En çok çaresizlik yıkıyor beni. Dost kim, düşman kim? Güvenebileceğim bir yer var mı? Bileğini bükeceğim, güreşeceğim, silah çekip vuracağım bir düşman? Hakkımı arayacağım bir makam? Kim haklı, kim haksız anlamıyorum, aklım almıyor! Neden oldu bütün bunlar.

27540Aynı Tarık Akan’ın söylediği bu can alıcı replik gibi. “Neden oldu bütün bunlar” Nedenleri saymakla bitmeyecek ama her defasında en başa döneceğimiz 12 Eylül Askeri Darbesi’nin sonrasında, küçük bir Ege kasabasında yaşananları odak noktasına alan Eylül Fırtınası, dokunaklı yapısıyla göz dolduran bir film.  Bir yandan Ege’nin sıcaklığını, samimiyetini sonuna kadar hissettiğimiz, diğer taraftan ise darbe sonrası yaşanan hayatlara tanıklık ettiğimiz filmin yönetmen koltuğunda ise sinemamızın duayenlerinden Atıf Yılmaz oturuyor. Ona, kamera önünde yardımcı olanlar ise Yeşilçam’ın bir başka büyük ustası olan Tarık Akan, küçük yaşta ortaya koyduğu performansla parmak ısırtan Kutay Özcan ile Deniz Türkali ve Zara.

Küçük Metin, darbe sonrası bakıcısıyla baş başa kalmış bir çocuktur. Annesi hapiste, babası ise firaridir. Bir gece eve yapılan baskın sonucunda, Bozcaada’da yaşayan dedesinin yanına gönderilen Metin’in hayatı artık tümden değişecektir. O bir yandan annesine ve babasına karşı duyduğu özlemle yanıp tutuşurken, bir yandan da çocukluğunun getirdiği masumiyetle yeni hayatına uyum sağlamaya çalışacaktır. Onun bu küçük kasabadaki en büyük destekçisi ise dedesi Hüseyin Efe ve aile dostları Şerife Teyze’si olacaktır. Ne var ki Metin’in geldiği bu sakin kasaba, zamanla dönemin siyasi yapısından da nasibini alacak ve o küçük çocuğa bu yaşına rağmen büyük yaşanmışlıkları omuzlarına yükleyecektir.

Eylül Fırtınası’nı iki yönden ele almakta yarar var. İlki Metin’in odak noktasında olduğu hikâyenin naif tarafı. Yaşanan onca acıya, hukuksuzluğa, adaletsizliğe rağmen aslolan umuttur algısı, hikâyenin odak noktasındaki Metin’in varlığıyla her daim diri tutuluyor. Filmin bunu oldukça içten bir şekilde yapması hem seyir zevkini yukarılara taşıyor hem de ajiteye oldukça meyilli olan bir konunun dramatik yapısını belli bir çizgide götürmesine olanak sağlıyor.

Filmi Metin’in gözünden izlememize olanak sağlayan bu anlatım yapısı, çocukların çevrelerinde olup biten onca gelişmeye rağmen, her olaya ne denli masumane yaklaşabildiklerini de açıkça gözler önüne seriyor. Ve odak noktasını siyasi bunalımdan çıkarıp; Metin’in ilk aşkına, anne baba hasretine, çevreye yaydığı pozitif enerjiye odaklatabiliyor. Durum böyle olunca yer yer, oldukça ağır bir şekilde devreye giren dramatik yapı dengeye geliyor ve hikâye izleyenlerine her duyguyu tadında yaşattırıyor.

eylul_firtinasi_2_width600

Filmin bir diğer ana başlığı ve hikâyenin asıl alt benliğini oluşturan olay ise 12 Eylül Askeri Darbesi. Bir yandan darbe sonrası parçalanmış, yok olmaya yüz tutmuş ailelere ve insanlara tanıklık ederken, bir yandan bu faşist darbenin neden, hangi sebeple ve kime karşı yapıldığı filmin içinde üstü kapalı eleştirilen unsurların başında yer alıyor. Sahi yok olan devlet düzenini geri getirmek için yapıldığı söylenen darbe, devleti ve halkı tümden yok etmeye teşebbüs eden bir hareket olmasın sakın?

