“Unuturken hatırlamaya çalışıyorlardı”
The Exorcist kitabından
“The Exorcist” filmi 2001 yılında bazı ek sahnelerle yeniden gösterime girdiğinde genç seyircilerin alay konusu olmuştu. İnternetteki forumlarda filmi yeni gören genç izleyici kitlesi de filmi izlerken güldüklerini söyleyerek alay etme eğilimindedirler. 40 yıl sonra bakıldığında, Exorcist’in korku filmlerine aşina kimseler için artık hemen hiçbir korkutucu sahnesi yoktur denebilir. Ama 1973 yılında hiç de öyle değildi… Çıtı pıtı sevimli bir kız çocuğunun şeytansı korkunç bir varlığa dönüşmesi, ağza alınmayacak küfürler savurması, bir haçla bekaretini bozarak kanlar içinde mastürbasyon yapması, annesini kanlı cinsel organını yalamaya zorlaması, başını 360 derece çevirmesi gibi sahneler karşısında izleyenler dehşete kapılmıştı.
Öteki Sinema için yazan: Murat Kirisci
Katolik Kilisesi, filmi gösterdiği şeytansı imajlar nedeniyle ağır şekilde eleştirdi, aşırı dinci gruplar filmin Hıristiyan değerlere saldırdığı gerekçesiyle yasaklanması için seferber oldular. Filmin şeytanı yücelttiğini öne süren fanatiklerin ölüm tehditleri üzerine oyuncu Linda Blair’e yapımcı şirket Warner Bros. tarafından 6 ay boyunca korumalar tutuldu. Film İngiltere’nin bazı şehirlerinde ve (yazarının Lübnanlı olması nedeniyle) Lübnan dışında tüm Ortadoğu ülkelerinde yasaklandı. İngiltere’de videokasetinin satışı ve kiralanması 1999’a kadar yasaklı kaldı. Evanjelist Billy Graham yayın organlarında, Exorcist’in film rulolarının şeytanın gücünü barındırdığını(!) söylüyordu. Güney Baptist Kilisesinin genç lideri Mickey Munder, kilisenin arka bahçesinde düzenlediği sembolik kitap yakma töreninde Playboy dergileriyle birlikte Exorcist kitabını da yakmıştı. Kitap ve film “pislik, müstehcenlik ve ahlak bozukluğunun” tanımı olarak gösteriliyordu. Oysa Exorcist tam tersine, Hıristiyanlık değerlerinin yerle bir edildiği, dini dogmaların artık ciddiye alınmadığı bir dönemde yapılmış, dinsel inancı yücelten bir filmdi…
Aydınlanma Dönemi, Ortaçağ’da Avrupa’yı karanlıklar içinde yönetmiş olan din kurumlarını ve hurafeleri sorgulayarak aklı ve bilimi benimsemişti. 18. yüzyılda ise Aydınlanma’nın yalnızca bilimsel olarak kanıtlanabilir olanı yücelttiği dönemin “sıkıcılığına” bir tepki olarak, reddedilen akıl dışı dinsel mitleri, halk arasında anlatılagelen hurafe ve boş inançları temel alan “gotik edebiyat” ortaya çıktı. Bu edebiyat kullandığı olgular nedeniyle korkuyu, gerilimi ve –kötümser- bilimkurguyu öne çıkarmıştı. Korku bilmemekten, emin olamamaktan kaynaklı bir duygudur. Aydınlanma, bilmemeyi kötü saydığı ve yenmeye çalıştığı için, dinsel ve mitsel korkuyu yok etmeye girişmişti. Ama gotik bu olguları, korkutan ve tam da bu yüzden sevilecek anlatımlar içinde kullanır. Gotik yazarları, Aydınlanma’nın getirilerini ve sunduğu “bilgi özgürlüğünü” tabi ki reddetmiyordu. Eserleri bilimsel sunumlar değil sanatsal kurgulardı. Binyıllardır genlerimize işlemiş olan, bilinmeyenden kaynaklı korkuyu deşerek, buna bir anda gelişen özgürlük çağının yeniliğinden duyulan korkuyu da ekleyerek, korkutarak eğlendiren öyküler oluşturuyorlardı. Yani unuturken hatırlıyor; artık yüz verilmeyen eski korkuları ele alarak okuyucuların ilkel benliklerine tekrar hatırlatıyorlardı.
