Sinema tarihi boyunca (ki öyle çok uzun bir zaman diliminden de bahsetmiyoruz aslında) üretilmiş tuhaf definelerin peşine düşmeye başlayalı çok oldu ama her geçen gün daha da emin olduğum tek bir şey var ki o da bu kazının ucu bucağı olmadığı. Örneğin daha geçen hafta uzun zamandır peşinde olduğum İzlanda yapımı TV filmi Draugasaga’ya (Viðar Víkingsson, 1985) ulaşabildim ve son kertede beni çok tatmin etmeyen, vasat bir hayalet filmiyle tanıştım. Fakat şimdi de bundan çok daha iyi olduğunu okuduğum, aynı yönetmenin bir sonraki filmi Tilbury’yi (1987) define haritama eklemek durumunda kaldım. Yani listedeki filmlerden birine ulaşmak, üzerine çizik atıp listeyi eksiltmeyi sağlamıyor, aksine yerine yeni hedefler eklenmesine neden oluyor. Lafı çok uzatmayalım; yine benzer bir kazı sonrası ulaştığım Mısır yapımı Fangs ya da orijinal adıyla Anyab, henüz öyle çok fazla bilinmiyor ama her sinemaseverin muhakkak görmesi gereken, çılgın bir tuhaflık abidesi olarak daha geniş kitlelerce keşfedilmeyi bekliyor.
Önce biraz filmin yönetmeni Mohammed Shebl’den bahsetmek gerek sanırım. Shebl, 2 Ekim 1996’da karaciğer sirozundan öldüğünde daha henüz 47 yaşındaydı. Yönetmen, film eleştirmeni, ‘talk-show’(1) sunucusu ve radyo programları yapımcısı olarak tanınan Shebl, babasının Mısır konsolosluğundaki görevi nedeniyle çocukluk yıllarını Japonya’da geçirdi. Bütün hayatına sinen Uzakdoğu hayranlığı buradan geliyordu. Ayrıca Mısırlı yönetmen Yusuf Şahin ve Beatles hakkındaki en ufak detaya kadar bütün bilgilere uzmanlık derecesinde hâkimdi ve her ikisine de fanatik bir bağlılığı vardı. Abisi Saiid’in genç yaşta intihar etmesi üzerine içine kapanan Mohammed Shebl, evlendi ve babasının ayak izlerini takip edercesine genç bir diplomat olarak ABD’ye gitti. Kısa bir süre sonra istediğinin bu olmadığına karar verdi ve önce boşandı, sonra da işinden istifa ederek Mısır’a döndü. Artık sadece müzik ve sinemayla ilgilenecekti. Radio Cairo’da çeşitli sohbet ve müzik programları yaptı. Engin bilgisini konuşturduğu Beatles özel programlarıyla ülkenin Beatles uzmanı olarak nam saldı. Arada kimi müzik gruplarının menajerliğini de üstlendi. Gazetelerde film eleştirileri yazdı. Daha sonra televizyona geçti ve çeşitli ‘talk-show’ programlarının sunuculuğunu üstlendi. Ama onun daha büyük bir hayali vardı: Bir korku filmi çekmek. Projeyi anlattığı yapımcılardan finans desteği alamadı. O da taparcasına sevdiği Yusuf Şahin’e danıştı, ondan “bu iş tutar” teminatını aldıktan sonra hiç düşünmeden elinde avucunda ne varsa (hatta söylendiğine göre ailesine ait evi de) sattı ve ilk filmi Fangs’i çekti. Ancak ne yazık ki film hiç iş yapmadı ve o güne kadarki bütün yatırımları yok olup gitti. Sonrasında The Talisman (Al Ta’awitha, 1987), Nightmare (Kaboos, 1989) ve Love and Revenge… With a Meat Cleaver (Gharam Wa-Intiqam… Bis-Satur, 1992) adlı üç korku filmi daha çekti. (Maalesef henüz bu filmleri izleyebilmiş değilim ama kazılar devam ediyor.)
