Bu ilişkinin temeli 1960lara, İtalyanların casus ve gerilim dizileri çekmek için ucuz, egzotik mekanlar aramak üzere Türkiye’ye geldiği döneme uzanır İşlerii kolaylaştırmak için. teknik çözümler yerli yapımcılara bırakılmıştır. Bu söz sahibi yerli yapımcıların kurnaz olanları Türkiye’deki dağıtım haklarına karşılık İtalyan filmlerine yatırımlar yapmaya başladılar Makaralar bir kez ellerine geçtiğindeyse kesilip yeniden kurgulanıyor ve ortaya tamamen yeni bir ürün çıkıyordu. Yetmişlerin ortalarında Türk film piyasasının kodamanlarından Türker İnanoglu. Türk – İtalyan ortak yapımlarını tüm dünyaya pazarlamak üzere italyan Fihncenter şirketiyle bağlantı kurdu. William Berger ve Klaus Kinski gibi bütün kıtayı dolasan aktörlerin Türk yapımı’ olduğu söylenen filmlerde görülmesinin nedeni işte buydu. Bazen de tam tersi oluyor, Cüneyt Arkın denizaşırı işbirliği sonucu yabancı filmlerde yer alıyor ve kulağa egzotik gelmesi için adı Steve veya George Arkın olarak değiştiriliyordu. Hantal ama enerjik dövüş stili sayesinde Arkın bir Hong-Kong ortak yapımı olan Karateciler İstanbul’da (Karate on the Bosphorus 1974) filminde bile oynadı.
Altmışların sonu ve yetmişlerin başında yapılan spagetti westernlere benzeyen Türk kovboy filmlerindeki İtalyan etkisi tartışılmazdı. Bunlar, poşulu sürücülerin siyah redingotlu kötü adamlar ve yarı çıplak ‘Kızılderili’ hizmetçi kızlarla karşılaştığı var olmayan diyarlarda geçen bu tuhaf melezler, bîr tür Doğa westernleridir. Aksiyonu bol ve her karesi en gotik spagetti kadar kanlı olan bu ödünç tür neredeyse yerli endüstriye kusursuzca uymuş gibiydi. Akım Ringo Kid (1967) ile başladı ve 1971’e gelindiğinde Türkiye’de yapılan 271 filmin otuzu westerndi. Bu filmler dublaj yapılarak ve Türk kökenleri Amerikanlaştırılmış takma isimlerle gizlenerek yurtdışına satılabilmiş bir avuç yerli yapım arasındadır, İtalyan Guido Zurli’nin yönettiği Küçük Kovboy Avrupa ve Amerikaya satış şansını yükseltmek için Romadaki Cinecitta stüdyolarında Pascale Petit gibi yabancı oyuncularla çekilmişti.
*Ringo Vadiler Aslanı / Ringo The Lion of the Valleys (Yılmaz Atadeniz-1969)
Türkiye’ye 1968de giren televizyon, etkisini yetmişlerin başından itibaren hissettirmeye başlamıştı. Hükümet kontrolündeki TRT’nin 1973′te ülke çapında yayına geçişi, sinema salonları üstünde ani bir etki yaratır. İzleyiciler salonları birden terk etmişti. Sonuçta 1973′teki 3000 olan salon sayısı 1992′de 334’e kadar düştü, yani 200.000 kişiye bir salon.
Yetmişlerin ortasından itibaren Türkiye’de yapılan fantastik filmlerin büyük bölümü televizyondan etkilenmişti. Efsanevi televizyon dizisi Uzay Yolu, Turist Ömer Uzay Yolunda (1973) filminin yapılmasına sebep oldu. Turist Ömer karakteri, oldukça uzun bir düşük bütçeli komediler dizisinde yer alan, arsız ve neşeli bir serseri tiplemesiydi. Silah zoruyla kıyılmak üzere olan bir nikâhtan, yabancı bir gezegene tam zamanında ışınlanarak kurtulur. Gezegende altın tenli bikinili kızlar, leopar mayolu kaslı ve mekanik bir çete, deli bir profesör vardır. Kahramanımız orada Kaptan Kirk ve sivri kulaklı Mr Spak’la bir ekip oluşturur. Her zamanki acemi üslubuyla Turist Ömer, şekil değiştirebilen ve tuzunu emdiği kurbanlarının cildinde ruja benzer izler bırakan psişik bir vampir canavarı yenmelerine yardım eder. Hamile olan müstakbel karısına ve şaşkın ailesine geri ışınlanan Turist Ömer hem Spak’ın sivri kulaklarına hem de Volkanlıların zihin kontrolüne sahip olduğunu fark eder.