Özellikle Edgar Allan Poe’nun eserlerinde en başarılı örnekleri bulunan, kişisel korkular ve iç çatışmaların çevresel öğelerle, mekanlarla, gergin ve hüzünlü bir atmosferle anlatımı bu edebiyata asıl değerini verir. Mary Shelley’in Frankenstein kitabında da bilim, Aydınlanma Dönemi’nin yücelttiği gibi bütün olarak iyi değil, korkunç hayatlar ve acılar da yaratabilen kontrol altında tutulması gereken bir olgudur. Bu edebiyatın asıl öne çıkan figürü ise Dracula’dır. Bram Stoker, romanında eski mitlerden yararlanıp bilimin açıklayamayacağı karakter ve kurgular oluşturarak bir korku öğesi yaratır. Olayların çözümünü ise ancak Aydınlanma’nın yüz vermediği dinsel öğelerle mümkün kılar. Exorcist ise bu izleği daha da ileri götürerek kullanmıştır…
Dünyanın en komik filmlerinden biri olan Karanlıkta Bir Çığlık (A Shot in the Dark – 1964) filminin senaryosunu Blake Edwards’la birlikte yazmış olan William Peter Blatty,1971 yılında dünyanın en korkunç öğeler barındıran kitaplarından biri olan The Exorcist’i yayınladı. Kitap ilk çıktığında çok fazla dikkat çekmemişti ama Blatty, davetli olduğu Dick Cavett’in televizyon şovunda kitabının reklamını etraflıca yapma olanağı buldu. Bunun ertesinde kitap bir anda New York Times çok satanlar listesinde tırmanmaya başladı ve tam 17 hafta bir numarada kaldı. 57 hafta boyunca da o listeden çıkmadı.
Blatty, kitabın haklarını sattığı Warner Bros. için kitabını senaryolaştırdı ve yapımcısı da olduğu film, William Friedkin yönetmenliğinde çekildi. Film ilk başta yalnızca 26 sinemada gösterime girdi. Ama filmi izleyenler arasında korkudan bayılanlar, filmin yarısında sinemayı terk edenler olduğuyla ilgili haberler yayılmaya başlayınca insanlar filmi merak ederek sinemalara akın ettiler. Filmin seyircide yarattığı dehşeti anlamlandırabilmek için, Ocak soğuğuna rağmen sinema önünde uzun kuyruklar oluşturanları, filmi izlemeye dayanamayıp kendini dışarı atanları, korkudan bayılanları, stres içinde sinemayı terk eden insanları gösteren haber videolarını izlemek yeterli olur. Kitabın ve filmin bunca ses getirmesinin nedeni neydi? Bunun yanıtını kitap ve filmin, gotiğin hemen tüm gereklerini yerine getirip, “unuturken hatırlamasında” aramak gerekiyor.
1973 yılı, ABD’de ateşli tartışmaların süregittiği bir dönemdi. Vietnam Savaşı’nın devam eden sıcak etkileri, Roe v. Wade adıyla bilinen davada kürtajın serbestliğini sağlayan Amerikan Yüksek Mahkemesi kararı ve son hızıyla devam etmekte olan cinsel devrim özgürlüğün tutuculuk üzerindeki zaferini kutluyordu. ABD halkının çoğunluğu McCarty Dönemi’nin baskıcı, muhafazakar yönetiminden sonra üniversite gençliğinin önayak olduğu küçük bir Aydınlanma Dönemi yaşamaktaydı. Her alanda sınırlar, tutucu toplumsal kurallar yıkılıyor, yeni sanat akımları gelişiyordu. 50’li yılların kutsal çekirdek ailesi, dinsel dogmalar ve kötücül uzaylılar olarak gösterilmiş Komünizm korkusu eski gücünü yitirmişti. Din temelli ahlak anlayışı yerine bilimsel ve akılcı temellere dayanan etik anlayışı benimsenmişti. Exorcist ise tam da bu ortamda, Dracula’nın yaptığını tekrarlayarak pozitif bilimin çözemeyeceği bir kurgu oluşturuyordu. Korkuyu masum bir kız çocuğunda şekillendirerek, terk edilen kutsal aile değerlerini, her şeye bir çözüm uydurabilen dinsel inancın huzurunu, buna karşın bilimin anlam verilemeyen ve henüz çözemediği olaylar karşısındaki acizliğini hatırlatmaya kalkıyordu…
Oynadığı filmde, üniversite yönetimine karşı protesto gösterisi yapan öğrencilere öncülük eden bir aktivisti canlandıran Chris, bu film için Washington’da kiraladığı evde kızı Regan’la oturmaktadır. Chris kocası Howard’dan boşanmıştır ve Regan’ı babasız büyütmektedir. Chris Regan’a babasını hala sevdiğini söyleyip onu rahatlatmaya çalışsa da Regan’ın doğum günü için ona ulaşmaya çalışırken Howard’a demediğini bırakmaz. Buna şahit olan Regan’ın duygusal boşluğu daha da büyür. Regan bu yüzden kendine, adı Howard’ı anıştıran Kaptan Howdy adında var olmayan bir baba figürü oluşturmuştur. Ruh çağırma tahtasıyla oynarken Kaptan Howdy’nin onunla konuştuğunu iddia eder.
