Evet 15 günlük maraton yine yeniden başladı… Aksanat’ın yenilenen dekoruyla küçük bir serayı andıran ve hayata daha fazla havadar bakmamızı sağlayan (film aralarında sohbet ve kahve arası için oralardayız zira) dördüncü katından biletlerimizi aldıktan sonra çil yavrusu gibi salonlara dağılıyoruz.
Tabii yine Emek’in yokluğunu hissediyoruz, bacaklarımızı oynatamadığımız, önümüzdekinin kafasından dolayı perdeye ve altyazısına ulaşamadığımız salonlar konusunda şikayetçi oluyoruz, ‘en iyi salon hangisi’ yarışması yapıyoruz. Evet festival başlayalı daha iki gün oldu nedir bu kırk yıllık muhabbet diyenler olabilir ama uzun zamandır festivali takip eden biri olarak artık klişeleşmiş sohbetleri de biliyorum yani…
Birazcık filmlere de dalıp iki günlük festival hayatımı sizlerle paylaşayım… İlk gün bir panelde (Mustafa Akkad) konuşmacı olduğum için tam anlamıyla yoğun bir gün geçiremedim. Ama Angelopoulos ustanın Kumpanya filmini görmeyenler için öneririm. Bir tiyatro kumpanyasının Yunanistan’da geçirdiği içsel yolculuğun izlerinin peşinden bir ülkenin iç politikasına, savaşlarına odaklanıyor. Gerçekten de uzun ve şiirsel… Alexander Sokurov imzalı Faust hem dün hem de bugün gösterilerek festivale hızlı bir giriş yaptı. Dayanabilecek yüreklere diyorum, arada içinizin geçmesi olası, ağır bir anlatım var, ses çok azdı ve ara da sırada format değiştiren görüntüler makinist uyudu mu diye düşündürttü ama filmin olayının o olduğunu anladık sonra…
Gece yarısının çılgın çocuğu Baskın, şiddet sevenlere, aksiyon sevenlere bir şölen adeta. Dayak yiyenleri izleyerek kendinizden geçebilirsiniz…
Akasyalar ağzımıza ‘akasyalar açarken’ şarkısını sakız ettikten sonra sakız gibi uzayan konusuyla pek de orijinal olmadığını gösterdi. Yolda geçen, kamyonetin dışına çok az taşan konusuyla yalnızlar rıhtımına vurmuş bir adamın kalbinin yumuşamasını anlatıyor. Kendisine eşlik eden bir kadın ve çocukla… Minik Anahi’nin sevimliliği hatrına izlenir ama onun dışında pek de bir esprisi yok!
Polonya yapımı Cesaret / Courage Kieslowski’nin öğrencisi olan Greg Zglinski imzası taşıyor ve iki kardeş arasında yaşanan atışmalarla başlıyor. Abi kardeşini o kadar fazla iplemiyor ki, ilişkide bir kopma noktası olacak diye beklerken gerçekten de acı verici şeyler oluyor ama film abi Alfred’e yüklediği tırsak hali filmin geneli de yayıyor. Aksiyona evrilmesini beklediğimiz film, duygusal bombardımanlar arasında kaybolup gidiyor!
Gizemli Kadın, Atilla Dorsay ve eşinin bana ‘mutlaka gitmelisin’ diye önerdikleri bir film oldu. Anlattıklarından gerçekten de gizemli bir film olduğunu anladım! Ekrem Bora’nın hayatını kaybettiğini de onlardan öğrendim, çok üzücüydü… Teker teker kaybolan hayatlar ve hayata eklemlenen yeni filmler… Hayat böyle işte. Şimdilik bu kadar…
Festival Hakkında biraz yakınabilir miyim lütfen
Son birkaç senedir, İstanbul Film Festivali kapsamında, Kadıköy Rexx Sinemasına gönderilen Radikal Gazetelerinin başka amaçlar icin Radikal Gazetesi standına konmadığını farkeden sinema seyircileri Radikal ve IKSV nin bu sorunu çözmesini istiyor.
Öğleden sonraları görüşüne başvurduğumuz kapıda girişteki bilet koçanlarını toplayan görevli gazetelerin kalmadığını belirtirken, sabah sorulduğunda ise henüz gelmediğini söylemesini yorumlayan seyirciler bu gazetelerin belki de çalışanlar tarafından el altından muhtemelen topluca satıldığını tahmin ettiklerini söylediler.
http://istanbul-tr.blogspot.com/2012/02/calnan-radikal-gazeteleri-kadkoy-rexx.html