Jodorowsky’nin Yollarına Giriyoruz
Altmışların devrimci tiyatro ve pantomim sanatçısı Şili doğumlu Alejandro Jodorowsky, sürrealist bir karikatürist ve aynı zamanda spiritüalist bir entelektüeldir. Fransız yazar Antonin Artaud’un sürrealist kişiliğinden etkilenen muzip yönetmen Jodorowsky, La cravate ve Teatro sin fin sonrası Luis Buñuel ve Fedrico Fellini’nin dönem filmlerine kıyasla 1967 yılında ilk uzun metrajlı filmi Fando y Lis’i çekti ve 1968 yılında yayımlayarak sinema tarihine bir kez daha adını yazdırdı. Ha, söylemekte fayda var. Jodorowsky ilk uzun metrajlı filmi Fando y Lis ile sinema tarihine geçerken Acapulco Film Festivali’ni de birbirine katmış ve ayaklanmalara yol açmıştır. Dolayısıyla Meksika hükûmeti tarafından film uzun bir süre yasaklanmıştır. Festival alanından zoraki kaçan Jodorowsky ise daha sonraları bir söyleyişte “Acapulco Film Festivali’nde beni linç edeceklerdi,” diye konuşmuştur. Buradan da anlaşıldığı üzere Fando y Lis, rahatsızlık boyutunda bir provokasyon filmidir.
“Bir zamanlar Tar adında gizemli bir şehir vardı. Şehirler el değmemişti ve gelişimlerini sürdürüyorlardı. Çünkü son savaş henüz başlamamıştı. Büyük felaket meydana geldiğinde Tar haricinde bütün şehirler yok oldu. Tar hâlâ varlığını sürdürüyor. Eğer onu nerede arayacağınızı biliyorsanız, bulacaksınız. Tar’a ulaştığınız vakit şarap ve su ile karşılanacak, bir gramofonla oynayacaksınız. Tar’a ulaştığınız vakit üzüm hasadına yardımcı olacak ve beyaz kayaların altına saklanmış olan akrepleri toplayacaksınız. Tar’a ulaştığınız vakit sonsuzluğu öğreneceksiniz ve yüz yılda bir okyanustan bir damla su içen bir kuşla karşılaşacaksınız. Tar’a ulaştığınız vakit hayatı öğrenecek ve bir kedi, bir Anka kuşu, bir kuğu, bir bebek ve yaşlı bir adam olacaksınız. Yalnız ve eşlik edilmiş olacaksınız. Sevecek ve sevileceksiniz, aynı havayı soluyacaksınız. Sizinki mühürlerin mührü olacak ve geleceğe vardığınız an da coşkuyu bulacaksınız. Bulduğunuz coşkuysa sizi kaplayacak ve asla terk etmeyecek.”
Fando y Lis’de Jodorowsky’nin -karakteristik olarak- efsanevi hikâye anlatımının içine dalarken Fando (Sergio Kleiner) ve paraplejik sevgilisi Lis (Diana Mariscal) ile birlikte çürümeye terk edilmiş şehirler boyunca -öyküsel cennet- Tar’ı bulmak için sadomazoşist bir rekabet içerisinde yollara koyuluruz ki biliriz, Jodorowsky’nin kahramanları her zaman uzun bir yolculuğa maruz kalır. Ayrıca doksan iki dakika boyunca Tar’a mı, yoksa, Dante’nin yapıtındaki cehenneme mi doğru yol aldığımızı da düşünmeden edemedim. Anlayacağınız, bu denli ağır bir sembolizm daha görmedim. En basitinden, ütopyanın genel bir kavramıdır Tar ve oraya ulaşmak Tanrı’ya sahip olmak gibidir. Ama ulaşılmaz. Kaldı ki bu, Coyote’nin sürekli Tanrı’yı simgeleyen Road Runner’ı kovalaması ama ulaşamaması gibi bir şeydir. Fando ve Lis’in pikaresk seyahatinde, pedofilinin olduğu saptırmalara, çapkın bir papaya, çamurda yüzen zombilere, şehvetli büyükannelere, bowling eğitimli kadınlara, transistörlü radyoların ordularına, köleliğe, tecavüze, cinayete ve yamyamlığa şahitlik ederken altmışların muhafazakar Meksikası’nda neden bu kadar kargaşaya yol açtığını da anlayabiliriz. El topo’da ve Santa sangre’de olduğu gibi Freud kuramlarına ait nevrozların, tumturaklı, barok fazlalıkta yoğun olduğunu da rahat bir şekilde görebiliriz. Yaşamın gülünçlüğünü ifade etmeyi amaçlayan Alejandro Jodorowsky gibi dünyayı gülünç bir şekilde görebilseydik, inanıyorum ki dünya daha güzel bir yer olurdu.
Yalın ve yüksek kontrastlı siyah ve beyaz sinematografiye, sürrealist karelere ve müstehcen çirkin bir güzelliğe açıklık getirirken evrimin reddedilen bir uygarlığının kalıntılarına da tanıklık etmemizi sağlıyor, Jodorowsky. Ardı sıra uzun kareler filme yalın bir kalite katıyor ama sürrealist tasvirlerden dolayı absürd bir film olarak da görülebiliyor. En nihayetinde, Jodorowsky’nin varlığını kadrajın hemen arkasında hissediyor, sürrealist tasvirler üzerine bir bakış açısı getirebiliyoruz. Aynı zamanda yüksek kontrast ile spiritual kareler ortaya koyarken hiperrealizmi kabul etmemiz için bir savaş veriyor. Nitekim bu tür bir çalışma yapıyorsanız, ekrandaki her görüntüyü rasyonalize etmek eğiliminden kaçınmanız gerekiyor ki Jodorowsky’de tam olarak böyle yapıyor. Ayrıca hiçbir koordinasyonsuzluk belirsizliği yoktur. Her görsel metaforun bir anlamı vardır. Diyeceğim o ki; filmin diyapazonuna vurarak ve bilinçaltınızla Jodorowsky’nin tonunu eşleştirerek anlam çıkarmak daha kolay olacaktır. Ancak o zaman Fando y Lis’i kendi şartları içerisinde değerlendirebilir, yaşam deneyimlerinizin de etkisiyle kendi anlamlarınızı oluşturabilirsiniz. Ha, son olarak, sürrealist sinemanın heyecan verici örneklerinden biri olan Fando Y Lis’in duyumsal ani saldırısı, yansıttığı vahşi şiddet, neşenin alaylı patlamaları ve bütünüyle ilkesel içgüdülerin salıverilmesi Jodorowsky’nin bir tahliyesidir. Ne mutlu ki üzerinden kırk dört yıl geçmesine rağmen Jodorowsky’nin histerik hikâyesi hâlâ bir zafer olarak anılıyor.
Öteki Sinema için yazan: Buğra Şengül / 01.12.2012