42 ülkeden 115 filmin gösterileceği 14. !f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali 12 Şubat’ta başlıyor. Adettendir, biz de festival öncesi önerilerde bulunalım istedik. Üst başlık olarak at yarışı tabirlerinin kullanıldığı, her birinde beşer filmin yer aldığı üç ana bölümden oluşan !f 2015’ten Seçtiklerimiz listesini hazırladık. Başlıkların at yarışından geldiğine bakmayın, amacımız hangi filmin daha iyi olduğuna dair yargıda bulunmak falan değil. Kefil olduğumuz filmleri favoriler başlığı altına yerleştirirken, okurlarımızın beğeneceğine inancımızın yüksek olduğu filmleri plaseler başlığı altında sıraladık. Bizlerin de iyi olmasını umduğumuz filmleri ise sürprizler başlığı altında toparladık. Herkese iyi festivaller!

Favoriler

Starry Eyes / Şeytanın Gözleri
ABD – 2014

Starry Eyes

Şöhretin bedeli nedir? Sarah Walker Hollywood’da ilk büyük rolünü alabilmek için her şeyi yapmaya hazır, kararlı bir oyuncudur. Birçok sonuçsuz provadan ve sonu olmayan günlük işlerden sonra Astraus Pictures’dan gelen telefonla sanki o büyük role geçme ânı gelmiştir Sarah için. Tuhaf geçen provalardan sonra Sarah, efsanevi prodüksiyon şirketinin yeni projesinde başrole layık görülmüştür. Bundan sonra film hem Sarah’yı hem de seyirciyi Hollywood’un karanlık yüzünün başrolde olduğu, sinema dünyası hakkında başka bir filmle baş başa bırakır. Şeytanın Gözleri, Rosemary’nin Bebeği ve Gözü Tamamen Kapalı arasındaki atmosferiyle dikkat çeken rahatsız edici bir paranoya hikayesi. Kevin Kolsch ve Dennis Widmyer, 80’ler korku sinemasını akla getiren bu filmleriyle okültün, saplantının, tutsaklığın her an her yerden çıkabildiği muazzam bir sinema dünyası taşlaması ortaya koyuyor ve senenin en çok dikkat çeken korkularından birine imza atıyorlar.

Birdman
ABD – 2014

Birdman

Gerçek ya da Hodri Meydan? Iñárritu filmlerinin ortak tek bir özelliği varsa, o da yoğunluk olmalı. Duygusal, entelektüel ya da hicivsel… Allahtan hepsi bir arada değil! Birdman’e gelince, oyunculuğuna mı, teatral tarzına mı, dokümanter kamerasına mı bakalım karar vermek zor. Batman’in Michael Keaton’ı, en çok Birdman rolüyle hatırlanan Riggman adlı bir oyuncuyu canlandırıyor. Yönettiği ve oynadığı tiyatro oyununun maddi, manevi, kimliksel, mesleksel her derdine deva olabilmesini umut ediyor. Lakin süreç aklının sınırlarını zorlayan bir deneyime dönüşüyor. Kameranın sürekli takibi, Riggman’in her nefes alışını ya da alamayışını duymamıza neden oluyor. Sanki Michael Keaton’ın hayatından gerçek anlar çalar gibi… Öte yandan dışavurumlar fantastik olsa da fantezi bir noktadan sonra sadece metafor olmaktan çıkıyor. Sonuçta filmi duygusal olmaktan çok düşünsel yapan da bunlar. Iñárritu şöhret dünyasının derin ve yoğun bir hicvini yapmış ve bunu sahnelemiş. Sonra da üşenmemiş, bu oyun içindeki oyunu, kamerayı gözümüze sokarak filme almış. Nasıl mı yapmış? Adı Iñárritu olan bir icatla.