Öncelikle filmin darbenin karşısında duran ancak yine de kör göze parmak sokar misali bir darbe eleştirisi yapmadığını söylemekte yarar var. Atıf Yılmaz bu noktada, hikâyeyi küçük Metin’in gözünden ilerletmeyi tercih etmiş ve darbenin onun özelinden çıkıp tüm çocukların hayatına nasıl yansıyabileceğini mercek altına almıştır. Bu nedenledir ki, Tarık Akan’ın yaptığı birkaç sistem eleştirisi üstü kapalı bir şekilde geçilmekte ve hikâyenin bütününü ele geçirmemektedir.  Onun tüm film boyunca sorduğu ve esasen darbenin en büyük çıkmazlarından biri olan “düşman kim” sorusu ise aslında filmin en önemli yapı taşlarından.

Bir baba kendi öz evladından eminse ve geriye tek suçlu olarak devlet kalıyorsa elden ne gelir? Gerçekten delirmemek elde değil. Adaletin olmadığı, tek suçu anne olmak olan bir kadının çocuğundan koparıldığı, 7’den 70’e herkesin hayatını sil baştan değiştiren bir hareket devletin bekası için gerçekleşiyorsa varsın devletin bekası gerçekleşmesin. Devlet, kendi halkının özgürlüğünü korumakla mükellef bir oluşumdur. Eğer ki, topraklarında yaşayan insanlarının özgürlüğünü kısıtlıyor hatta yaşamalarına engel oluyorsa devlete ne hacet! Siyaset felsefesi üzerine çalışmalar ortaya koyan Thomas Hobbes’un bu konu ile ilgili görüşleri ise oldukça nettir. “Devlet, kargaşa ve çatışma haline son verip, insanlarının güvenlik içerisinde yaşamasına olanak sağlamakla görevlidir”. Gel gör ki, çatışmalara son vermek adına yapılan darbe, toplumu daha büyük iç çatışmalara itiyorsa orada duracaksın arkadaş!

eylul-firtinasi-1999wosjvvhgp0odsduqrmzaua

Filmin üstü kapalı bir şekilde yaptığı bu eleştirinin başını ise, devletin anarşiyi sokaklardan alıp evlerin içine kadar getirmesi geliyor. Ailelerin paramparça olduğu, bir annenin çocuğunun ona dokunmasından korktuğu, bir babanın henüz daha okul çağındaki evladını geride bırakacak kadar korkmuş olmasının sebebi devlet ise, bu yalnızca gerçekleşen faşizan tutumla ilişkilidir. İşte Atıf Yılmaz’ın bu konuya ince bir şekilde eğilmesi filmi değerli olarak varsaymamıza olanak sağlıyor. Evet, usta yönetmen darbeyi eleştiriyor ancak bunu filmin her bir saniyesine giydirmeyerek çok da doğru bir iş yapıyor aslında. Tarkovski’nin de dediği gibi “Bir sanat eserinin düzeyi, ifade ettiği fikir ne kadar derinlere gömülmüşse ve ne kadar iyi saklanmışsa o kadar iyidir.”

Atıf Yılmaz, anlatmak istediklerini en derinlere gömerken, filmin görünen kısmıyla da aslında oldukça duygu yüklü bir Ege öyküsünü servis ediyor. Sıcacık komşu ilişkileri ve arkadaşlıkların yanı sıra siyasetin gereksizce kutuplaştırdığı insanoğluna, günlük hayatta olduğu gibi bu filmde de rastlamak mümkün. Bu nedenle hikâyeyi oldukça realist tasarlanmış bir yapı olarak betimleyebiliyoruz. Bu noktada parantez açmamız gereken isim ise şüphesiz Atıf Yılmaz. Sinema tarihimizin en üretken, en nevi şahsına münhasır isimlerinden olan usta yönetmenin anlatacakları, anlatmak istedikleri asla bitmedi. Keşke daha uzun ömrü olsaydı da onun sinemasına hasret kalmasaydık. Ancak yine de o öylesine güzel eserler bıraktı ki bizlere, hayran kalmamak elde değil. Aynı Eylül Fırtınası’nda olduğu gibi. Aslında o bir nevi, bu film vesilesiyle 12 Eylül ile hesaplaşmasını gerçekleştiriyor. Küçük hayatların omuzlarına ne denli büyük sorumluluklar yüklendiğine ışık tutuyor. Bunu yaparken tercih ettiği anlatım dili ise, adeta insanın içine işliyor. Kolay değil, 12 Eylül gibi tarihimizin en ağır siyasi bunalımını anlatırken tebessüm ettirmek. Ancak konu Atıf Yılmaz olunca, işin rengi değişiyor haliyle. Usta yönetmen; bir yandan Metin vesilesiyle içimizdeki o küçük çocuğu dışarı vurmamıza olanak sağlarken, bir yandan da hikâyenin en derinlerine gömdüğü sistem eleştirisiyle, yeri geldiğinde gocunması gerekenlerin suratına gerçekleri tokat gibi çarpıyor. Gerçekten takdire şayan.