Babasızlık, annesini tek başına yaşamaya terk etmiş olan Peder Karras’ın da derdidir. Babasız bir ailede büyüdüğü gibi, onun yerini alması gereken Tanrı’ya olan inancını da yitirmiş bir din adamıdır. İnancını neden kaybettiği ise söylenmez. Belki aldığı bilimsel eğitim buna neden olmuştur diye tahmin yürütebiliriz. (Oysa kitapta bu konu açıktır. Dünyada yaşanan kötülüklere Tanrı’nın suskun kalması kafasını karıştırmakta, onu görerek, ondan bir işaret alarak tekrar inancına kavuşmayı dilemektedir. “Mantığına ve bilgisine rağmen duasının duyulması için yalvarmaktadır, bunun imkansız olduğunu bilse de…”)
Chris de inançlı biri değildir. 70’li yılların özgürleşen, çalışıp tek başına var olabilen kadın figürü, dini inancı olmadığı gibi kızını da dinsel eğitimden uzak yetiştiren modern bir kadındır. Kızının yatağında haç bulduğunda evdeki hizmetçileri azarlar. (Bu öğeler kitapta çok daha sert ve belirgindir. Chris haçı bulduğunda çılgına döner, din adamlarından hiç hazzetmez, evine gelmelerini asla istemez vs.)
Chris, Regan’ın rahatsızlığı başladıktan sonra onu hemen hastaneye götürür. Kızcağıza hastalığını öğrenebilmek için defalarca, acı verici süreçler olarak gösterilen testler uygulanır. Regan’ın olağanüstü davranışları daha önce de görülmüş olan vakaları andırmaktadır ve doktorlar bunları Chris’e açıklayıp dururlar ama sonuçta onlar da yenilgiyi kabul ederler. Tıp Regan’ın hastalığını anlayamamıştır. Bir de üstüne bu doktorlar Chris’e kızını bir “şeytan çıkarıcı”ya götürmesini önerirler. Chris’in şaşkın bakışlarla “Yani siz bana kızımı bir ‘cadı doktor’a mı götürmemi söylüyorsunuz??” demesi ve yanıt alamamasıyla pozitif bilim gömülür. Rahip Karras’ın da Regan’ın değişimine bilimsel nedenler araması boşa çıkınca meydan artık dini inanç ve tinselliğin olur. Film aslında uzun süre açık gerçeğin karakterler tarafından da kanıksanmasını beklemekle geçer: Regan, Şeytan/Pazuzu tarafından ele geçirilmiştir…
Adı verilmese de filmin başında Arkeolog Peder Merrin’in Kuzey Bağdat’taki Ninova kazılarında bulduğu madalyon ve sonrasında dehşet içinde bakıştığı heykel, Pazuzu’ya aittir. Pazuzu, hastalık, rahatsızlık verdiğine inanılan bir şeytani varlıktır. Buna rağmen Sümer mitolojisinde yeni doğan çocukları ve anneyi dişi bir demon olan Dimme’den korumak için Pazuzu madalyonları ve imgeleri takılırdı. Filmin başında, bulunan Pazuzu madalyonu için kullanılan “Şeytana karşı Şeytan” sözüyle de bu olgu betimlenir. Ama film Pazuzu’yu Dimme yerine koyarak onu küçük bir kıza musallat eder.
Exorcist filminde kendisinin şeytan olduğunu iddia eden bu varlık, neden milyonlarca insan içinden Regan’ı seçmiştir? Chris ateisttir. Regan din eğitimi almamıştır. Karras inancını yitirmiştir. Öyleyse şeytan neden onları yok etmeye çalışmaktadır? Filmde açıklanmayan bu durum bize, şeytani varlığın ve yaptıklarının diğer karakterlerin iç sorun ve çatışmalarının bir alegorisi olduğunu gösterir. Kitapta Chris, Regan, Karras ve Merrin, dördü de bu alegorinin konusuyken film bunlardan yalnızca Karras’ı seçmiştir. (Kitapta Chris, ailesi yerine kariyerini önemsediği, bu yüzden boşanıp kızıyla da fazla ilgilenemediği için bir suçluluk duyar. Şeytan Chris’e “Bunları yapan sensin! Kariyerini her şeyin önünde tutan, kariyeri için kocasını terk eden…” der. Regan da anne babasının boşanmasından kendini sorumlu tutmaktadır. Ayrıca yaşadığı kişilik bölünmesi, tam da 12. yaş gününün ertesinde başlar. Ergenlik bunalımları; kaybolan eşyalarla dikkat çekme çabaları, yatak sallanması, aşırı cinsel dürtüler ve küfürler olarak betimlenir.