Kaguyahime No Monogatari / Prenses Kaguya Masalı
Japonya – 2014

Prenses Kaguya Masalı

Stüdyo Ghibli’nin son mucizesi. Bir bambu ağacının parıldayan sapında yaşlı bir oduncu ve karısı tarafından bulunan avuç içi büyüklüğündeki küçük kız, bir anda büyür ve güzeller güzeli bir kadına dönüşür. Kendisiyle her karşılaşanı büyüleyen bu gizemli prenses, onunla evlenmek için kapıya dizilen prensler arasında en uygununu aramaktadır. Studio Ghibli’nin bu son mucizesi, aynı zamanda stüdyonun kurucularından olan Isao Takahata’nın 1999 tarihli Komşularım Yamadalar’dan beri ilk filmi. Masalları özleyenler için duyusal bir şölen sunan Prenses Kaguya Masalı el yapımı suluboya çizimleri ve muazzam güzellikteki dokunuşlarıyla bize adeta başka bir dünyadan sesleniyor. Bir Japon halk masalından esinlenen, her ânı büyüleyici bu animasyon, melankolik ve dokunaklı ritmiyle pek alışılmadık bir güzelliğe sahip.

The Look Of Silence / Sessizliğin Bakışı
Danimarka, Endonezya, Norveç, Finlandiya, İngiltere – 2014

The Look Of Silence

Öldürme Eylemi’nin acı, şiir ve gerçek dolu devamı. Elzem. !f 2013’te gösterilen Öldürme Eylemi’nde 1960’larda Endonezya’da yüzbinlerce insanı öldüren katillerle bizi çok yakından tanıştıran Joshua Oppenheimer, Sessizliğin Bakışı’nda ise bizi o günlerde abisini kaybetmiş Adi ile tanıştırıyor. Ağabeyinin ölümünün detaylarını Öldürme Eylemi’nin çekimleri sırasında öğrenen Adi, bugün hâlâ iktidarda olan katillerle yüzleşmeye karar veriyor. Kuşkusuz çok cesur bir karar bu. Bazı sorular nasıl sorulur ki? Ama bir o kadar da sessiz bir onur var Adi’nin yüzleşmelerinde. Amacı suçlamak değil, anlamak. Adi, söze gelmeyecek kadar korkunç bir travmaya bir kapanış cümlesi arayan, kolektif bir kabusun özrünün ve dolayısıyla şifasının peşine düşmüş bir savaşçı.

The One I Love / Tek Sevdiğim
ABD – 2014

The One I Love 01

Her şey olacağına varır demenin en acayip yolu. Rayından çıkan bir romantik komedi. Kesin çözümün yolunu bulmuş bir evlilik terapisti. “İyi günde ve kötü günde” sözüne sonuna kadar inanmış bir evlilik; ta ki öteyi görene kadar! Çiftler, evlilikler ve ilişkiler hakkında yapılabilecek her türlü filmi gördüğümüzü düşündüğümüz anda karşımıza çıkan bir yenisi. Tek Sevdiğim, her türlü yıkım veya telafi, en güzel aldanış veya en sert gerçeklik üzerine söylenebilecek yeni bir şey kalmadığını sananları yanıltıyor. Filmin bir yerinde Ethan, Kim Korkar Virginia Woolf’tan? filminin alternatif, tuhaf bir boyutunda gibi olduklarını soyluyor. Yorumun epey ince ve isabetli olduğunu görüyoruz.

Plaseler

Alleluia / Aleluya
Fransa, Belçika – 2014

Alleluia

Calvaire’in yönetmeninden çılgın, aşkın, yıkıcı ve öldürücü bir tutkunun hikayesi. Michel için kadınları baştan çıkarmak oldukça kolaydır, hatta yaşamını idame ettirmenin bir yoludur. Bir kadını ağına düşürdüğünde ondan her istediğini kolayca alabilmektedir. İnternette tanıştığı Gloria bu kolay avlardan biri gibi gözükse de ikisinin arasındaki ilişki deliliğin sınırlarında gezinerek tenin ve güç ilişkilerinin sınandığı bir hâle bürünür. Gloria, Michel’in asıl ‘iş’ini keşfettiğinde sorgulamadan kabul eder, hatta onun sadık bir yardımcısı olur. Bundan sonra masalsı ve grotesk anlatımıyla aşkın animalistik, tutkunun ve tenin ise en duygusal ve işlenmemiş hâlini odağına alan hemoglobin seviyesi yüksek bir hikayeye dönüşür. Büyüleyici, tekinsiz atmosferi ve Laurent Lucas ve Lola Dueñas’ın muazzam performanslarıyla adeta nefes alan grenli görüntüleriyle Aleluya, senenin en tedirgin edici gerilimlerinden olmaya aday! Fabrice Du Welz kült film Balayı Aşıkları’ndan yola çıkıp modern bir kara masala varıyor.

