçtiğimiz yıllarda, hikayelerimizin acı bir şekilde sona erdiği diğer iki kadının numaraları için de aynısını yaptım. Bu üç numara ezbere bildiğim tek numaralar – çünkü onları sildim.”
Gondry samimiyetle yaşadığı aşk acısını anlatırken, sanırım bu acılar hepimizin hayatlarından birer parça da taşıyorlar. Arzunun rasyonelleşmesi ile telefonda silinen mesajlar ya da silinen telefon numaraları, sosyal medyadan takipten çıkan/çıkarılan sevgililer ile aşk modern çağda biraz farklı yaşanıyor. Ancak yine de ayrılığın acısı ya da yarattığı yıkım ve tahribat aynı kalmış görülüyor.
Heloise ayrılık acısı ile güçlenirken ve aşkın ve sevginin ruhunu yücelttiğine inanırken, Gondry’nin modern çağ aşkının acısı, daha çok benliğine saldırı niteliğindeymiş gibi görülüyor. Heloise tanrıya sevdiğini unutmak için dua ederken, Gondry sevgilisinin telefon numarasını silmeyi, Clementine ise içinde bulunduğu fütüristtik dünyada bir şirket aracılığı ile sevgilisini belleğinden sildirmeyi uygun buluyor. Aslında Heloise, Gondry ya da Clementine’in yapmaya çalıştıkları şey aynı gibi; her biri ayrılığın güçlü, sarsıcı, derin ve güçlükle nefes aldıran acısını dindirmek için unutmayı, bir anlamda aşkı bellekte öldürmeyi bir çözüm yolu olarak tercih ediyorlar. Her üçü de lekesiz, boş bir zihnin ebedi gün ışığının gerçek anlamda mutluluk getireceğini inanıyorlar. Zihinde açılacak bu boşluğun ve nedeni bilinmeyecek bu eksikliğin istenmesinin nedeni, yani unutma arzusunun itici gücü ise yeniden kavuşulacak olan mutluluk tezahürü olduğu görülüyor. Film bu boşluğa, anıların silindiği şirketin ismi Lacuna ile işaret ediyor. Lacuna boşluk, eksiklik anlamlarına geliyor.
Pope’un şiirini okuyan Mary, aynı sahnede bir de Nietzsche alıntısı yaparak izleyiciyi unutma konusunda düşündürmeye devam ediyor; “Ne mutlu unutkanlara; çünkü onlar hatalarından bile daha iyisini yaparlar.” Ahlakın Soykütüğü isimli kitabında Nietzsche, ruhun düzeninin, huzurun, görgünün, koruyucusu adeta bekçisi olan etkin unutkanlığı yararlı bulur, unutma Nietzsche’ye göre etkin bir güçtür. Unutkanlık olmadan ne mutluluk, ne neşe, ne umut, ne kıvanç, ne de şimdi mümkün olabilmektedir.
Filme geri dönersek; Joel nedenini bilmediği şekilde gittiği Montauka’dan dönerken yaptığı çizimde yalnızca karşılaştığı genç kadını renkli çiziyor. Bu sahne ile ilgili söylenilmesi gereken bir diğer unsur da Clementine’in duygusal dünyasının yansıması olarak kullanılan saç renklerinin, aşkın döngüsünü de sembolize ettiğidir. Clementine’in, saçlarında kullandığı renklerin anlamını mavi yıkıntı (blue ruin), kırmızı tehlike (red menace), sarı ateş (yellow fewer), yeşil devrim (green revolution) ve ajan turuncu (agent orange) olarak izleyiciye kendisi açıklıyor. Filmde mavi aşkın kışını, duygusal yıkıntıyı ifade ediyor. Bu yüzden mutsuz olunan sahnelerde Clementine’in saçı mavi renk. Kırmızı, aşkın yazını, saf mutluluğu anlatıyor. Bu yüzden Joel’in, Clementein’in silinmesinden kaçtığı sahnelerde Clementine’in saç rengi hep kırmızı. Ayrıca kırmızı Clementine’in güçlü yanının, enerjisinin rengi ve bu yüzden Joel’in gün ışığının rengi kırmızı. Sarı, kış uykusundan uyanmayı, doğanın yeniden canlanmasını ifade ediyor. Örneğin kış biterken, çiftin tekrar tanışmalarında Clementine’in saçlarının dibi sarı olarak görülüyor. Yeşil, aşkın büyümesini, dallanıp budaklanmasını yani aşkın ilkbaharını anlatıyor. Çiftin ilk tanışmaları sırasında Clementine’in saçlarının yeşil olduğu hatırlanabilir. Turuncu ise aşkın sonbaharını yani soluşunu simgeliyor. Bu yüzden de ikilinin aralarındaki gerilim, kavga ve tartışmalarda Clementine’in saç rengi sonbaharda dökülen yaprakların rengi, kavgalarla beraber aşk da soluyor, eksiliyor bu sahnelerde.