Mısır’ın The Rocky Horror Picture Show’a Cevabı
Gelelim filme. Açılış jeneriğiyle birlikte bir grup maskeli ve pelerinli dansçının bir daire etrafında ayine benzer biçimde dans ettiğini görürüz. Arka planda filmle aynı adı taşıyan (tabii ki Arapça) parça çalmaktadır. Derken The Rocky Horror Picture Show (1975) ile özdeşleşmiş yakın plan çekim “şarkı söyleyen dudaklar” ortaya çıkar. Fakat hemen birkaç fark göze çarpar. Orijinalinde basit bir efekt maharetiyle yalnızca dudaklar görünür, kalan dolgu alanı için seçilen renkse siyahtır. Fangs’te ise anlaşılan efekt ile işi çözememişlerdir ama yakın çekime alınan dudakların sahibinin yüzünü siyaha boyayarak sorunu (kendilerince) halletmişlerdir. Bir diğer önemli fark ise Fangs’teki dudakların sahibinin filmin isminin görünmesinden az önce vampirlere özgü uzun sivri dişlerini göstermesidir. Adından ilk ipucunu aldığımız üzere Rocky Horror’daki travesti bilim insanı Dr. Frank-N-Furter’ın yerini sinema tarihinin en meşhur kontu Dracula alacaktır.
*** Bundan sonraki kısım eser miktarda sürprizbozan (spoiler) barındırır. ***
Fangs, “yanlış filme mi geldik acaba” dedirten şok bir sahne ile açılır. Başroldeki çiftimizden Ali, yakında evlenmeyi planladığı nişanlısı Mona’nın evinin önüne çektiği arabasının yanında ayaktadır. Elleriyle arabanın tavanında ritim tutar, ellerini çırpar ve neşeyle raks ederek şarkısını söyler. Arkasındaysa ABD’nin müzikal filmlerinin popüler olduğu günlere nazire yaparcasına toplanan bir grup genç, Eski Türkiye’nin 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı ile özdeşleşen stadyum gösterilerinden hallice spor hareketlerini dans diye yutturma çabasındadır. Aniden ortaya çıkan absürt ötesi “kanat çırpan kalp” animasyonu, “girişteki beceriksizliğimize bakmayın, aslında efekt işinde hiç fena değiliz” der gibidir. Evinin önündeki atraksiyonu fark eden Mona, cama, balkona çıkarak nişanlısının geldiğini görür. O durumla karşılaşan her genç kızın yapacağı gibi şarkıya eşlik ederek son hazırlıklarını tamamlar ve neşeyle dans ederek evden çıkar. Arkadaki gençler olaysız dağılırken çiftimiz arabayla uzaklaşır.
Derken bir nevi anlatıcı görevi üstlenirken aslında Rocky Horror’daki The Criminologist’in yerini almış gibi duran ve aralarda sık sık göreceğimiz “her şeyi bilen abi” sahne alır. Çiftimizle ilgili birtakım gereksiz detaylar verir ve artık herkesin ezbere bildiği asıl hikâyenin başladığını ilan eder. Hava kararmış, korku filmlerine yataklık etmeye bayılan sağanak yağmur, şimşek, fırtına odaklı hava durumu moduna hızlı geçiş yapılmıştır. Arkadaşlarının verdiği yeni yıl partisine gitmekte olan çiftimiz, lastik patladığı için hiçliğin ortasında yolda kalır. Stepneleri olmadığı için az önce yanından geçtikleri malikâneye gidip telefonla yardım istemeye karar verirler. Arabadan çıkıp “sadece kendi üstlerine yağan” sağanak altında yürüyerek Dracula’nın evine gelirler.
Olacak, Olacak, Olacak O Kadar
Bundan sonrası tam bir curcuna! Mesela Dracula’nın adı geçer geçmez ortaya çıkan “her şeyi bilen abi”, Dracula hakkında ansiklopedik bilgiler veriyor ve bu sahne, Dracula nedir, kimdir hakkında bir fikri olmayabilecek Mısırlı seyircinin bilgilendirilmesi için mi eklendi acaba şüphesi uyandırıyor. Malikânedeki vampirler, oyuncakçıdan alınmış gibi duran “güya korkunç” maskeleri ve pelerinleriyle devamlı dans ediyorlar ama danslar o kadar sakil, dansçılar o kadar uyumsuz ki sanki koreografilerin üzerinde biraz daha çalışılması lazımmış gibi duruyor. Mona’ya göz koyan Dracula’yı çekemeyen rakip vampirin mücadelesini izlemek ise tadından yenmiyor. Dracula’nın gündüzleri istirahat ettiği tabutu ise ne yalan söyleyeyim baya fiyakalı. Bu arada bahsetmek istediğim çılgın ötesi bir “ara bölüm” daha var. Malikânedeki gizemli olaylar devam ederken birden film bambaşka bir moda geçiyor.
