Bir grup Meksika’lı sinemacı Kristof Kolomb’un Yeni Dünya’ya adım atmasını ve yerlilerin vahşice sömürgeleştirilmesini anlatan filmlerini çekmek için Bolivya’ya gelirler. Bölge ucuzdur, yerliler günde 2 dolara çalışmaktadır. İşin özü; burası bütçeleri hafif tutmak isteyen uyanık sinemacılar için adeta bir ‘cennettir’.

Başlangıçta işler yolunda gider, hatta Gael Garcia Bernal’ın canlandırdığı heyecanlı yönetmen aradığı yerel yeteneği de bulur. Fakat çekimler başladıktan sonra çevredeki yerli halkla polis arasında bir gerilim olduğu ortaya çıkar. Halk, bedava su tüketme haklarının köküne kibrit suyu döken özelleştirmeye karşı çıkmaktadır. Mücadele kısa sürede sıcak çatışmaya dönüşür ve film ekibi ahlaki bir karar sürecinin ortasında kalır.

Su için mücadele eden protestocular eziyet görmektedir ve eziyet görenler arasında, oyuncu kadrosuna katılan bir adam da vardır. Bir süre sonra sokaklar savaş alanına döner ve ekip için filmi çekmek imkânsız hale gelir. İspanyol sinemacılar ya haklı buldukları isyancılara destek vereceklerdir, ya da tası tarağı toplayıp ülkeyi terk edecektir…

04

Take My Eyes ve Mataharis gibi filmleriyle dikkat çeken kadın yönetmen Icíar Bollaín, Even The Rain için kendisine çok doğru yol arkadaşları seçmiş. Ken Loach’la çalışan senarist Paul Laverty ve aktör Gael Garcia Bernal, politik duyarlılığı bilinen sinemacılar.

Lavert’nin senaryosu, ‘film içinde film’ mantığını çok başarılı bir şekilde kuruyor. Even The Rain’in konu edindiği sinemacılar, büyük keşif sonrası yerlilerin gördüğü zulmü anlatırken, kendi çevrelerindeki zulme seyirci kalıyorlar. Bu noktada Laverty’nin senaryosu sinema sanatının samimiyetini de, sinemacının sorumluluklarını da sorgulamayı başarıyor.

elfilm.com-tambien-la-lluvia-30252

Hükümet, insanların en doğal hakkı olan suyu özel şirketlerin kullanımına vererek, zaten günde birkaç dolara çalışarak sefalet içinde yaşayan halkı adeta suya muhtaç kılıyor ve isyan kaçınılmaz oluyor. Olayları izlemekle yetinen sinemacıların yaşadığı vicdan muhasebesi ise batılı beyaz adamın çelişkilerini yansıtıyor.

Bu arada, son yıllarda adını sıkça duyduğumuz sıkı oyuncu Luis Tosar’ın canlandırdığı yapımcı karakterinin geçirdiği değişim, bazen bir kişinin hayatını kurtarmanın dünyayı değiştirmenin ilk adımı olabileceğini gösteriyor ve umut veriyor.

Fragmanı izlemek için afişe tıklayın !

02

blank

Serdar Kökçeoğlu

1975 yılında Malatya’da doğdu. Hayatının ilk 7 yılı Almanya’da geçti. Babasına verilen lojman odasında halıya kurularak televizyonda izlediği bilim kurgu filmlerini ve açık hava sinemasında izlediği tuhaf komedi filmlerini de, Almanya’nın karlı havası gibi hiç unutmadı. 2002 sonundan beri çeşitli yayın ve platformlarda sinemayla bağlantılı işlerde görev aldı. Sinemayla ilgili işler dışında, müzikle bağlantılı projelerde yer almaktadır.

2 Comments Leave a Reply

  1. artık kişinin evindeyken,kendini evinde hissetmesi bir ahlak meselesidir.-Theodor Adorno-

    Sularımızı,dağlarımızı,şehirlerimizi geri almalıyız bir an önce,yarın çok geç olacak lan çok geç olacak.

  2. canımdan bir parçasın serdar ama ben bu filmi sevemedim. daha doğrusu sevdim ama beklediklerimi bulamadım. güney amerikadaki su problemini film iddia ettiği kadar detaylı ve cesurca irdelemiyor bence. elimizde çok iyi bir film var ama hayalkırıklığı yaşayanlar da şüphesiz olacaktır.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Hasret: Off Off!

Vizyonda, festival tadı yakalamak isteyenlere çok uygun bir film var;
blank

Otobiyografik Bir Yüzleşme: Bekleyiş (2021)

Bir annenin doğmamış çocuğuna çektiği görsel mektubu olan Bekleyiş, Akdağ’ın