A Girl Walks Home Alone At Night / Gece Yarısı Sokakta Tek Başına Bir Kız
ABD – 2014

A Girl Walks Home Alone At Night

Yeraltında olana dair merak değişik kültürleri her zaman büyüleye gelmiştir. İran’ın ilk vampir/western filmi olarak lanse edilen Gece Yarısı Sokakta Tek Başına Bir Kız bizi hayalî yeraltı kenti Bad City’nin karanlık ve tenha köşelerine davet ediyor. Ölümsüzlüğünün keyfini çıkaran Kız bu terkedilmiş kentin kasvetli sokaklarında gezinmekte, av peşinde koşmaktadır. Drakula kostümlü Arash’la karşılaşması romantik kıpırtılar başlatacaktır. Büyüleyici siyah-beyaz görüntülerin ve psikedelik müziklerin eşliğinde muhteşem bir soundtrack ile uzun süre akıllara kazınması muhtemel atmosferik ve distopik bir dünyanın kapıları açılır. Ana Lily Amirpour, bu ilk filminde tekinsizi tasvir edişiyle ve vampir sinemasına getirdiği taze solukla en heyecan verici yeni nesil sinemacılardan biri olarak hafızalarda yer ediyor.

Tokyo Tribe / Tokyo Çetesi
Japonya – 2014

Tokyo Tribe

Santa Inoue’nin meşhur mangasından uyarlanan Tokyo Çetesi, !f’in pek sevdiği yönetmenlerden Sion Sono’nun son deliliği. Belki de kendi kuşağının en gözü pek yönetmenlerinden olan Sono bu sefer de kendine has bir türle karşımızda: Yakuza filmi gibi başlayıp hip-hop resitaline dönüşen bir hikaye, ya da tam tersi. Distopik bir Tokyo’dayız. Şehir mahallelere bölünmüş durumdadır ve bu bölgeler Yakuza çeteleri tarafından kontrol edilmektedir. Bütün bu organizasyonun arkasındaki patron Lord Buppa’dır ve büyük Shibuya ayaklanmalarından beri bu çeteleri kontrol altında tutmaktadır. Birbirleriyle şimdilik müzik aracılığıyla çatışan bu çetelerin aralarında bir savaşın kopması için Musashino Saru çetesinin iki üyesinin ve Kim’in, Wu-Ron bölgesini izinsiz ziyaret etmeleri yetecektir. Hip-hop’ın adeta filmin bir karakteri gibi olduğu, muazzam dövüş koreografileriyle aklınızı başınızdan alacak Tokyo Çetesi hem gözler hem de kulaklar için bir şölen!

Dark Star: HR Gigers Welt / Karanlık Yıldız – HR Giger’in Dünyası
İsviçre – 2014

Dark Star Gigers Welt

Dünyaca ünlü, işleriyle her zaman tartışma yaratmış ressam, heykaltraş, mimar, tasarımcı ve Akademi ödüllü Yaratık’ın yaratıcısı hakkında bir film. H.R. Giger: Yaratık’taki çığır acıcı tasarımlarıyla Akademi ödülü almış, bilim kurgu sinemasındaki taşları geri dönülmeyecek bir şekilde yerinden oynatmış set tasarımcısı, sürrealist ressam ve heykeltıraş. Karanlık ve rahatsız edici birçok nesnenin, kabusun altında bizzat imzası bulunan bu gizemli adamın yaşadığı ev de en az yarattığı dünyalar kadar tuhaf. Bilinçaltındaki korkuları, cinselliği, uykusuzluğu ve kabusları en saf haliyle bize göstermiş olan Giger, Zürih’te adeta paralel bir evrende, kendine ait gayet mütevazi bir dünyada yaşamaktadır. Sonuna kadar kapalı jaluzilerin arkasında gece ve gündüzün birbirinden ayırt edilmediği evinde Giger’ın gündelik yaşamına eşlik ediyoruz. Bu oldukça samimi ve yaratıcı belgeselde Belinda Salinn, bizi Giger’ın olağanüstü evreninde tekinsiz bir yolculuğa çıkarıyor.