Pembe Panter, James Bond gibi artık her sinemaseverin ezbere bildiği tema müziklerinin de eşlik ettiği 20 dakikaya yakın süren bu ara bölümde; (Ali ile Mona’yı oynayan oyuncuların canlandırdığı) Mısır’daki herhangi bir evli çiftin günlük rutininde karşılaşabileceği kimi sıradan durumlar, parodi skeçler gibi art arda sunuluyor. Kırılan armatürü tamire gelip 5 dakikalık işe fahiş ücret isteyen tesisatçı, devletin belirlediği fiyatın üstünde satış yapan kasap, arabanın motorunu çakma yedek parçalarla haftada bir tamir edip bir türlü tam randımanlı çalışmasını sağlayamayan ama her seferinde bir dolu para alan oto tamircisi, karaborsacılık yapan bakkal, hamile karısını hastaneye yetiştirmek isteyen yolcuya ederinin üzerinde fiyat çeken taksici, kendisinden özel ders almayan öğrenciyi sınıfta bırakan öğretmen, çölün ortasındaki bitip bitmeyeceği bile belli olmayan inşaat halindeki daireyi lüks daire diye kakalamaya çalışan müteahhit, hastayı görmek için fahiş ücret isteyen doktor gibi vatandaşın kanını emen fırsatçılar resmediliyor. Bütün fırsatçıları Dracula rolündeki oyuncu canlandırıyor ve her skecin sonunda kameraya dönerek uzun sivri dişlerini gösteriyor. Bir başka dikkat çeken nokta ise fırsatçıların çoğunun kafasına yerleştirilmiş namaz takkesi. Özellikle Mısır’daki esnafın kaba bir profilinin çizildiği ara bölümü izledikten sonra ülkemizle gösterdiği benzerliklerin ne kadar dikkat çekici olduğuna şaşırdım desem yalan olur. 1970’li yıllarda Mısır’da yaşanan toplumsal değişimi ve ekonomik buhranı hicvetmeyi amaçlayan tüm bu skeçler, Levent Kırca’nın unutulmaz komedi programı Olacak O Kadar’ı akla getiriyor.
Ali karakterini canlandıran Ali El-Haggar, Dracula’yı canlandıran Ahmed Addawya ve Dracula’ya rakip olan vampir rolündeki Tal’tt Zean, aslen şarkıcı iken Mona rolündeki Mounna Gbbr ise aslen televizyonda haber sunuculuğu yapıyormuş. “Her şeyi bilen abi” rolündeki Hasan El-Emam ise yüze yakın film yönetmiş, Mısır’ın ünlü yönetmenlerinden biriymiş.
Fangs, “olmuş” bir film değil, orası kesin ama kendini ciddiye almayan ve her şeyle dalgasını geçen havasıyla bütünüyle alay edilecek, basit bir çöp filmden çok daha fazlası. The Rocky Horror Picture Show’un kimi yerleri yerelleştirilmiş, kaba bir uyarlaması denebilecek filmin, muhtemelen sansür nedeniyle mecburen tercih etmek zorunda kaldığı en önemli değişiklik ise Frank-N-Furter’ın yerini Dracula’nın alması. Bu sayede vampir filmleriyle de ilişkiye geçen bu çılgın ötesi film, dönemin ekonomik ve toplumsal problemlerine de direkt temas etmekten kaçınmıyor. Çok hâkim değilim ama eminim ki Fangs, bugünden bakıldığında Mısır sinemasında en azından cesaretiyle önemli bir yerde duruyordur diye düşünüyorum. Bu tarz akla hayale gelmeyecek absürtlükteki senaryoları filme almak, (malum coğrafya göz önüne alındığında) bugün bile cesaret istiyor. Mesela sinemamızdan en yakın tarihli benzer örnek olarak aklıma gelen 9 Kere Leyla (2020) ile karşılaştırıp aralarında bir seçim yapmam gerekse, her seferinde Fangs’i tercih ederim.
Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca
[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]
Dipnotlar
(1) Ya hâlâ ‘talk-show’a Türkçe karşılık bulamadılar mı diye TDK sözlüğe baktım ve sözlükte “tolkşov” diye çok garipsediğim bir kelimeyle karşılaştım. Hem çok içime sinmediği, hem de daha kullanana hiç rastlamadığım için İngilizce orijinalini kullanmaya devam etmeye karar verdim.
[/box]
Fangs’i aşağıdaki video penceresinden İngilizce altyazılı olarak izleyebilirsiniz.