Bu renk seçiminin bir nedeni daha var; anlatıdaki doğrusal olmayan zamanı izleyicinin rahatça yakalamasına ve kavramasına izin vermek. Çünkü filmde Nietzsche’nin döngüsel zaman formu, belleğin bir düşünme yolu olarak kullanılıyor. Nietzscheci zamanın ve evrenin, döngüsel formda oluşları, olayların sonsuza kadar ebedi bir tekerrür içinde olacağı tezini içeriyor. Zamanı, üç boyutun birliği olarak kavrayan film, geçmiş, bugün ve gelecek arasında Joel’in zihni aracılığı ile bağ kurarken, bu döngüselliği aynı zamanda aşkla da yeniliyor. Birbirlerini zihinlerinden sildiren Joel ve Clementine, bu silme işlemine rağmen her seferinde yeniden birbirlerine tekrar ve tekrar aşık oluyorlar. Sadece Clementine ve Joel değil Mary de belleğinden sildirdiği Dr. Howard’a (Tom Wilkinson) nedenini bilmediği bir şekilde aşık olduğunu fark ediyor ve aşkını belleğinden sildirdiğini öğrendiğinde ise unutma eyleminin bir çözüm olmadığını anlıyor ve tüm sildirme işlemi yapanlara, hatırlamaları için sevdiklerini anlattıkları ses kayıtlarını göndermeye karar veriyor. Film, bu aşk döngüsünü sadece eylemlere indirgeyerek açıklayacak izleyicilerin önünü Patrick (Elijaj Wood) ile kesiyor. Çünkü Patrick, Joel’in bir taklidi olarak Clementine’i tavlamayı deniyor ancak başarılı olamıyor. Aksine onun kopya davranışları Clementine’i rahatsız ve hatta huzursuz ediyor. Peki aşkın eylemden daha fazlasını gerektiren hali nedir sizce?
Herkesin aşk patikaları ve manevraları farklıdır elbette, Lacan’a göre haz ilkesini görünmez bir yasa yürütür. Bu, kayıp nesnenin arayışıdır. Clementine ile Joel arasında olan ancak Clementine ile Partick arasında olamayan bu arayış tamamen bilinçdışında konumlanıyor. Bilincin tanımladığı davranışlar bir aşığa yeterli olmuyor, tam da bu yüzden Joel, Clementine’in silinmesine direnirken çocukluğuna ya da utancına kaçıyor ve hatta annesi ile karşılaşıyor. Böylelikle bilinçdışı isteğin nedenini, fantazma nesnesini, kısmi dürtü nesnesini anlamak mümkün olabiliyor..
Kayıp nesne arayışında, bu nesneye dair duyulan eksiklikle aşk arasında bir bağ vardır der Lacan. Ona göre seni seviyorum demek ben eksiğim ve sen benim eksiğime sesleniyorsun demektir. Aşkımızı ilan ederek, yani sevdiğimizi yüksek sesle dile getirerek, sevdiğimize eksiğimizi vermiş oluruz. Kendimizde bir şeyin kayıp olduğunu, eksik bir varlık olduğumuzu, tüm varlığımızla bir şey istediğimizi beyan ederiz. Ancak arzunun doğası özneyi, ona hiçbir şeyin vaat edilmediği ve hatta hiçbir şeyin garanti edilmediği bir tasavvura dahil olmaya davet eder. Tamlık, bütünlük tamamen kurgusal idealler olarak aşıkların karşısında durur. Gerçekte tamlık yoktur. Lacanyen arzu doyumsuzdur ve nesnesini ele geçirdiği anda elden kaçar. Bauman arzunun tüketme isteği olduğunu belirtir. İçmek, yiyip yutmak, sonra da sindirmek -yok etmek- demektir. Arzu hem çeker hem iter, hem keşfedilmemişin vaadi ile baştan çıkarır hem de kaçamak, inatçı ötekiliğiyle rahatsızlık verir. Başkalık tadılır, keşfedilir, ona alışılır ve evcilleştirilirse, buradan cezbetme iğnesi kırılmış olarak çıkılır.
