!f İstanbul 12 yaşında!
!f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali 12 yaşında. Toronto’dan Venedik’e, Sundance’den Cannes’a, dünyanın önemli festivallerinde büyük ilgi görmüş filmlerin Türkiye galalarının yapılacağı !f İstanbul, heyecan verici programıyla 14 Şubat’ta başlıyor. !f 2013’ten Seçtiklerimiz listemizin zamanı gelmiş demektir.
12. !f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali, 14-24 Şubat tarihleri arasında İstanbul’da Beyoğlu Cinemaximum Fitaş, İstinye Park Cinemaximum, Cinemaximum Budak, 28 Şubat-3 Mart tarihlerinde de Ankara Cinemaximum CEPA ve İzmir’de ise Cinemaximum Forum Bornova sinemalarında gerçekleşecek.
İstanbul’da bilet ücretleri:
Hafta içi Gündüz Gösterimleri: 7 TL
Tam: 14 TL (Hafta içi 19:00 seansı ve sonrası ile hafta sonu tüm gün)
Öğrenci: 11 TL (Hafta içi 19:00 seansı ve sonrası ile hafta sonu tüm gün)
“Ev” Bölümü Filmleri: 7 TL
21:30 – 22:00 Seansları: 16 TL
Ankara ve İzmir’de bilet ücretleri:
Hafta içi Gündüz Gösterimleri: 7 TL
Tam: 13 TL (Hafta içi 19:00 seansı ve sonrası ile hafta sonu tüm gün)
Öğrenci: 10,5 TL (Hafta içi 19:00 seansı ve sonrası ile hafta sonu tüm gün)
“Ev” Bölümü Filmleri: 7 TL
21:30 – 22:00 Seansları: 13 TL
Festival hakkında daha detaylı bilgi almak için http://www.ifistanbul.com/tr adresini ziyaret edebilirsiniz.
Biz de Öteki Sinema olarak !f 2013 programı içerisinden radarımıza takılanları sizlerle paylaşalım istedik.
O som ao redor / Komşu Sesler (2012)
Brezilya’nın Recife adlı kıyı kasabasında bir mahallenin sakinlerinin yaşamlarında geziniyoruz. Mahallede olan biten her şey yaşlı Francisco’dan soruluyor. Francisco’nun torunlarından biri ailenin emlak şirketinin patronluğunu yaparken diğeri arabalardan radyo çalıp satarak hayatını idame ettiriyor. Mahallenin sürekli ot içen depresif ev kadını, komşusunun havlayan köpeğini susturmakla kafayı bozmuş. Kadının kızı ise kâbuslarında evlerine yabancı birilerinin girdiğini görüyor. Bir de mahalle sakinlerinin birer aile üyesiymiş gibi davrandıkları siyahî hizmetçiler var. İşte böyle bir ortamda mahallenin huzurunu korumak için bir grup güvenlik görevlisi mahalleye geliyor ve herkesin hayatı değişmeye başlıyor. Komşu Sesler oyuncaklı hikâyesiyle kimi zaman zekice yazılmış bir komediyken kimi zaman bir gerilim filmine dönüşerek türler arasında geziniyor. Filmin sinemasal anları ve sesleri enfes bir şekilde bir araya geldiğinde, seyirci sihirli bir şekilde filmin şiddet ve modern yaşam üzerine yaptığı tespitlerle geniş bir anlam dünyasının içine sürükleniyor.