Gelelim filmin oyunculuklara. Yakın zamanda kaybettiğimiz usta oyuncu Tarık Akan’ın bu filmde kendini bir nebze olsun geride tuttuğunu görüyoruz. Onun ortaya çıktığı yerler genellikle, hayat boyu sergilediği duruşu gibi eleştirisel anlarda oluyor. Ancak onun geri planda durmasının bir diğer nedeni de şüphesiz Metin rolüne hayat veren Kutay Özcan. Genç oyuncu öylesine büyük oynuyor ki, Tarık Akan gibi büyük bir ustanın bile önüne geçmeyi başarıyor. Uçurtmayı Vurmasınlar’daki Barış rolüyle gönülleri fetheden Ozan Bilen’den sonra kanımca Türk Sineması’nın gördüğü en iyi çocuk performansının altına imzasını atıyor Kutay Özcan. Tüm film boyunca kâh güldüren, kâh hüzünlendiren sahnelerin hemen hemen hepsinde boy gösteren oyuncu, o şirin ses tonuyla ve bakışlarıyla filmin sıcaklığını karşı tarafa geçirmede oldukça önemli bir rol teşkil ediyor. Nitekim en az onun kadar değerli bir performansın altına da Deniz Türkali imza atıyor. Ancak Zara için aynı şeyleri söylemek ne yazık ki mümkün değil. Tonlama hatalarından, yapay bakışlarına kadar başından sonuna kadar hiçbir artısı olmayan bir performansla karşımıza gelen Zara, ne var ki diğer oyuncuların oldukça büyük oynamasından dolayı çok fazla göze batmıyor.

Eylül Fırtınası, oldukça bıçak sırtı bir hikâyeyi merkezine almasına rağmen asla ajite etmeyen, başından sonuna kadar naif yapısını korumayı başaran bir film. Tarık Akan gibi değerli bir ustanın son dönem eserlerinden olan film, ayrıca küçük oyuncu Kutay Özcan’ın iç ısıtan performansıyla daha da değerleniyor. Ancak filmi önemli kılan en önemli unsur şüphesiz, 12 Eylül’ün bıraktığı enkazlara ışık tutması. Eylül Fırtınası; darbe sonrası yaşanan yahut yaşanması muhtemel bir aile dramıyla birlikte, zaman zaman yaptığı sistem eleştirisiyle de dikkatleri üzerine çeken bir yapım. Atıf Yılmaz’ın bu değerli anlatısı hâlâ sinemamızın en dokunaklı filmlerinden biri olarak anılmaktadır.

Not: Bu yazı hayatı boyunca doğru bildiğinden şaşmayan, sözünü söylemekten asla geri durmayan ve omurgalı duruşuyla takdir toplayan sinemamızın en büyük ustalarından Tarık Akan’a adanmıştır.

blank

Polat Öziş

1992 İzmit doğumlu… Küçük yaşlarda tanıştığı Yeşilçam filmleri sayesinde sinema en büyük tutkusu oldu. Sonrasında ilginç bir şekilde Muğla’ya İktisat okumaya gitse de tutkusundan vazgeçemedi ve sinemayla ilgili çalışmalar ortaya koymaya başladı. İzledi, düşündü, çekti. Sonunda ise filmler hakkında yazmaya başladı. Film Arası Dergisi, Film Hafızası ve Öteki Sinema’da çok sevdiği filmler hakkında yazmaya devam ediyor.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

The People vs George Lucas (2010)

The People vs George Lucas, ilk etapta Lucas’ın hakkının teslim
blank

Hollywood Bunu Hep Yapıyor: Bir Algı Makinesi Olarak Argo (2012)

Argo adlı filmin en etkileyici sahnesi, birkaç İranlı milisin Şah