Çiftin her görüşte birbirlerine yeniden aşık olmalarının bir diğer nedeni de muhtemelen yaşadıklarını hatırlamıyor oluşları dolayısıyla yaşadıklarını tecrübe edemiyor oluşlarıdır. Yani çift döngünün dışına çıkmayı başaracak bilgi ve deneyim eksiğinden yoksun oldukları için Nietzscheci anlamda döngülerini tekrar ve tekrar yenilemek zorunda kalırlar. İkilinin final sahnesinde tekrar karşı karşıya geldiklerinde, farklı olan şey de bu tecrübeyle ses kayıtları aracılığıyla yüzleşmeleridir. Ses kayıtlarını dinleyen çift, bilinçdışında yönlendirilen bu aşkın sonunun bazen yıkıcı olabileceğini bilmektedirler. Clementine’i sildirme sürecinde kaybetme korkusu ile yüzleşen Joel, Clementine üzerinde kurduğu iktidarın çöktüğünü anlar ve arzu nesnesinin garantisizliği ile yüzleşir. Kendi ses kayıtlarını dinleyen çift, kendi eksikliklerini de görür. Böylece bu aşk ikilinin farklılıklarını kapsar, aşkın kışı ile baş etmek için de ikiliye cesaret verir.
Bauman’a göre, aşk özen göstermek ve özen gösterilen nesneyi koruma arzusudur. Aşk, dünyaya eklenmekle uğraşır -her eklenti seven ben’in canlı izidir; aşkta -benin-hayatta-kalmasıdır. Dolayısıyla koruma, besleme, barındırma açlığı anlamına gelir ama aynı zamanda okşama, nazlanma ve şımartma ya da kıskançça esirgeme, etrafını çevirme, hapsetme açlığıdır. Aşk, hizmete girmek, her an hazır olmak, emre amade olmak anlamına gelir -ama aynı zamanda temellük ve sorumluluk alma anlamına gelir. (…) Her aşkta en azından iki varlık vardır, her biri bir diğerinin denklemindeki büyük bilinmeyendir. Sevmek bu yazgıya açılmak demektir, insanlık durumlarının en yücesidir. (…) Aşk, belirsiz ve nüfuz edilemez bir gelecek üzerindeki ipotektir.
Aşka dair belirsizliği en iyi anlatan kare, bence filmin afişinde de kullanılan buz tutmuş göl üstünde yatan çifte ait karedir. Mecazi olarak ilişkiler tam da buz üstünde olmak gibidir ve hatta buzdaki çatlaklara da açık olma halidir, tıpkı Clementine’in sağ ayak ucundaki çatlaklar gibi. Bu sahne hatırlanacağı üzere Joel’in “şu anda ölebilirim, çok mutluyum. Daha önce hiç böyle hissetmedim, şu anda tam da olmak istediğim yerdeyim” dediği yerdir de ve aynı zamanda sırt üstü bu buz kütlesinin üstünde yatarlarken ve birbirlerinin ellerini tutarlarken, en çok güven içerisinde hissettikleri yerdir de.
Filmin finalinde Clementine ve Joel, aşklarının, anılarının ve hatıralarının üzerinde tepinilmesi (ya da bira ve ot içilmesi ve umarsızca yok sayılması) yerine, geleceklerini ipotek altına almaya karar verirler, aşkla gelecek her şeyi “tamam” diyerek kabul ederler. Artık arzularından daha fazlasını göze alan çift, birbirlerine dair olumlu ve olumsuz unsurları kabul etmeyi öğrenmiş, yazgılarına doğru cesaretle yol almaya karar vermişlerdir.
Referanslar
- Gollancz, I., & Morten, H. (2020). The Love Letters of Abelard and Heloise. BiblioBazaar, Global Grey ebooks.
- Grau, C. (2009). Eternal Sunshine of the Spotless Mind. Routledge.
- Auge, M. (2000). Unutma biçimleri. Sert, M. (Çev.) Om Yayınevi.
- Nietzsche, F. A., & Alangoya, Z. (2011). Ahlakın Soykütüǧü: Bir Polemik. Kabalcı Yayınevi.
- Bauman, Z. (2012). Akışkan Aşk. Ergüden (Çev.). İstanbul: Versus Kitap.
- Fink, B. (2019). Lacan’da Aşk: VIII. Seminer Aktarım Üstüne Bir İnceleme. EO Gezmiş, Z. Oğuz (Çev.), Kolektif Kitap.