Zerre (2012)
Zeynep bu büyük evrende ne kadar yer kaplıyor? İşsizlikle dolu bir şehirdeki insanların hayatları, uçuşan sayısız parçacıklar gibi küçücük müdür? Zerre’de, annesi ve kızıyla hayatını devam ettirmeye çalışan Zeynep’in, bir tekstil atölyesindeki işinden kovulduktan sonraki iş bulma mücadelesini izliyoruz. Kamera Zeynep’i bir saniye bile yalnız bırakmıyor. Zeynep’in dünyası – Tarlabaşı’nın sokakları ve evleri – karanlık ve klostrofobik. Zeynep her daim mücadele içinde. Açılış sahnesiyle bile bizi bir hapishanedeymişiz gibi hissetirebilen Zerre, çıkışsızlığı ve distopik bir coğrafya olarak şehrin sıkıntısını iliklerimize kadar işliyor. Bu bir ilk yönetmenlik denemesi, ancak özenli bir belgesel geçmişini de hissetiriyor ve işçi sınıfına gerçekçi, sade bir bakışla selam duruyor.
Holy Motors / Kutsal Motorlar (2012)
Yönetmeni dahil kimse ne hakkında olduğunu tam anlayamıyor – ama herkes bayılıyor! Devam etmeni ne sağlıyor Oscar? Cevap: Eylemin güzelliği. Bir gün içinde Paris’te dokuz ayrı karaktere bürünen bir adam. Bazıları bu filmi yılın en iyi yapımı ilan etti, başkaları ‘gözüpek ve dahiyane’ olarak tanımladı. Oscar bir işadamı. Çok zengin ve gizemli bir adam tarafından tuhaf bir iş için görevlendiriliyor. Bir limuzinin içinde kılıktan kılığa girerek çeşitli randevulara gidecek. Bazen bir dilenci, bazen yeğenine veda eden yaşlı bir adam ya da bir cambaz olacak. Ama neden? Filmde, çok sayıda derin ve felsefi yorum yapılmasını sağlayacak malzeme var. Ama belki de hepsi sadece zevk içindir. Çünkü bir nedeni olsun ya da olmasın, bu filmi izlemek son derece büyülü ve esrarengiz bir deneyim: komik, hüzünlü, duygulu, çılgın ve gerçeküstü. Carax, sinemanın sınırlarını biçim ve içerik olarak sonuna kadar zorlayarak, sadece hikâye anlatmaya yaramadığını kanıtlıyor.
Seven Psychopaths / 7 Psikopat (2012)
In Bruges fanları ve Tarantino tarzı dehayı sevenler toplansın! 7 Piskopat sizi hayal kırıklığına uğratmayacak. Uzun süredir düzgün bir şey yazamayan senarist Marty, tam da yazmak istediği türden psikopat bir hikâyenin içine düşmek üzere. Çünkü sağolsun, köpek kaçırma işlerine dalan arkadaşı Billy, aslında hiç bir yardımı dokunmayan her türlü yardıma hazır. Billy’nin Hans’la yaptığı küçük üçkağıtçılığın ucu bir mafya babasının sevgili minik köpeğine değince, bu üçlü kendilerini ancak filmlerde olabileceğine inandıkları bir dünyada bulur. Colin Farrel, Sam Rockwell ve Christopher Walken gerçekten müthiş bir takım olmuş. Komedi, drama, aksiyon – her rolde akıyorlar. Vahşi ve manyak mafya babası rolündeki Woody Harrelson da ekibin tuzu biberi.
Iron Sky / Demir Gökyüzü (2012)
İkinci Dünya Savaşı’nın son günlerinde, Nazi’ler çok gizli bir uzay programı sayesinde ayın karanlık yüzüne kaçarak yok edilmekten kurtulmuştur. Büyük bir gizlilik içinde yaşadıkları yetmiş yıl süresince dev bir uzay gemisi filosuyla donatılmış muazzam bir uzay istasyonu kurmayı başarmışlardır. Ancak, Amerikalı astronot James Washington aya iniş yaparken ufak bir aksilik sonucu yanlışlıkla bu sırrı ortaya çıkarır. Bunun üzerine, Udo Kier’in canlandırdığı ‘Ay Führeri’ dünyayı geri alma zamanının geldiğine karar verir. Acaba bu sadece Amerika’da sürmekte olan başkanlık seçimleri için düzenlenen kampanyaların bir parçası mıdır? Daha şimdiden kült statüsüne ulaşmış olan Demir Gökyüzü muazzam set tasarımları, incelikli hicvi ve huysuz karakterleriyle dikkat çekiyor. Laibach’ın müthiş müzikleri de cabası.