Bu dürtüler şeytani sayıldığından, yarattığı ikinci kişilik olan şeytan yoluyla kendini cezalandırmaktadır. Peder Merrin’in de önceden inançsız olduğunu ve bunun ıstırabını halen yaşadığı görülür. Karras’la dertleşirken Tanrı’nın inayetini her zaman görmemeyi, zulümler karşısında sessiz kalmasını yanlış anladığını söyler. Kendini kandıran ama herhalde çoğu evli çifti pek kandıramayacak şöyle bir açıklama sunar: “Garip bir körlüktü yaşadığım. Kim bilir kaç evli çift, sırf sevdiğini görür görmez kalbi sıkışmıyor diye aşkın bittiğine inanmıştır, düşünebiliyor musun?”)
Peder Karras, annesine gerektiği gibi bakamamış olmaktan, onun akıl hastanesine yatırılmasından ve tek başına ölmesinden dolayı büyük bir suçluluk duygusu içindedir. Buna ek olarak inancını yitirmiş olmaktan doğan kaygıları da onda suçluluk duygusu oluşturur. Metroda gördüğü ondan yardım dilenen evsize yüz çevirir. Suçluluk duygularından kurtulmasının yolunu inanç olarak görmektedir. Eğer inanabilirse rahatlayacaktır. Bu yüzden Karras, Regan’ın gerçekten bir şeytan tarafından ele geçirildiğini kanıtlamaya çalışır. Çünkü bunu kanıtlarsa kendi de inancı için bir kanıt elde etmiş olacak ve annesine ve başkalarına ettiği kötülüklerin ağır yükünden kurtulmak için günah çıkarabilecektir.
Peder Karras bu kanıtı sonunda elde ettiğini düşünür ve Peder Merrin’in de ölümüyle, kendini feda ederek Regan’ı kurtarır. İnsanlık yerine acı çeken İsa figürüne dönüşür. İnancını tekrar bulmuş şekilde günah çıkararak can verir. Film şeytanın akıbeti hakkında bilgi vermese de Tanrı’nın varlığını inançsız karakterlerine kabul ettirerek sonlanır. Böylece film inancı kutsar ve yüceltir.
Bu filmin fanatik dinciler tarafından kutsala saldırı olarak nitelenmesi, her din ve ideolojide var olan düşünme yoksunu mensuplarının körlüğünü açıkça ortaya koyuyor. Exorcist filminden sonra ne dindarlar dinden uzaklaşmış ne de dindar olmayanlar bilim bazı konularda henüz yetersiz diye dine dönmüşlerdir. Filmler, öyküler, tiyatro oyunları, resimler ve diğer tüm sanat ürünleri kişilerin dinsel ve politik değişimlerini amaçlamaz ve görevi de değildir. Kişi ve kurumların, sanatçıların hayatla ilgili her olguyu algılama biçimlerinin yansımaları olan sanat eserlerini, kendi düşünce kalıpları çerçevesinde kalmaya zorlaması, bunun için katliamlar yapması, ahmakça, aşağılık ve asla amacına ulaşamayacak çabalardır.
Sanatsal yayın ve eserlerle inançlarının zarar göreceğini düşünen kimselerin akıl almaz tepkileri aslında onların inançlarının ne kadar zayıf olduğunu apaçık ortaya koyar. Asıl kendilerinin şeytan tarafından ele geçirilmiş gibi canice davranışları, bu zayıflıklarını örtüp inançlarının güçlü olduğunu kanıtlamaya çalışmaktan başka bir şey değildir. Exorcist kitabında şöyle bir konuşma geçer: “Bugün bir katil için öldürme nedeni bir sorumluluk haline geldi… Bütün dünya topluca sinir krizi geçiriyor.”
Çok kapsamlı bir inceleme yazısı olmuş tebrikler,ayrıca son satırlarda dediklerinizle yobazlara güzel noktayı koymuşsunuz :) öteki yazılarınızı merak ettim, kesinlikle okuyup bakacağım.