Bir başka popüler Amerikan televizyon dizisi Bewitched, her ikisi de 1975 yapımı olan Tatlı Cadı ve devamı Tatlı Cadı’nın Maceraları filmlerine esin kaynağı oldu. Bunlar özel efektlerinin çoğu atlama ve filmi hızlandırma tekniklerinden ibaret olan, neşeli ama anlamsız aşırma örnekleriydi. Kızları tuhaf giysilere sokmalarının mazeretiyse Tatlı Cadının kocasının moda sektöründe çalışmasıydı. Çok daha yaratıcı ve eğlenceli başka bir Bewitched uyarlamasıysa Minik Cadı’dır (1975). Bu filmde büyülü güçleri ve oynak bir bumu olan altı yaşında küçük bir kız vardır. Acayip bir sahnede bu küçük kız, çarşafların arasında bir adamla oynaşmakta olan ablasını koca bir boz ayıya çevirir. Başka bir sahnedeyse üstsüz bir denizkızı vardır. Biraz çaba gösterilerek bu film Alacakaranlık Kuşağında gösterilen Jerome Bixby’nin, tembel ailesini sevimli süper güçleriyle bunaltan küçük cadı öyküsü It’s A Good Life” ile aynı kefede yer alabilir. Yazık ki film “minikler içindi ve şeytani bir şekilde değil, daha Disney’vari bitiyordu.
Minik Cadı’mn erkek başrol oyuncusu Bülent Kayabaş Sevimli Frankeştayn (1975) filminde Frankenstein mirasının varisini oynar. Bu film, Mel Brooks’un Genç Frankenstan’ının satır satır kopyalanmış halidir. Diğer birçok fantastik Türk filmleriyle kıyaslandığında, yapımcılık ve yönetmenlik olarak hiç fena değildir. Ama Brooks’un özgün filmine pek bir katkıda bulunmaz. Filmdeki tek yenilik, her iki filmin de gereksiz yere parodisini yaptığı Universal korku klasiğindeki Orta Avrupa’nın yerini minarelerin ve parlak güneşin almasıdır. Sonlara doğru film Türk kostümlü maceraları ve kung fu filmlerinden de araya bir şeyler sıkıştırabilmek için hafif çark eder. Ama bu küçük çaba yetersizdir ve filmi kurtarmak için geç kalınmıştır.
Başka bir başarılı Amerikan filminin bedava uyarlamasıysa çok daha ilginçtir. Metin Erksan’ın yönettiği Şeytan (1975) Friedkin’in Şeytan‘ının (1973) yakın bir kopyasıdır. Aslında öylesine yakın bir kopyadır ki Tod Browning’in Drocula’sının 1931de yapılan ispanyol uyarlaması gibi, Türk filmi de neredeyse orijinalinin sahne sahne aynısıdır. Kuşkusuz ispanyol Dracula’sı Universal tarafından resmen onaylanırken. Şeytan için böyle bir izne gerek duyulmamıştır. Bir başka önemli farksa İspanyol Dracula’sı birçok yönden İngilizce orijinalinden daha üstünken, Şeytan filmi Friedkin’in orijinalinin üstüne hiçbir şey koymamıştır. Tüm eksikliklerine rağmen film şok edici sahneleri, canavar makyajı ve kaçınılmaz şeytan çıkarma sahnesiyle Türk korku sinemasının bir avuç eşsiz örneğinden biridir. İlkel özel efektler kafa dönme sahnesini, safra kusmayı ve yatağın sahibini havaya fırlatışını taklit eder. Sadece küfürler yumuşatılmıştır. Son olarak Şeytanla ilgili en şaşırtıcı şey yerleşik kurallara aykırı davranmasıyla bilinen yönetmeninin yetenekleri hakkında hiçbir ipucu vermemesidir.
Eski bir film eleştirmeni ve senarist olan Erksan. Türk sinemasımn en özgün sanatçılarından biridir. Ülkedeki sinemacıların çoğu gibi o da her tür filmde -komedi, müzikal, melodram- ve televizyonda çalışmıştı. Erksan, yurtdışında bir festivale katılan ilk Türk sinemacılarındanbiridir. Susuz Yaz (1963) adlı filmi Berlin Film Festivalinde Alan Ayı ödülünü kazanmıştır. Çektiği ilk filmlerin çoğu acımasız Anadolu topraklarında geçen kırsal melodramlardı. Bir süre sonra yine şaşırtıcı bir film yapıyordu: Suçlular Aramızda. Bu filmiyle Erksan toplumsal gerçekçilikten uzaklaşmaya başlıyor, sorunlu kadın ve erkek kahramanlarının iç dünyalarını irdeliyordu. Sevmek Zamanı (1965) hiç görmediği bir kadının portresine âşık olan bir adamın öyküsünü anlatır. Sensiz Yaşayamam (1977) ise ıssız bir adada karşılaşan bir adam ve bir kadın hakkındadır. Adam bir kiralık katil, kadınsa onun bir sonraki kurbanıdır…
Erksan’ın fantastiğin yanında acı çeken kahramanlara duyduğu sempati İntikam Meleği: Kadın Hamlet‘in (1976) ardında yatan yaratıcı güçtü. Film, günümüzde geçen bir Hamlet yorumudur, ama filmin başrol oyuncusu kadındır. Kullanılan parlak renkler, yetmişlerin disko müziği ve neredeyse her sahnede görünen aktris Fatma Girik’in sergilediği güç gösterisi sayesinde Erksan büyük başarı kazanır. Erksan’ın dişi Hamlet’i, bir dizi gerçeküstü dekorda kadın kahramanın deliliğe doğru gidişini sergiler. Çekimlerin büyük bölümünün stüdyo dışında yapılışı, filmin klostrofobik öyküsüyle ters düşerken ona benzersiz bir görüntü katar. Film Fatma Girik’in parlak beyaz pantolonuna sıçrayan iri kan damlalanyla şanına uygun kanlı bir doruk noktasına ulaşır.