Maniac / Manyak (2012)
Elijah Wood’u tatlı küçük bir hobbit olarak tanıyanlar, onu karşılarında mükemmel bir ‘manyak’ olarak gördüklerinde afallayacaklar. ‘Tek Yüzük’ onu ele geçirmeye başladığında kocaman gözlerinde oluşan ifade belki de onun bu filmdeki gibi rollere uygunluğunu gösteren bir sinyaldi. Filmde, antika taş mankenleri, öldürdüğü güzel kadınların kafa derileri ile restore eden Frank’i izliyoruz. Derken, onun işine hayranlık duyan genç fotoğrafçı Anna çıkıyor ortaya ve karakterimizin arkadaşı oluyor. Frank, Anna’yı takıntı haline getirdikçe, öldürme açlığı tamamen kontrolden çıkıyor. Manyak, William Lustig’in 80’lere damgasını vuran, büyük bir fan kitlesi olan şiddet dolu korku filminin yeniden çevrimi. Orijinal filmin en şüpheci fanatikleri bile, Aja’nın versiyonunun orijinalinin hiç gerisine düşmediğini; atmosfer, müzik ve farklı New York görüntüleriyle fazlasını bile kattığını söylüyor.
Pusher (2012)
Eski !f favorilerinden Pusher, Nicholas Winding Refn’in yapımcılığını üstlendiği, adrenalin dozu yüksek yeniden uyarlamasıyla bir kez daha karşınızda. Film, özellikle soluksuzca ilerleyen ritmi ve halusinatif görselliğiyle dikkat çekiyor. Hikâye, bir uyuşturucu satışı sırasında gerçekleştirilen polis baskınıyla hayatı tepetaklak olan Frank’in etrafında şekillenmekte. Bu baskın yetmezmiş gibi, Frank’in tedarikçisi Milo’ya da birikmiş borcu vardır ve Milo ona borcunu geri ödemesi için sadece 48 saat süre vermiştir. Frank umutsuzca para bulmaya çalışırken hayatını değiştirecek kararlar vermek zorunda kalacaktır. Pusher, sadece orijinal filmin nefis bir güncellemesi değil. Yönetmen Prieto, kendine ait bir atmosfer yaratmada oldukça başarılı ve filmin modern hayatın karmaşasına dair düşündürdükleri Refn’inkiler kadar etkileyici. Orbital’in harika tekno müzikleri de şüphesiz Pusher’ın geri dönüşünün bir başka habercisi.
Simon Killer / Katil Simon (2012)
Martha Macy May Marlene ve Afterschool’un yönetmen ve yapımcılarından tedirgin edici yolculuk. Film Hakkında Brady Corbet’in canlandırdığı Simon, uzun süreli bir ilişkinin ardından kız arkadaşından ayrılınca bir Avrupa gezisine çıkmak üzere Paris’e gider. Özlem ve kaybolmuşluk duygularının her an etkisinde olan Simon, yanından hiç eksik etmediği iPod’u eşliğinde Paris’i keşfetmektedir. Bir gün Victoria adlı genç bir fahişeyle karşılaşır ve ikisinin arasında beklenmedik bir ilişki başlayıverir. Ancak, Victoria, Simon’ı fazlasıyla çabuk kabul etmiştir: Simon’un yavaş yavaş ortaya çıkan karanlık tarafı onu oldukça tekinsiz birisine dönüştürür. Simon neredeyse modern bir Ripley ya da bir Simenon karakteri gibidir. Antonio Campos, nefis mizansenleri ve atmosferik ses tasarımıyla son yıllarda karşımıza çıkan en yenilikçi kara filmlerden birisiyle karşımızda. Okul Sonrası’nda (2008, !f 2009) geliştirmeye başladığı röntgencilik, yalnızlık ve şiddet temalarını daha da ileri götürerek kuşağının en yetenekli sinemacılarından biri olduğunu kanıtlıyor.