What We Do In The Shadows / Aylak Vampirler
ABD, Yeni Zelanda – 2014

What We Do In The Shadows

Tam özlediğimiz tarz vampir komedisi! Bu herhangi bir tane daha vampir filmi değil. Nihai vampir filmi! Pek çok eleştirmen tarafından yılın en iyi komedisi ilan edilen film, dört ev arkadaşının geçim ve geçinme dertlerini konu ediyor. İnsan kanıyla beslenme, yüzyılların yaşam ve gönül yorgunluklarını atamama gibi vampirliğe has mücadeleler yanında, modern toplumun sıkıcı dertleriyle de uğraşıyorlar. Kira ödenecek, gece kulübüne gidilecek, kıyafetler yenilenecek… Ve evet, kurt adamlardan oluşan rakip bir çeteleri de var. Ve hatta hepsinin içinin gittiği bir de insan var. Her şeye rağmen, ölü ve ölümsüz olmak üstüne oldukça da gerçekçi bir film. Sonuç itibarıyla ev arkadaşlarına sonsuza kadar mecbursun ve güneş ışığından kaçtığın bir mekanda mahsursun!

Sürprizler

The Man In The Orange Jacket / Turuncu Ceketli Adam
Letonya, Estonya – 2014

The Man In The Orange Jacket

Letonya’dan, işinden kovulduktan sonra patronundan intikam alan bir işçi hakkında rahatsız edici bir korku filmi. Genç bir tersane işçisi işinden kovulmuştur. Turuncu ceketli bu adam hemen patronunu ve karısını takip etmeye başlar. Patronu ve karısıyla olan sınıfsal karşılaşmanın ardından, yaşadıkları malikaneye sızar ve sessizce evi ele geçirir. Bu isimsiz adam yeni kimliğiyle, onlara ait olan bu yaşamı hiç çaktırmadan sahiplenmeye başlar. Ama çok vakit geçmeden evin içindeki tuhaf sesler ve görüntüler onu paranoyanın kollarına teslim edecektir: tıpkı bir zamanlar kendisi gibi turuncu ceketli başka bir adam onu takip etmeye başlamıştır. Letonya’nın ilk korku filmi olarak addedilen Turuncu Ceketli Adam, Aik Karapetian’ın ikinci filmi. Karapetian’ın ellerinde gündelik gerçeklik ve sınıfsal farklılık tuhaf, tekinsiz bambaşka bir dünyaya dönüşüyor. Turuncu Ceketli Adam bu yüzden kışkırtıcı, acımasız ve unutulmaz bir masal!

Norviyia / Norveç
Yunanistan – 2014

Norviyia

Durmadan dans eden vampirimiz Zano, 80’li yılların Atina’sından geçiyor. Uzun zamandır böyle tuhaf ve olağanüstü bir film izlemediniz. Norveç, kalp atışı durmasın diye durmadan dans etmek zorunda olan vampir Zano’nun tuhaf ve olağanüstü hikayesini anlatıyor. Dans etmezse kalbinin duracağını düşünen Zano’nun nevi şahsına münhasır etik kodları var: Zorunda kalmadıkça öldürmüyor. Zano, arkadaşı Jimmy ile buluşmak için Atina’ya geliyor. Başka bir dünyayı anımsatan parlak renkleriyle, karanlık kuytularıyla ve göz alan manzaralarıyla Atina, Zano’un oyun alanı gibi. Zano Jimmy’yi beklerken, Disco Zardos adında bir bara denk geliyor. Burada aralarında bir sokak kadının ve Norveçli bir uyuşturucu satıcısının da olduğu tuhaf insanlarla tanışıyor. Hep birlikte dünyanın bağırsaklarına doğru bir yola çıkıyorlar. Biliyoruz, bu yazı bir garip. Ama Norveç de olağan bir vampir filmi değil zaten; söze gelmesi imkansız, tuhaf mı tuhaf bir yolculuk.

Plemya / Kabile
Ukrayna – 2014

Plemya

Yeniyetmeler üzerine son derece sıra dışı ve vurucu bir ilk film. Konuşma yok. Anlatıcı yok. Altyazı yok. Müzik yok. Tamamı işitme engelli insanlardan oluşan bir oyuncu kadrosu… Sağır ve dilsiz öğrencilere eğitim veren bir yatılı okula yeni bir çocuk gelir. Etüt dersleri yerine hırsızlık, gasp ve fuhuşun hüküm sürdüğü hiyerarşik bir düzenin içinde kendine yer edinmeye çabalarken, pazarladığı kızlardan birine gönlünü kaptırmasıyla beraber kuralları çiğneyerek düzeni altüst eder. Filmin ilk birkaç dakikasından sonra konuşma ve altyazının eksikliğini unutup ergenliğin sınırları zorlayan fevriliğine ve acımasızlığına teslim olacaksınız. Duyabiliyor olmanızın önem kazandığı tek sahnede ise sağır olmayı yeğleyeceksiniz. Kelimelerin yokluğunda bir yandan da beden performansına şapka çıkaran bu film, sizi bir Rammstein konserinden çıkmışçasına hırpalayacak. İddia ediyoruz, sessizlik hiç bu kadar hunhar ve merhametsiz olmamıştı.

