Alexandr Sokurov Rus ve dünya sinemasının en farklı, ayrılıkçı yönetmenlerinden. Tek plan olarak çektiği 2002 yılı yapımı deneysel bir çalışma olan Russian Ark (Rus Hazine Sandığı) ile özgünlüğünü göstermişti. Andrey Tarkovsky gibi bir sinemacının günümüzdeki temsilcisi olarak lanse edilmesi de Sokurov’un sinemasının önemi için yeterli bir izlenim oluşturduğu kanısındayım. Sokurov, 2008 yılında İstanbul’daki bir söyleşisinde ise Tarkovsky ile çok farklı oldukları konusunda hemfikir olduklarını belirtmişti ki bu iki yönetmenin benzerliği için kendi sinemalarını yarattıkları ve gerek dönemleri gerekse de sinema tarihinin en etkin yönetmenleri olduğu düşüncesindeyim.
Öteki Sinema için yazan: Mustafa Yahşi
Sokurov’un Moloch (1999), Taurus (2000), The Sun (2004) filmleriyle anlam bütünlüğü göz önüne alındığında bütünleştirici olan Faust (2011) Alman yazar Goethe’nin yine aynı adı taşıyan kitabından uyarlanan ve çoğumuzun aşina olduğu bir hikayeyi anlatıyor. (Yönetmen bu filmleri iktidar tetratolojisi olarak adlandırıyor.) Diğer üç filmde tarihteki gerçek insanlar örnek alarak perdeye yansıtılırken (sırasıyla Hitler, Lenin ve Hirohito), bu defa farklı bir yol izlenmiş ve Goethe yazmadan önce de Almanya’da halk arasında bilinen Faust karakterine ışık tutulmuş.
Goethe’nin eserinin sinemaya daha önce defalarca uyarlandığını ve tiyatrodan, edebiyata sanatın birçok dalını etkilediğini düşündüğümüzde bu eserin önemini ve farkını daha iyi kavrayabiliriz. F.W Murnau’nun dışavurumculuk izleri taşıyan Faust’u (1926) ile başlayan serüven Sokurov’un eseriyle sinemadaki yolculuğuna devam ediyor.
Sokurov’un “Sinemaya giden yol mutlaka edebiyattan geçiyor.” söylemi bu edebiyat uyarlamasının önemini yönetmen açısından belirtir nitelikte. Goethe’nin eserinin hikayesinde döneminin bilimine fazlasıyla yetkin olan Faust, buna rağmen hayatın anlamını bulamamıştır, bu sebeple Mephisto (Şeytan) ile anlaşma yapar, isteklerini yerine getirdiği takdirde ruhunu Mephisto’ya teslim edecektir.
Günümüz Faust’u ise daha farklı bir yol izliyor kendisine. Maddi geçimsizlikten dolayı sıkıntı çekmektedir ve yardımına tefeci Müller (Mephisto/Şeytan) yetişir. Faust’un güç ve şehvet merkezinde varoluşçuluğu sorgulaması baz alındığında Goethe’nin eserine nazaran fazlasıyla materyalist izler taşıyan bir yapım. Mephisto’nun rehberliğinde Faust’un sorularına cevap arayışına tanık oluyoruz ama cevaplarla ve yaşadığı deneyimlerle tatmin olacağını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz.
İnsanın iktidar isteğini ve açgözlülüğünü eksenine alan bir çalışma; tatmin olmayı bilmeyen bir adamın öyküsü. Her yönden gücü simgeleyen Faust karakteri ile göreceli zayıf duran Mephisto karakteri üzerinden de aslında güç istencinin/arayışının insan özünde öteden var olduğu söyleminde bulunuyor. Faust’un zıtlıkların birbirinin varlığını ispat ettiği inancının filmin finalinde tekerrür etmesi sonrası, insana dair bir soruya daha cevap bulunmuştur. (Faust’un şeytanı taşladığı sahne aynı zamanda tanrıyı da inkar ettiğini gösterir.) İşte bu insan egosunun kendini bütün çıplaklığıyla gösterdiği andır aynı zamanda.
Almanca dilin kullanıldığı film, hem içerdiği diyalogların yoğunluğu hem de uzunluğu sebebiyle zaman zaman takibinde sıkıntılar yaşatabiliyor. Filmde diyalogun olmadığı bir ana rastlamak çoğunlukla mümkün olmuyor. Buna ek olarak, bulanık görüntülerin(solgun renkler çoğunlukla kendini gösteriyor) de eklenmesiyle görsel olarak da takibi zor anlar beliriveriyor. Yeşil renk paletinin hakim olduğu görüntüler, halihazırda deforme olmuş insanlığı yansıtmak için tercih edilmiş. Film boyunca Faust’un gözünden bir arayış söz konusu olduğundan dolayı, onun gözlerinden dünyaya bakmamızı yansıtması için görüntü çalışmasının bulanık olarak yansıtıldığı kanısındayım.
Filmde akılda kalıcı birçok sahne mevcut. Mephisto’nun zayıflığını yansıtan kadınlar tarafından ötekileştirildiği sahne, kilise sahnesi ve tabi ki filmin finalinde Faust’un uyanışını tamamladığı sahne. 2011 yılı Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan ödülünü alan ve yönetmenin aynı zamanda senaryosunu yazdığı Faust benim için bu yıl tecrübe ettiğim en farklı, heyecan verici, sinema denilebilecek bir yapım olarak kayıtlara geçti. Her ne kadar Sokurov’un hitap ettiği kesim dar olsa da sinemada farklı şeyler arıyorsanız, Faust’u şiddetle izlemenizi öneririm.
Not: Alexandr Sokurov’un söylemleri 2008 yılında Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi’ndeki kendisiyle yapılan söyleşiden alınmıştır.