Antiviral (2012)
Brandon Cronenberg babası David Cronenberg’in izinden gidiyormuş gibi görünüyor. Sanki ikisinin de kafası aynı şekilde çalışıyor fakat Brandon’ın tarzı biraz daha gösterişli. Filmde, starlara daha yakın hissetmek için onların mikroplarını kapmak isteyen insanların olduğu bir çağdayız. Bunu yapan gayet saygın klinikler bile var. Syd, bu kliniklerden birinde çalışıyor. Kolay yoldan büyük paralar kazanmak için ünlülerin virüslerini vücudunda taşıyarak kaçakçılara satıyor. Bir gün starlardan birinin ölümüne neden olan bir virüs kapıyor ve işler karışmaya başlıyor. Bilim kurgu gibi ilerleyen film birden grotesk bir korku hikâyesine dönüşüyor. Film, bize yarattığımız star kültürünün geldiği uç noktalardan birini gösteriyor. Cronenberg, ilk yönetmenlik denemesinde hem biçimi hem içeriği oldukça iddialı olan Antiviral gibi bir projenin altından başarıyla kalkıyor.
Berberian Sound Studio (2012)
Evinden uzakta, yalnız ses mühendisi Gilderoy kendisini İtalya’da Suspiria benzeri bir korku filmi olan The Equestrian Vortex’in setinde çalışırken bulur. Tuhaf olan sadece bir giallo setinin çağrıştırdıkları değildir. Filmin (filmin içindeki filmin de) etrafını saran atmosfer de karşımıza çıkan karakterler kadar tuhaftır: alaycı, manipulatif yapımcı Francesco, beklenmedik anlarda operatik çığlıklaryla karşımıza çıkan kadın oyuncular ve filmin bir türlü bitmeyen post prodüksiyonu. Gilderoy bütün bunlara rağmen İngiliz naifliğini ve kibarlığını elden bırakmaz. Görüntü yönetmenliğini Nic Knowland’ın (Benjamenta Enstitüsü, 1995), yapımcılığını Keith Griffiths’in (Amcam Önceki Hayatlarını Hatırlıyor, 2010) üstlendiği film Broadcast’in müzikleri ve Toby Jones’un muazzam performansıyla baştan çıkarıyor. Peter Strickland bu ikinci filminde sadece İtalyan giallo filmlerine bir saygı duruşunda bulunmuyor, sinemanın kendisinin çok incelikli bir eleştirisini de yapıyor.
Room 237 / 237 Nolu Oda (2012)
Bazı filmler sizi hiçbir zaman terk etmez, ama hiç. Birçok kült filmin radikal yorumları vardır ama hiçbiri bu konuda Stanley Kubrick’in Stephen King uyarlaması Cinnet’inin (1980) eline su dökemez herhalde. 237 No’lu Oda, Kubrick’in belki de en çok tartışılan filminin altında yatan gizli anlamları, tuhaf sembolleri ve şifreleri çözdüğünü iddia eden bir grup (belki biraz kaçık ve fazlasıyla meraklı) sinefille tanıştırıyor bizi. Cinnet’i baştan sona didik didik eden, onu hiç akla gelmeyecek biçimlerde yeniden düşünmeye sevk eden 237 No’lu Oda bizi hem ikna edici, hem de kışkırtıcı ve tuhaf teorilerle baş başa bırakıyor. Rodney Ascher, Cinnet’ten aldığı parçalarla bu teorileri ustaca bir araya getirirken bir yandan da günümüzün sinefil kültürünün muhteşem bir portresini çiziyor. 237 No’lu Oda hiç abartısız senenin en keyifli, en kült olmayı hakeden seyirliklerinden birisi. İşin en garip tarafı, bu filme hayran olmak için Cinnet’i izlemiş olmanız bile gerekmiyor.