Kumiko, The Treasure Hunter / Kumiko, Hazine Avcısı
ABD, Japonya – 2014

Kumiko

Yalnız Japon bir kadın Tokyo’daki düzenli yaşamını terkeder ve Minnesota’da saklandığı iddia edilen bir çanta dolusu paranın peşinde yola koyulur. Hayatından bezmiş ve yalnız bir kadın olan Kumiko, izlemekten bıkmadığı bir filmin sonunda karların arasına gömülü çantanın varlığından neredeyse emindir. Film, Coen Kardeşler’in kült filmi Fargo’dur ve çanta da o filmin sonunda Steve Buscemi’nin Minnesota’da karların arasında saklamış olduğu meşhur çantadır. Kumiko, Fargo’yu belki yüzlerce defa bir VHS kasetten izlemiştir ve paranın nereye gömülü olduğunu eliyle koymuş gibi bilmektedir. Kabaca çizilmiş bir haritayla birlikte Tokyo’daki sıkıcı yaşamını terk edip Minnesota’nın dondurucu soğuğuna doğru yola çıkmaya karar verir. Bu belki de duyup duyabileceğiniz en ilginç, “sadece filmlerde olabilir” diyebileceğiniz türde hikayelerden. Ancak film, Coen Kardeşler’in filminden etkilenmiş, çok bilinen bir şehir efsanesine dayanıyor. Bir başka kardeş yönetmen ikilisi Zellner Kardeşler, bu hikayeden yola çıkarak modern yabancılaşma ve iletişimsizlik üzerine muazzam güzellikte, tuhaf bir film yapıyorlar. O gerçeğin kurmacadan daha tuhaf olduğu filmlerden…

The Midnight Swim / Gece Yarısı Dalışı
ABD – 2014

The Midnight Swim

Mitin ve olası deliliğin derinliklerine muhteşem bir dalış. Spirit Gölü alışılmadık şekilde uçsuz bucaksızdır. Efsaneye göre yedi kız kardeş, bir gece yarısı dalışı sırasında birbirlerini kurtarmaya çalışırken ölmüşlerdir. Defalarca denemelerine rağmen hiçbir dalgıç suyun dibini görememiştir. Ekoloji araştırmacısı ve aktivist Amelia’nın bir gece yarısı gölde kaybolması üzerine üç kızı çocukluklarının geçtiği evde bir araya gelerek, aralarındaki ilişkiyi temize çekmeye koyulur. Büyük abla Annie, en bağımsız takılan Isa ve her şeyi kameraya kaydeden June arasında, annelerinin kayboluşunun etkisinde geçmişe yönelik kimi hazlar ve husumetler ortaya çıkmaya başlar. Düşsel ve samimi atmosferiyle dikkat çeken Gece Yarısı Dalışı her şeyden önce ruhun, kadınlığın ve kardeşliğin karanlık köşelerinde gezdiriyor bizi. Sarah Adina Smith’in bu akıldan çıkmayacak ilk filmi çocukluktan kalma ninnilerin yeniden hatırlanışı gibi.

blank

Murat Kızılca

1971 İstanbul doğumlu. Aylık online sinema dergisi CineDergi ve aylık kültür sanat dergisi kargamecmua için sinema yazıları kaleme alıyor. 2008 yılından beri katkı sağladığı Öteki Sinema’da bir yandan da editörlük görevini sürdürüyor.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Altın Lale’nin Karanlık Filmleri 2014

Yine bir festivalin karanlık filmleri seçkisiyle birlikteyiz. Big Bad Wolves,

Güdümlü Politika ya da Tanımsız Kaygı: Altın Koza Ödülleri

Kucaklama politikası her ne kadar sevecen ve realist görünse de